Kanama durdu, ama tedavi daha başlamadı
Murat Yetkin 01 Ocak 1970
Başbakan Binali Yıldırım 9 Kasım'da Washington'da ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence ile görüşmesi ardından hemen New York'a geçti.
Pence görüşmesi endişe edildiği kadar kötü geçmemişti, Yıldırım "çok müspet" diyordu. Beyaz Saray açıklamasında gerçi insan hakları, gazeteci tutuklamaları gibi sorunlar vurgulanıyordu ama neticede "yeni bir sayfa açıldı" ifadesi dünyanın bütün lisanlarında olumlu yargı bildirir.
Yıldırım bu moralle New York'ta ilk görüşmesini belli başlı Yahudi kuruluşlarının temsilcileriyle yaptı. (Türkiye'de milliyetçi-muhafazakar siyasi akımların öteden bu yana çözüm aradıklarında dünyadaki kötülüğün kaynakları arasında saydıkları Yahudi kuruluşlarının kapısını çalmaları ilginçtir ama şimdi konumuz bu değil.) Tıpkı bu görüşme gibi akşam yemeğinde belli başlı yatırımcılarla buluşması da basına, bizlere kapalıydı. Bu toplantılarda Başbakan'a ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Enerji Bakanı Berat Albayrak eşlik etti.
Gerçekten önemli küresel yatırımcı şirketlerin temsilcileri katılmıştı. Ama birincisi, katılımcıların hemen hepsi zaten Türkiye'de yatırımı olan şirketlerdi, yani ilk defa gelme düşüncesiyle toplantıya katılan pek kimse yoktu, ikincisi de onlar dahi siyasi gerilimden -ki siz olağanüstü hal koşulları diye de okuyabilirsiniz- tedirginlik imasıyla konuşuyorlardı.
Başbakan 10 Kasım'a New York Başkonsolosluğunca düzenlenen Atatürk'ü anma törenine katılarak başladı. Tören salonu katılımcılarla dolup taşmıştı, küçükler Atatürk şiirleri okudu, Yıldırım da Atatürk'ün çağdaş uygarlık düzeyini aşmak hedefi ve birlik beraberlik odaklı bir konuşma yaptı. ABD programını da Brooklyn'de Eyüp Sultan camisinde kıldığı Cuma namazıyla tamamladı.
Peki, Başbakan'ın merkezinde ABD Başkan Yardımcısı Pence ile görüşme bulunan seyahatinden geriye ne kaldı?
Öncelikle bu görüşmeden en önemli beklentinin, Yıldırım'ın kendi ifadesiyle Türkiye-ABD ilişkilerini "daha olumsuz değil, olumlu yöne çevirmek" olduğunu hatırlarsak, gezi amacına ulaşmış sayılır.
Son bir kaç aydır nefes aldırmayan söz düellosunun yerine -hatta vize kısıtlamasıyla zıtlaşma söz düellosundan eylem boyutuna geçmişti, Yıldırım-Pence görüşmesi ardından gerilim içermeyen beyanlar duyduk.
Bu durumu ilişkilerdeki olumsuz seyrin durması, başka deyimle yaradaki kanamanın durdurulması olarak niteleyebiliriz.
Ama bunun daha ilerisini, örneğin ilişkilerin düzelmeye başladığını henüz söyleyemiyoruz.
Çünkü yara henüz tedavi edilmiş değil, tedavi başlamış dahi değil; yalnızca Yıldırım ve Pence tarafından bir iyi niyet ortaya konmuş durumda. Bir Numaraların, yani ABD Başkanı Donald Trump ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasındaki iletişim kanallarının istendiği gibi işlemediği bir dönemde, İki Numaralar, yani Yıldırım ve Pence sorumluluk üstlenerek üst düzey iletişim kanalı açmış bulunuyor.
Bu iletişim kanalları birikmiş sorunları çözmeye yetecek mi?
Umut o ama epey çaba gerektirecek.
Çünkü iki taraf da şimdiye dek karşıdakinin ne dediğini pek dinlemeden kendi sözünü söyledi.
Örneğin Türkiye'de halkın büyük çoğunluğunun 15 Temmuz darbe girişiminin Fethullah Gülen ve gizli örgütünün işi olduğundan tereddüdü yok. Oysa Amerikan başkentinde -Gülen, Amerikan siyasetinde etkili çevrelerce otokrat suçlamasına maruz kalan Cumhurbaşkanının muhalifi bir hayırsever, bir barış gönüllüsü olarak görülüyor. Ve bunda Gülen'in Amerikan siyasetinde yıllardır ne yazık ki AK Parti hükümetlerinin de desteğiyle kurduğu etki alanının payı büyük. Bu haksız algının kırılması için "Belge verdik ya" söyleminden başka ikna yöntemleri de gerekiyor.
Bir başka örnek Amerikalıların Suriye'de IŞİD'e karşı PKK'nın uzantısı PYD/YPG ile işbirliği meselesi. Amerikan yönetiminde zaten bu ilişkiyi bilmeyen yok. Kendileri "teröristle pazarlık yapılmaz" derken IŞİD-PKK ilişkisine daha bela bir çeteyi ortadan kaldırmak için tutulan tetikçi gözüyle yaklaşıyorlar. Bunu yaparken de kamuoyuna "Kürtler Hıristiyanların boğazını kesen barbarları öldürüyor" mealindeki propaganda söylemini temel alıyorlar.
Yine de ABD'nin Suriye'deki varlığı kalıcı olamayacağı için gerek Türk-Amerikan ilişkileri, gerekse Türkiye'deki iç barış ve güvenlik bakımından en çok imkan vadeden alan burası.
Açılmış davalar ciddi sorun; Yıldırım'ın "ilişkileri zehirliyor" demesi boşuna değil.
Örneğin 27 Kasım'da duruşması olan Reza Zarrab, Hakan Atilla davası Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sık sık vurguladığı bir sorun; Başbakan Yıldırım da gazetecilere Pence görüşmesini anlatmaya -görüşme sırası bu olmamasına rağmen- bu konudan başladı. Bunu davanın ne kadar dikkatle izlendiğini anlatmak için söylüyorum.
Aynı şekilde Washington da tutuklu Amerikalı rahip Andrew Brunson ve konsolosluk çalışanlarının dosyalarını dikkatle ve yakından izliyor.
Özetle sorunlar yerli yerince duruyor ama Yıldırım gezisiyle en azından olumlu bir yaklaşım karşılıklı beyan edilmiş bulunuyor.
Kanama durdu ama tedavi daha başlamadı demem bu yüzden. Ve teşhis doğru konulup tedavi doğru yapılmazsa görünüm yeniden olumsuza dönebilir.
Yıldırım-Pence görüşmesiyle "açılan yeni sayfa", ortaya çıkan fırsat iyi değerlendirilmeli; hem Türkiye, hem ABD tarafından.