ZİYA GÖKALP'E GÖRE MİLLİYET MEFKÛRESİ
Aybüke TEZEL 01 Ocak 1970
Ziya Gökalp, "Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak" isimli eserinin 10. makalesi olan "Milliyet Mefkûresi" bahsinde, öncelikle "mefkûre" kavramını açıklamaktadır[1].
Gökalp'e göre, "Mefkûre, bir içtimâî zümrenin kendi fertleri tarafından duyulmasıdır." Gökalp, bu tanımını "güneş" ve "mercek" kavramları ile açıklamaktadır. Güneş ışınlarının ne kadar yakıcı olduğunu anlayabilmemiz için, bu ışınların bir merceğin odak noktasında yoğunlaştırılması gerekir.
Gökalp, toplumsal bir arzunun, bir amacın, bir topluluğu "kendisinden geçirecek derecede" heyecanlandıracak[2], onu yaşama sebebi hâline getirecek duruma gelmesini, "mefkûre" olarak tanımlamaktadır.
"Mefkûre" olarak tanımlanan bu "arzu, istek" bir topluluğu oluşturan bireylerde potansiyel bir güç olarak, her zaman için bulunur. Ancak, bu potansiyel gücün "mefkûre" vasfını kazanabilmesi için, topluluğu oluşturan bireyleri ortak bir ülkü etrafında toplayan, onları ortak bir hedefe yönlendiren, bu durumu topluluk üyelerinin "kutsal bir vazife" olarak kabûl etmelerini sağlayan "şiddetli bir arzu"ya dönüşmesi gerekir.
Kezâ, mefkûrenin oluşabilmesi için, ortak bir ülküyü benimseyecek olan topluluk köklü bir mâziye sâhip olmalıdır. Meselâ, Türk Milleti, Türkçülük mefkûresi doğmadan önce de mevcuttu. Mâzisi olmayan, yeni oluşmuş bir topluluğun mefkûresi olamaz.
Mâzisi olan bir topluluk, varlığını tehdit altında hissettiğinde, "varlığını koruma" endişesi bütün topluluk üyelerini etkisi altına alır, bu ortak endişe "birlikte hareket etme" duygusunun yoğunlaşmasını sağlar. Ziya Gökalp'e göre, bu müşterek duyguların (korku, ümit, heyecan vb.) canlanması ve bütün ruhları derinden sarsarak, topluluk üyelerini "belirli bir amaç doğrultusunda" hareket etmeye sevketmesi hâlinde (yoğunlaşma), mefkûre teşekkül eder.
Gökalp, bu düşünceden hareketle, şöyle demektedir; mevcut topluluklardan en zengin ve en kuvvetlisi olmakla birlikte, diğer toplulukları da bünyesinde toplama yeteneğine sâhip cemiyetler, büyük bir mefkûreyi doğuracak yoğunlaşmayı başarabilirler. Gökalp'e göre, bu başarıyı, ancak "aynı lisanı konuşan" bireylerden oluşan topluluklar, yâni milliyetler sağlayabilir. Çünkü, diyor Gökalp, aynı lisanı konuşanlar, ekseriyetle aynı soydan gelen insanlar olduğu için, bir "millet" aynı zamanda bir "kavim" demektir.
Gökalp, aynı lisanı konuşan insanların, genellikle aynı soydan gelen insanlar olduğuna inanmaktadır ve bu yüzden de ırkları, "lisânî aileler (yâni, aynı lisanı konuşanlardan oluşan aileler)" olarak kabûl etmektedir.
Bununla birlikte, Gökalp, ırkların "saf" olmadığını, muhtelif tipte insanlardan meydana geldiğini, müşahede etmiştir. Dolayısıyla, "kavim" kavramını tanımlarken, "soy birliği"nden ziyâde, "lisan birliği"ni kastetmiştir. O'na göre, kavim, gâyet eski bir zamanda "lisânî bir cemaat (aynı dili konuşanlardan oluşan toplum)" olarak yaşamış ve sonra dağılmış bir milliyet, demektir.
Gökalp, "lisan birliği"ni çok önemser ve "lisan, fikirlerin ve hislerin taşıyıcısı, ananelerin ve âdetlerin nakli olduğu için, aynı dili konuşanların arzu ve heyecanları ile vicdan ve zihniyetleri arasında da büyük benzerlik bulunduğunu" belirtir.
Gökalp, müşterek duygulara sâhip fertlerin aynı dini kabule eğilimli olduklarını, dolayısıyla da, aynı dini kabûl ettiklerini, düşünmektedir. Yakut Türklerinin henüz Müslüman olmamalarını, coğrâfî uzaklığa bağlayan Gökalp, Yakutların, ya İslâmiyeti kabûl ederek Türk kalacaklarını, yâhut da Hristiyanlığı kabûl ederek Ruslaşacaklarını, ileri sürer.
