KÜLTÜR SAVAŞI (SESSİZ HARP)
İnsanlığın hayatında savaş, araç ve gerekleri de devamlı olarak gelişme halindedir. Kılıç, ok, tüfek, top, tank, uçak, atom silâhları gibi. Bugün milletler birbirleriyle adına sessiz harp diyebileceğimiz bir kültür savaşı içindedirler. Kültür savaşı ideolojik harpten daha şumüllüdür. Esîr millet başka bir milleti veya milletleri kendi kültürü içinde eritmeye gayret eder. Savaşta ok, kılıç, mermi için insanın en hassas noktası kalbi ve beynidir. Kültür savaşı da aynı noktaları hedef alır. Bunun için bir milletin hayatında kültür dâvası alfabeyi okuma ve ezberleme davası değildir. Kafayı kalbi ve bedeni geliştirme ve yetiştirme davasıdır.
Dalından kopan bir yaprağın kaderini rüzgâr tayin eder. O artık herhangi bir istikametten esen rüzgârın esiridir. Unutulmamalıdır ki "Her kim bir kavime benzemeye çalışırsa o kavimin efradından sayılır. "
Kültür savaşına karşı en müessir silâh milliyetçiliktir. Kişinin kendi öz değerlerini, öz varlığını koruması ve geliştirmesi moral bir güç ve milli şuurla mümkündür. Milliyetçilik, sosyal ve ekonomik hamlelerde de fikri, ruhî, fiziki, bir atlama tahtasıdır. Çünkü kişinin fikri, fizikî, gücüne dayanmayan hiçbir hamle başarıya ulaşamaz. Bütün bunlar nazara alınarak milletin her ferdi moral değerlerle ve milli şuurla teçhiz edilmelidir. Türkiye'nin içinde bulunduğu ağır şartları nazara alarak ifade etmek ve hatırlatmak isterim ki, gerçek değer ve anlamdaki Milliyetçilik hareketlerinin karşısına çıkmak, kale kapısını düşmana açmak demek olur.
Çünkü, her hücre tümün hayatında harç ve mimardır. Hücrelerin tümün varlığını terk etmesi halinde hücrelerin, bütününde hayat ortadan kalkar.
Milliyetçi Hareketin temel felsefesi, insan sevgisi, insan haysiyetine, hürriyetine dayanmayan sistemlere inanmıyoruz. İnsan sevgisi ve hürriyeti insana değer vermekle mümkündür. İnsan, kültürel, sosyal, iktisadi, siyasi ve moral değerlerinin meydana getirdiği bir bütündür. İnandığımız dünya görüşü insanı bütün değerleriyle, bütün yönleriyle ele alır.
Onu bir bütün olarak geliştirmek, kalkındırmak ister.
İnsanı sevebilmek, insanı hür yapabilmek, onu her türlü tutsaklıktan kurtarıp kendi kendine hâkim yapabilmekle mümkündür. İnsanın tutsaklıktan kurtulup, kendi kaderine hakim olabilmesi, hürriyete kavuşması demektir. Tarih ve siyasi tecrübeler bize göstermiştir ki, büyük insandan bölünmez bir parça mal canın yongasıdır. Mülkiyet insanın teşebbüs gücünün artmasına imkan vermiş, şahsiyetini geliştirebilmesinde en büyük unsur olmuştur. Ancak, mülkiyetin başkalarını sömürme, ezme aracı olarak kullanılmasına da karşı bulunmaktayız. Mülk üzerindeki dengenin sağlanması için devletçe her türlü tedbirin alınmasını gerekli görmekteyiz.
