İsmi bilinmeyen tek milliyetçilik türü!
Servet Avcı 01 Ocak 1970
2013... Diyarbakır merkezde, bir akşam üstü, "Ne mutlu Türk'üm diyene" yazılı tabela indiriliyordu... O 'tarihî an'da zılgıtlar, alkışlar, patlayan flaşlar birbirine karışıyordu...
O görüntüler pek çok kişiye Sovyetler'in yıkılmasından sonra devrilen Lenin ve Amerikan işgalinin ardından yerle bir edilen Saddam heykelleri etrafındaki tepinme ve bağırışları hatırlatmıştı...
Tabii ülkedeki genel havaya uygun bir vali vardı orada... Bu yıkımı delikanlıca çıkıp savunamadı... "Devir ve şartlar değişti... Ret, inkâr ve asimilasyon politikalarını bitirdik, artık Türklük mürklük dayatması yok" diyemedi...
İzahı şu olmuştu: "Boyası dökülmüştü, paslanmıştı, görüntüsü pek iyi değildi..." Devletin gak-guk eden koca valisini duyan da o tabelanın hurdaya değil, de yenilenmeye gittiğini sanacaktı!.. Türklüğün hurdaya gönderildiği mertçe ifade edilememişti!..
O tabela geriye bir daha gelmedi, hafızalarda kalan ise o tabela indirilirken atılan zafer çığlıkları, alkışlar, zılgıtlar ve devleti temsilen yalan söyleyen vali oldu...
***
Oslo'da da aynısı olmamış mıydı? Önce yine arkasında duramadılar yaptıklarının... İddialar ortaya atılınca "Teröristlerle oturduğumuzu ispatlayamayan namussuzdur, şerefsizdir" dediler...
Sonra baktılar ki olacak gibi değil, koku bastırılamıyor, bilgiler sızmış, bu defa da "Biz görüşmedik, devlet görüştü" türünden üçüncü sınıf bir mazereti kasmaya çalıştılar... En sonunda da "Biz görevlendirdik" demek mecburiyetinde kaldılar...
***
IŞİD 22 Aralık 2016'da iki Türk askerini yaktığına dair görüntüler yayınladı... Ortaya çıkan vahşet üzerine Genelkurmay Başkanlığı net bir açıklama yapamamış, görüntülerin incelendiğini paylaşmakla yetinmiş, Bakanlık ise görüntülerin gerçekliğiyle ilgili araştırmaların sonunda açıklama yapacaklarını söyleyerek işi savuşturmuştu...
Peki daha sonra herhangi bir açıklama geldi mi? Hayır... Şimdi gerçek ortaya çıktı... Çünkü şehitlerden Sefter Taş'ın babası, oğlunun yakılarak şehit edildiğini devlet yetkililerinin yeni söylediğini açıkladı...
Ne kaldı geriye? Yine gerçeği gizleyebileceğini uman yetkililer ve dönemin Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş'un "Bu video görüntüleri ile ilgili TSK'dan teyit edilmiş bir bilgi yoktur. Kusura bakmasınlar, medyadaki bazı arkadaşlar da ayaklarını denk alsınlar. Uyduruk görüntülerle halkı galeyana sürükleyemezler" tehdidi...
***
Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün ama devleti yönetenlerin 'dürüst' davrandıkları örnekleri de vermek lâzım!..
Yandaş kalemin aktarmasına göre, iktidar partisinin Afyonkarahisar kampında 'milliyetçilik' tartışması yaşanıyor... Cumhurbaşkanı Erdoğan eski söylemleriyle paralel ve son derece tutarlı bir biçimde, milliyetçiliğin tarifini yapıyor: "Tek millet demek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek bayrak demek, bayrağı sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek vatan demek, vatanını sevmek milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Tek devlet demek, devletin birlik ve bütünlüğünü korumak milliyetçilikse, biz milliyetçiyiz. Bizim milliyetçiliğimiz budur arkadaşlar..."
Bu milliyetçilik türü, literatüre göre istisna!.. İçinde milliyetçiliği yapılan ismi geçmeyen ve bilinmeyen tek tür!..
Burada herhangi bir zikzak var mı? Elbette hayır... Erdoğan, bu konuda dün ne diyorsa bugün de aynısını söylüyor: "Etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliği tanımıyoruz, karşıyız..."
Oluşabilecek kafa karışıklığını gidermek de Başbakan Binali Yıldırım'a düşüyor... O da "Biz Türk milliyetçiliğine kaymadık" açıklaması getiriyor...
Kabul edelim ki bunlar 'dürüstçe' örnekler... İnandıkları ve hissettikleri gibi konuşmuşlar... Buradan "Artık devleti biz yönetiyoruz... Bizim istediğimiz çizgiye geldiler" edebiyatıyla tarihî çelişkilerine kılıf arayanlara ne düşer? Artık bunu da onlar düşünsünler...
Millet ismi özenle belirtilmeyen milliyetçiliği açık açık savunanları dürüstlükleri için tebrik edelim de, Türk milliyetçisi geçinip, bu konuda sözde devleti önceleyerek susanları, hatta tâbi olanları ihmal etmeyelim!..