Gökalp'e göre, aynı lisanı konuşmanın aynı dine girmeye ne kadar etkisi var ise, aynı dini benimsemenin de aynı milliyete girmeye büyük etkisi vardır. Gökalp, Protestanlığı kabûl ettikleri için Fransa'dan kovularak Almanya'ya yerleşen Fransızların Almanlaşmasını ve Bey zümresi Hristiyanlığı kabûl ettiği için Slavlaşarak Türklüklerini kaybeden Bulgar Türklerini, bu konuya örnek gösterir.
Gökalp, demokrasinin gelişmesiyle birlikte (O, buna "millî hâkimiyet prensibi" demektedir), askerlik yükümlülüğünün belirli bir zümreye ait olmaktan çıkıp, genelleştiğini ve toplumun bütün kesimlerinin idâreyi denetleme hakkına sâhip olduğunu; bu durumun yaygın eğitimi zorunlu kıldığını; ancak, bu defa da, "devlete tâbi topluluklardan hangisinin dilinin eğitim dili olarak kullanılacağı" konusunun sorun oluşturduğunu, söylemektedir.
Gökalp, "aynı devleti ve aynı vatanı paylaşan" fakat "farklı lisanları konuşan" insanlar arasında duygu ve ülkü birliği sağlamanın imkânsızlığına dikkat çekerek; "ancak, lisan birliğini sağlamış olan devletler varlığını devâm ettirebilir", "bir milliyetin yurdu olmayan ülke, fertlerin karın doyuracağı bir imâret mâhiyetini alır" demektedir.
Gökalp'e göre, "devleti ve vatanı yaşatma düşüncesi" millî mefkûre hâline gelirse, bu müesseseler sonsuza kadar yaşar; eğer millî mefkûre teşekkül etmemiş ve bunların (vatanın, devletin) yaşatılması fertlerin isteklerine kalmış ise, çöküş muhakkaktır. Zîrâ, mefkûresiz fertler, kendini beğenmiş, çıkarcı, ümitsiz, umutsuz ve korkak oldukları için, bütün değerlerden arınmış (hiç bir değerleri olmayan) háldedirler. "Bu yüzden" der, "devletler mutlaka millî mefkûreye dayanmalı, her vatan bir milliyetin vatanı olmalı ki, yaşayabilsin."
Ve, yine, O'na göre, milleti meydana getiren bütün unsurların (aile, meslek gurupları, köy, aşiret ve dinî cemaatlerin üyeleri vs.) millî mefkûre ile uyumlu olan arzuları, amaçları, millî mefkûrenin yardımcıları konumundadır. Meselâ, aile bağlarının sağlam, ailelerin mutlu ve güçlü olması, milletin de güçlü olmasını, dolayısıyla millî mefkûrenin de daha kolay gerçekleştirilmesini, sağlayacaktır. Bu durum, diğerleri (meslek gurupları, köy, aşiret vs.) için de geçerlidir. Yeter ki, millî mefkûre güçlü olsun ve milletin fertlerini, yalnız kendi çıkarlarını değil, aynı zamanda milletin ve vatanın yararlarını da düşünmeye sevketsin.
Gökalp bu konuda, şöyle bir öngörüde de bulunur. Meselâ, Türkiye'de sanayileşme gerçekleştiğinde, işçi sınıfı gelişecek, dolayısıyla da sosyalist görüşler güçlenecektir. Ancak, eğer millî mefkûre güçlü ise, bu durum ülke için bir tehlike teşkil etmeyecektir. Zîrâ, o takdirde, sosyalist görüşleri savunanların da asıl amacı, vatanın, devletin ve milletin güçlenmesi olacaktır.
Bu anlatımlardan hareketle, Ziya Gökalp'in, milliyetin oluşumunu, mefkûrenin teşekkül ettirilmesini, devletin ve vatanın ilelebet yaşatılabilmesini, lisan birliğine dayandırdığını, söyleyebiliriz.
Keza, Gökalp, din, iktisat, sanat, hukuk, felsefe, ilim ve güzel sanatlar gibi bütün toplumsal faâliyetlerin özünü lisanın oluşturduğunu, bu faâliyetler geliştikçe, lisanın da gelişeceğini, belirtmektedir.
Bu durumda, Gökalp'in, vatanın ve devletin güçlenmesi için, yukarıda sayılan konularda (iktisat, hukuk, felsefe, ilim, güzel sanatlar vs.) gelişme sağlanmasına önem verdiğini, hatta bunu zaruri gördüğünü, düşünebiliriz.
Dipnotlar
[1] Ziya GÖKALP, "Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak", Ötüken Neşriyat, 1. Baskı, 2014, İstanbul
[2] Ziya Gökalp, bunu "galeyanlı içtimâ / coşkulu toplanma" olarak tanımlıyor.