Gerçek Milliyetçilik, Milleti meydana getiren her insanı hiçbir ayırım yapmaksızın aynı derecede sevmektir, İnandığımız Milliyetçilik anlayışı, bu milleti meydana getiren insanlar arasında her türlü ayırımı kesinlikle reddeder. Milliyetçilik bölücü değil, birleştirici, ayırıcı değil toparlayıcıdır. Bu milleti meydana getiren her fert aynı soyun, aynı kültür ve tarihin birer üyesidir ve hepsi aynı müşterek kaderle yoğurulmuşlardır. Bizim Dünya görüşümüzde bir ferdin diğerinden üstün tutulması yoktur. Her türlü ayırıcı, bölücü sistemlere şiddetle karşıyız. Millet canlı bir organizma ve yaşayan bir varlıktır. Bu organ ve varlıkta her ferdin belirli bir yeri ve bir görevi vardır. Her fert bu organizmanın bir uzvu, bir hücresidir. Normal düşünen bir insan beyni vücudu meydana getiren uzvu ve hücrelerden bir kısmını diğerlerinden üstün tutamayacağı gibi feda da edemez. Zira böyle bir halde iyi bilir ki vücut ya eksik kalır görevlerini yapamaz, yahut da tamamen sona erer, hayatiyetini kaybeder. İşte aynen bunun gibi iyi bir sistem, iyi bir devlet yönetimi de milleti meydana getiren sosyal sınıf ve fertlerden birini diğerine feda edemez. Bir sınıfı veya ferdi, diğer sınıf veya ferde üstün tutamaz.
Bir sosyal sınıfı veya ferdi, diğer sosyal sınıf veya fertlere tercih eden sistemler, SINIFÇI SİSTEMLERDİR. Milliyetçilik her türlü sınıfçı sistemlere karşıdır. Sınıfçı sistemler, bir sınıfın diğer sınıfı ezmesini, sömürmesini öngörür. Sınıfçı sistemler, sınıf diktatörlüğü doğurur. Bizim savunduğumuz 9 IŞIKÇI SİSTEMİ, Türk milletini sınıflara bölmeden, onu kutsal bir bütün olarak ele alır.
Sınıfçı sistemlerin birincisi MARKSİZM’DİR. Türk milletinin en büyük düşmanı olan Marksizm, nazariyatta sahte işçi sınıfını esas alır. Ancak tatbikatta, devlet yönetiminde işçi sınıfının yeri yoktur.
Bütün yetkiler, işçi sınıfının öncüsü adı verilen komünist partisinde toplanmıştır. Devlet yönetimi ve toplum düzeninin bütün kurumları, komünist partisinin inhisarına bırakılmıştır. Komünist nazariyeye göre, işçi sınıfı, küçük bir çocuğa benzer. Nasıl ki çocuk, kendi gerçek menfaatlerini göremez ve onları koruyamazsa, işçi sınıfı da gerçek menfaatlerini korumak için tayin edilen veli veya vasi gibi, işçinin gerçek menfaatlerini korumak için de bir veli veya vasiye, yani bir mümessil ihtiyaç vardır. İşte bu mümessil, komünist partisidir. Bu sistemde komünist partisinin yaptığı her şey, işçi lehine sayılır. İşçi, gerçek menfaatlerini takdir edecek durumda olmadığı, tıpkı küçük bir çocuk gibi gerekli fikri ve akli yeteneklere sahip bulunmadığı içisi, bir itiraz hakkı yoktur. İşçi sınıfı devleti olduğunu söyleyen marksist devlet yapısının, işçi sınıfına verdiği değer işte bundan ibarettir.
Böyle bir fikirden hareket eden Marksizm, sonunda işçi sınıfı yönetimini değil, komünist partisi yönetimi ve diktatoryasını kurmuştur. Bunu belirtmek gerekir ki, Marksist devlet düzeninde parti ile devlet birbirine benzerler. Bu düzende komünist partisi ile devlet bütünleşmiş, kaynaşmıştır. Komünist partisi, devletin bütün müesseselerine hakim olmuştur. Büyük Devlet memurları, yüksek rütbeli subaylar, hâkim ve polis şefleri komünist partinin üyesidir.
