AB defteri kapanırken (mi?)
Aydın Engin 01 Ocak 1970
Yeni yasama yılının açılışında -âdet olduğu üzere- Cumhurbaşkanı konuştu. Uzun konuştu. Pek çok konuda AKP Reisi’nin yüksek fikirlerini dinledik. Kimileri yeniydi, kimileri bayat. Ancak “başkanlık sistemi” denen ve kâğıt üstünde 2019’da geçileceği söylenen, ancak şu anda zaten fiilen başlamış olan sistemde Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri devletin resmi politikaları olarak anlaşılabilir. Muhalefet, Meclis’te bunları eleştirecektir, karşı çıkacaktır ama bu -artık- sonucu değiştirmeyecek.
Şimdi Cumhurbaşkanı’nın konuşmasından cımbızladığım şu cümleyi bir kez daha okuyalım:
“Aslına bakarsanız, bizim Avrupa Birliği üyeliğine ihtiyacımız da kalmamıştır.”
Bunun bu kadar açık seçik ilanı yanılmıyorsam yeni bir politik tercih. Dahası bu çok önemli bir tercih.
Türkiye’nin ihracat ve ithalatının yarısından fazlasının AB ülkelerine yapıldığı gerçeğini bilmeyen duymayan kalmadı. Bunu AKP Reisi’nin de bilmiyor olması mümkün değil. Demek ki o AB üyeliği defterini kapatmakla bu ticari ilişkinin sonlanmayacağı, bugün olduğu gibi süreceği kanısında.
Bu mümkün mü?
Bence mümkün.
AB ülkeleri, hele AB’nin Almanya, Fransa, Hollanda gibi lokomotif ülkeleri böyle bir formüle hiç uzak değiller. Hatta “Türkiye başağrısı”ndan kurtulma fırsatı olarak değerlendirip bu formülü bizzat kendilerinin üstü örtük de olsa önerdikleri bilinen bir sır. Özellikle Almanya’da iktidarda olan ve seçim sonucuna göre iktidarda kalacak olan Hıristiyan Demokrat Parti’de (CDU) bu eğilim belirgin.
“Türkiye başağrısı” derken AB ülkeleri açısından sorun demokrasiden uzaklaşan ve uzaklaşması gitgide hızlanan bir Türkiye değil. AB üyeliği elde etmiş ya da çok yaklaşmış bir Türkiye’den vize, serbest dolaşım hakkı, Avrupa’da serbest piyasa ekonomisine rağmen hâlâ varlığını sürdüren kamu destekli sağlık sigortası, sosyal yardım, işsizlik yardımı gibi olanaklara Türkiye’den kitlesel bir akın olacağı kaygısı AB ülkelerinde egemen. Üyelik defteri kapanırsa bu başağrısından kurtulacaklar. O yüzden de Türkiye, AB üyeliğinden vazgeçti diye yas tutmayacaklardır.
Tırmık’ta birkaç kez yazıldı. Yineleyeceğim:
Avrupa Birliği’nin ekonomik anayasası olan Maastricht kriterleri ile AB üyeliği defteri kapanmış, ancak Avrupa ile ticari ilişkileri aksamadan süren bir Türkiye formülü çelişmez; hatta desteklenir.
Avruya Birliği’nin demokratik ve siyasal anayasası olan Kopenhag kriterlerine gelince....
Gelmesek daha iyi.
Türkiye’de Kopenhag kriterlerine uygun bir demokratik ve siyasal düzey yok diye AB ülkeleri yas tutmaz. Bu bir abartı değil. Bunu 12 Eylül faşizmi sırasında dolaysız yaşamış bir siyasal göçmen olarak altını çizerek söyleyebilirim.
Ancak Avrupa Birliği defterini kapatmış bir Türkiye’nin, Erdoğan’ın belirlediği siyasal ve demokratik koşullarda gelişkin bir demokrasiye, özgürlüklere ve siyasal ortama sahip bir ülke olacağını ummak için galiba bir miktar zekâ geriliğine ihtiyaç var.
Solda bitip tükenmek bilmeyen “AB bir emperyal güç müdür, değil midir? Türkiye AB üyesi olmalı mıdır, olmamalı mıdır” tartışmaları bir yana, AB defterini kapatmış bir Türkiye’de nasıl bir demokrasi, özgürlük ve siyasal koşulların egemen olacağını tartışmak galiba çok daha yakıcı ve gerekli...