« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

16 Eki

2017

ABD ile kriz nasıl biter?

Aslı Aydıntaşbaş 01 Ocak 1970

Türkiye ve ABD arasındaki krizle ilgili söylenecek çok laf, paylaşacak çok bilgi var.
Ancak hepsi buraya sığmayacağı için, en can alıcı yerden başlayayım: Bu krizin kısa ömürlü olacağını düşünmüyorum. Bu, sadece ‘O oldu, bu oldu’ meselesi değil. Arka planda Batı ittifakından uzaklaşan ve Batı kamuoyundaki imajı çökmüş bir Türkiye tablosu var. ABD’yle dostluğun temelinde, 60 küsur yıllık NATO ortaklığı var; ancak kurumsal bağlar, hızla eriyor. Hepinizin bildiği malum nedenlerden dolayı karşılıklı güvensizlik had safhada. Bu durum, mevcut kriz aşılsa bile yeni krizlere gebe.
Daha da önemlisi, Washington’dan gelen açıklamalara bakılırsa, ABD yönetimi Ankara’nın kendisiyle kıran kırana bir pazarlık yaptığını (‘rehine takası’ lafı sıkça kullanılıyor) ya da bir bilek güreşine girdiğini düşünüyor. Konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasını da, bir yıldır cezaevinde olan misyoner rahip Andrew Brunson’un ‘Al papazı, ver papazı’ noktasında gündeme gelmesini de bu çerçevede yorumluyor.
Ancak bu ‘kıran kırana pazarlık’, dostlar arasında değil ABD-Rusya ya da ABD-İran gibi karşıt ülkeler arasında olan bir durum. Bu yüzden Türkiye’nin bu düşünceden vazgeçmesi lazım. (Ki bunu, bu fikri ilk gündeme getirenin Rıza Sarraf’ın lobicisi Rudy Giulliani olduğunu bilerek söylüyorum. Böyle bir takas ihtimali yok.)
ABD bir transatlantik gibidir. Ağır hareket eder ancak bir kere yönünü değiştirdiğinde kolay kolay döndüremezsiniz. Haliyle mevcut vize yaptırımının değişmesi için Ankara’nın radikal bir adım atması gerekebilir. Tahminim, konsolos görevlileri ya da geçen haftalarda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın takas teklif ettiği rahip Brunson konusunda somut bir gelişme olmadan (ya da kapalı kapılar ardında bir söz verilmeden) vize politikasının değişeceğini sanmıyorum.
Hatta tam tersine, daha da kötüye gitmesinden korkuyorum.
Kongre’de Türkiye’ye yönelik tepki çok yüksek. ‘Yaptırım’ lafı bile gündemde. Gerçek anlamda kuvvetler ayrılığı olan bir ülkede, Meclis’i küçümsemeyin. Trump’a adım attırmıyorlar. Geçenlerde Erdoğan’ın korumalarına silah ambargosu geldi. Şimdi de Türkiye’yi S-400 alımından dolayı mevcut Rusya yaptırımlarına sokmak isteyenler var. Bunun gerçekleşeceğini sanmıyorum ama ciddiye almak lazım.
Başından beri Ankara’nın ABD ile ilişkileri, ‘Trump iyi, çevresi kötü’ ekseninde değerlendirmesinin ne kadar yanlış olduğunu söylüyorum. Trump, ABD devletinin başı. O devletle kavga edip Trump’la iyi geçinmek gibi bir senaryo yok. Yüzünüze gülse de bir noktada o da kendi devletinin haysiyetini korumak durumunda.
Haysiyet demişken, dün hem Başbakan Binali Yıldırım hem Sabah gazetesinin, ABD ve John Bass konusundaki üslubunu yumuşatmış olmasını olumlu bir adım olarak değerlendirdim. Özellikle Sabah, sıradan bir gazete olarak algılanmıyor. Malum, Cumhurbaşkanı’na yakın bir yayın organı. Sabah’ın bir haftadır John Bass’ı hedef alan yayınlarının Washington’da ters tepeceğini görmek için fazla öngörüye gerek yoktu. Hiçbir ülke büyükelçisinin bu kadar aşağılanmasına, saçlarının komik renge boyanıp sosyal medyada hedef gösterilmesine razı olmaz.
Haliyle frene basılması olumlu bir adım.
İki tarafın da bu krizden kaybedeceği çok şey var. Ama bizim kırılganlığımız, her anlamda daha fazla. O yüzden hükümetin rasyonel ve serinkanlı davranması gerekiyor. Bu ‘takas’ işinden bir an önce vazgeçmeli. Oluru yok. İkincisi, yandaş medyadaki trolizm sadece ortalığı bulandırıyor. Bunun da faydası yok.
Daha da önemlisi, Trump üzerinden yeni bir oyun kurma sevdasından vazgeçmek lazım. Vize kararı, Trump’a rağmen değil Trump’ın onayıyla alındı.
Türkiye’nin artık şapkasını önüne koyup ABD, Avrupa ve Batı’yla ilişkilerini yeniden düşünmesi gerekiyor. Kalmak mı istiyor, gitmek mi?
Bu ciddi bir karar.

Ziyaret -> Toplam : 125,26 M - Bugn : 13188

ulkucudunya@ulkucudunya.com