Marksizm, özel mülkiyeti devletleştirmiştir . Ülkede her şeyin sahibi tek bir patron belirmiştir. Bu patron, komünist devlettir. Ancak devlet mücerret bir kavramdır. Devlet çarkının işleyebilmesi için organlara, insanlara ihtiyaç vardır. Marksist devlet düzeninde bu çarkı işleten insanlar sadece komünist partisi üyesidir. Komünist partisine üye olmayan devlet mekanizmasında görev alamaz. Mülkiyet devletin hakimiyetinde bulunduğuna, devlet de Komünist partisi üyelerinin elinde olduğuna göre, Marksist devlette üretim araçlarının maliki komünist partisi üyeleri olmuştur. Unutmamak gerekir ki, mülkiyet insana bir şey üzerinde faydalanma ve kontrol hakkı verir. Komünist sistem, faydalanma ve kontrol hakkını, fertlerden almış, devlete ve dolayısıyla Komünist partisi üyelerine vermiştir. Böylece komünizm tarihte ilk defa olarak mutlak bir tekelci bir mülkiyet nevi olan PARTİ MÜLKİYETİNİ veya BÜROKRATİK MÜLKİYETİ yaratmıştır.
Komünistler, mülkiyeti, hırsızlık mahsulü, sınıflara meydan veren bir sömürü aracı olarak vasıflandırdıkları halde, bundan vazgeçmemişler, bilakis devletleştirdikleri mülkiyeti, komünist partisinin kontrolüne vermekle YENİ BİR SINIF YARATMIŞLARDIR. Tarihin en sömürücü, tekelci ve mutlak sınıfı olan BU YENİ SINIF, KAPİTALİST TOPLUMLARDA BİLE RASTLANMAYAN BİR DEVLET VE PARTİ BURJUVAZİSİ DOĞURMUŞTUR. Böylece sınıfsız bir toplum kurmak isteyen komünizm, tarihin en mutlak sınıf diktatoryasını kurmuştur. Komünist partisi üyesi bir avuç mutlu azınlık dışındaki herkes, mülkiyet hakkından mahrum olduğu için, hürriyetten de mahrum edilmiştir. Komünist rejim, insanların ellerinden mülkiyeti alırken, şeref ve hürriyetini de almış, milyonlarca insanı esarete mahkum etmiştir.
Sınıfçı sistemlerin ikincisi KAPİTALİZM'DİR. Kapitalizm, milli toplum içinde sadece KAPİTALİSTLERİ, yani PATRONLARI koruyan bir sistemdir. Kapitalist sistem, mahiyeti ve işleyişi itibariyle ekonomik hayatı kapitalistin tekeline bıraktığı için, bu sistemde zengin daha zengin, fakir daha fakir olur. Kapitalizme, ekonomik faaliyet bir kaç patronun emrindedir. Bu sistemde, sanayi, iç ve dış ticarete, bankaları ve madenlere sadece patronlar hakim olur. Üretim araçlarının mülkiyeti bir avuç patronun elindedir. Devletin milletten aldığı vergiler, fertlerin tasarrufları sonucu kara gün için bankalara yatırdıkları paralar, patronların cebine gider.
Kapitalizm, bir dünya görüşüdür. Her dünya görüşü gibi, kapitalizmin de İktisadi yönü yanında siyasi ve hukuki yönleri de vardır. Kapitalizmin siyasi yönü liberal demokrasi, hukuki yönü al hukuk adını alır. Liberal demokrasinin asi kurumları, özellikle Meclis, hükümet ve idare kapitalist sınıfa hizmet eder. Liberal demokrasilerde devlet yönetimine yalnız patronlar ve onların bürokrasi sınıfı katılır. Parlamento, patronları koruyan kanunlar çıkarır, hükümet ise bu kanunları titiz bir şekilde tatbik eder. Devlet çarkı kapitalistlerin yararına işler. Fakat patronlar ve onlara hizmet eden bürokratlar daima demokrasi ve hürriyetten bahsederler. Liberal demokrasi ve hürriyet, sahte bir demokrasi ve hürriyettir.
