Milliyetçi-ırkçı
Gündüz Aktan 20 Şubat 2007
Hrant Dink cinayetinden sonra liberal 'aydınlar', milliyetçileri ırkçılıkla itham ediyor. Kamplar kutuplaşırken, kendilerinin demokrat, iyi, ileri, barışçı, milliyetçilerinse despotik, kötü, barbar, geri olduğunu kanıtlamaya çalışıyor gibiler.
Bu çabalar boşuna. Kendisini milliyetçi gören ve liberaller dahil bazı kesimlerin vatana, millete ve devlete ihanet ettiğine inananlar için, karşı taraftan gelen ithamların bir etkisi olmaz. Olsa olsa nefretleri artar.
Zaten ırkçılık ithamı da yanlış. BM sekretaryasının 1991'de hazırladığı raporda, Yahudi soykırımından 40 yıl geçmeden Avrupa'da ırkçılığın yine baş gösterdiği; bu kez, farklı kültürden olanların ayrı yaşamalarını savunan 'kültürel görecelik' kavramı arkasına saklandığı açıklanıyor. BM insan hakları alt-komisyonunun kabul ettiği 1991/2 sayılı kararda ırkçı şiddetin Kuzey Amerika ve Avrupa'da görüldüğü belirtiliyor. İnsan Hakları Komisyonu'nun 1993/20 sayılı kararındaysa bu coğrafi alan tüm gelişmiş ülkeleri yani Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya'yı kapsayacak şekilde genişletiliyor.
Irkçılık hakkında temel bilgi almak isteyenler, Encyclopaedia Britannica'daki (Macropaedia Vol. 15, sf. 359-366, 1984) makaleyi okuyabilirler. Orada ırkçılığın neden sadece Batı Avrupa ve onun dünyadaki beyaz sömürgelerinde (Kuzey Amerika, Güney Afrika, Avustralya) bulunduğu anlatılıyor. Bu konuda Batı'da çok sayıda kitap bulmak mümkün.
Irkçılık, bir ırkın mensuplarına, o ırkı aşağılık görmenin dışında bir neden olmadan, yoğun ayrımcılık yapmak, saldırmak ve nihayet soykırımda olduğu gibi öldürüp yok etmek demek. Burada ırkçının kurbanı, ırkçıya hiçbir kötülük yapmadığından tam bir masumiyete sahip.
Bir etnik ya da dini grup mensubu da diğerine ayırımcılık yapabilir, saldırabilir hatta öldürebilir. Ama bu şiddetin nedeni farklı etnik gruba mensup olmak değildir. İki etnik grup arasındaki ihtilaftır. Örneğin, Ermenistan ve Ermeni diyasporası Türkleri soykırımla suçluyorlarsa, Türkiye'deki Ermeniler de ister istemez bu sorunun etkisine girerler. Aynı şekilde PKK terörizmi Türkleri öldürürken, barış içinde yaşamaktan başka arzusu olmayan geniş Kürt kitleleri de sorunun parçası gibi algılanabilirler.
Doğru tedavi doğru teşhise dayanır. Yargı ve polisin görevini yapmasının yanında, bu tür saldırganlık sorunlarını kesin biçimde çözmek için, temelde yatan etnik sorunu çözmek yeterlidir. Oysa anlaşılır bir neden yokken bir gruba karşı duyulan ırkçı nefretin çözümü çok daha zordur.
Liberal 'aydınların' saldırgan milliyetçi grupları ırkçılıkla suçlamaları bir başka açıdan da haksızlık. AB'de Türklere ve Müslümanlara karşı artan bir ırkçılık olduğu görülüyor. Birçok AB yetkilisi, kültürel görecelik kavramından ya da düpedüz ırkçılıktan esinlenerek, Türkiye'nin farklı din ve kültüre sahip olduğunu; bu nedenle AB üyesi olamayacağını açıkça söylüyor. Bize karşı çifte standart buradan kaynaklanıyor. Bu yaklaşım AB'nin Kopenhag kıstasları adına bizden aşırı taleplerinin de alt-metnini oluşturuyor.
Liberal 'aydınların' Türkiye'yi AB'nin bu tavrına karşı savunması gerekirdi. Oysa onlar, AB üyelik sürecinden yararlanıp, Franz Fanon'un sömürge aydın tipi gibi, AB'nin ırkçı tavrını içselleştirdiler ve Türk milletinin ve Cumhuriyet'in kimliğini hedef aldılar. Kendi milli kimliklerinin geçmiş travmalar nedeniyle tahrip olmuş olmasından dolayı böyle hareket ettiklerini anlayamadılar. Her şeyi demokrasi, insan hakları ve barış için yaptıklarını sandılar. Kıbrıs sorununda Denktaş'ı haksız, Rumları haklı gördüler. Tarihimizle yüzleşip Ermeni soykırımını kabul etmemizi istediler. Barış için PKK/DTP'nin federasyon tezini desteklediler.
Bu 'liberal' fikirler AKP iktidarı tarafından paylaşılmamış olsaydı toplumun bu denli psikolojik gerilemesine yol açmayabilirdi. Ama yine de bu 'aydınların' kendi korkunç sorumluluklarını gözlerden kaçırmak için milliyetçilerin tümünü ırkçılıkla suçlamaktan vazgeçmeleri ve biraz da kendilerini analiz etmeleri yararlı olacak.