Liberal sistemde, demokrasi ve hürriyet ise kapitalistlere tanınmış bir demokrasi ve hürriyettir. Milletin çok büyük bir kısmı, patronlar dışında kalan kısmı için demokrasi ve hürriyet bir diktatörlük ve esaretten başka bir şey değildir. Yalnız kapitalist sınıfın efendi, buna karşılık Türk milletinin çok büyük bir kısmını köle yapan kapitalizme inanmıyoruz. Bu sistemde dünkü derebeylerinin şatosu, bugün büyük şehirlerin merkezine taşınmıştır. 9 Işıkçı görüşte devlet ne derebeylerinin şatosunda bekçi ne de köşe başında bir bakkaldır. 9 IŞIK DOKTRİNİ PATRONLAR DÜZENİ OLAN KAPİTALİST DİKTATÖRLÜĞE KARŞIDIR.
Görülüyor ki, yıllardan beri ülkemizi kalkındırma modeli olarak savunulan kapitalist ve Marksist sistemler, sınıfçı ve diktatoryal sistemlerdir.
Her iki sistemde de millet bütünlüğünü, kapitalist veya bürokrat sınıflara bölünmüş, bir avuç insan dışında halkın çok büyük bir çoğunluğu, bu sınıfların esaret ve sömürüsü altına alınmıştır. Kapitalist ve Marksist sistemlerde halkın esaret altında oluşunun sebebi, mülkiyet sahibi olamamasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, hürriyetin tek garantisi mülkiyettir. Bu sebeple Bizim savunduğumuz 9 IŞIKÇI sistemin hedefi TÜRK MİLLETİ'NİN HER FERDİNİ MÜLK SAHİBİ YAPMAKTIR.
Biraz önce belirtildiği gibi, kapitalist ve Marksist sistemlerin mahiyeti icabı, bu sistemlerde milletimizin her ferdinin mülk sahibi olması mümkün değildir. Halbuki Dokuz Işıkçı sistem, Türk milletinin bütünü esas aldığı için, bu sistemde her yurttaşımız mülk sahibi olabilecektir. Her ferdin mülk sahibi olabilmesi, üretim araçlarının inşasına, dolayısı ile sermaye birikimine katılmasıyla mümkündür. Sermaye birikiminin ilk şartı tasarruftur. Kapitalist ve Marksist ülkelerde bu tasarruf millete yaptırıldığı halde meydana gelen üretim araçlarının mülkiyet sistem icabı, birkaç patrona veya komünist partisi bürokrasisine verilmektedir. Dokuz Işıkçı sistemde ise, üretim araçlarının mülkiyeti, tasarrufu yapana verilecektir. Bu suretle her türlü haksızlık ve sömürü önlenecek. Türk'ün Türk'ü soymasına müsaade edilmeyeceği gibi Türk olmayanların soygunlarına ASLA... müsaade edilmeyecektir. Herkes alın terine, emeğinin ürününe sahip olacaktır. Böylece çok kısa bir zamanda milli kaynaklarımıza dayalı milli bir kalkınma sağlanacaktır; herkes milli gelirden gerçek payını alabileceği için milli sosyal adalet de sağlanacaktır.
Milli kalkınmamızı gerçekleştirebilmek, her Türk ferdini hür yapabilmek için TÜRK MİLLETİ'Nİ YENİDEN KURMAK ZORUNDAYIZ. Bu kuruluşta, ferdin toplum içindeki işgal ettiği sosyo-ekonomik yer esas alınacaktır. Türk milleti sosyo-ekonomik yönden ALTI SOSYAL DİLİME AYRILIR. Bunlar, İŞÇİ, KÖYLÜ, ESNAF, MEMUR, SERBEST MESLEK SAHİPLERİ ve İŞVEREN DİLİMİDİR. Bu dilimler içinde Türk milleti yeniden teşkilâtlandırılacaktır. Her dilim içinde ekonomik kalkınmamızın temelini teşkil edecek bir TASARRUF VE YATIRIM SANDIĞI KURULACAKTIR, İşçimiz, köylümüz, esnafımız, memurumuz ve diğer yurttaşlarımız mensubu bulunduğu sandıkta yaptıkları zorunlu tasarrufları MAKİNE YAPAN MAKİNE, FABRİKA YAPAN FABRİKALARA YATIRILACAKTIR.