Ey faiz
Taha Akyol 01 Ocak 1970
TÜRKİYE’de faiz, döviz ve enflasyon birlikte yükseliyor; ciddi bir sorundur bu. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı da Külliye’de partisinin il başkanlarına yaptığı konuşmada meseleyi ele aldı. Dövizin de enflasyonun da sebebinin faiz olduğunu söyledi, faizi düşürmeyen Merkez Bankası’nı eleştirdi.
Ben ekonomist olmadığım için bu fevkalade karmaşık soruna iktisat tarihi açısından bakmak istiyorum.
OSMANLI’DA FAİZ
Osmanlı’nın her devrinde, hatta “cihan devleti” olduğu asırlarda bile faizlerin Avrupa’dan birkaç kat yüksek olması, faiz sorununu düşünmemiz için önemli bir hareket noktasıdır.
16. yüzyılda Avrupa’da faizler yüzde 3-4 iken, Kanuni Süleyman zamanında Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin fetvasıyla Osmanlı’da faiz yüzde 12 idi!
Sultan ve Şeyhülislam “faiz lobisi”nin adamları olamayacağına göre, faizi böylesine yükselten “yapısal” sebepleri araştırmak gerekir.
Bilimsel düşünce, “sebepler-sonuçlar ilişkilerini araştırmaktır” diyoruz zaten.
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü sahibi, değerli iktisat tarihçisi Mehmet Genç Hocamızın şu tespitidir Osmanlı’daki yüksek faizin sebebi:
“Avrupa kıtası nüfus, üretim hacmi, sermaye stoku, teknoloji ve enerji kapasitesi bakımından 4-5 katı büyüklükleri kontrol ediyordu!”
Dikkat, üretim hacmi, sermaye stoku, teknoloji gibi yapısal unsurlar.
GÜNÜMÜZE BAKALIM
Mehmet Genç Hocamızın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi” adlı kitabında okudum, Osmanlı’da faizler 1700’lerde yüzde 18’e kadar çıkmış, 1850’lerde ancak yüzde 10-14 arasında tutulabilmiş. Ekonomide sermaye birikimi ve üretkenlik cılız olduğu için “netice”olarak faiz böyle yüksekti! Sermaye birikimi ve verimliliğin yüksek olduğu Avrupa’da ise yüzde 4 civarındaydı.
Bu gözle günümüze bakalım. CNN Türk’te yaptığımız programda TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik özetle şunları söyledi:
“Evet büyümemiz yüzde 5’in biraz üstünde fakat bu inşaat sektöründeki büyümeden geliyor. Gayrimenkul yatırımlarında büyüme oranı yüzde 10 küsur... Fakat makine teçhizat yatırımları dört çeyrektir eksi 6 büyümede!”
Yani esas üretken sektör, ihracatı artıracak, katma değeri çoğaltacak olan makine ve teçhizat yatırımları yüzde 6 küçülmüş, inşaat yüzde 10 büyürken.
İNŞAAT VE MAKİNE
Bu tablo dolar ve Avrupa karşısında en çok değer kaybeden paranın niye TL olduğunu da izah ediyor. Hatta Hint ve Meksika paraları dolar karşısında birkaç puan değer bile kazanmış.
Ekonominin üretkenliği, tasarruf hacmi, yabancı sermaye girişi yeterli olmayınca faiz de, döviz de, enflasyon da böyle yükseliyor.
2000-2010 döneminde ise AB sürecinin de verdiği ivme ile Türkiye’ye adeta dolar yağmış, büyümemiz yüzde 7’yi yakalamıştı.
Babacan, zaten “İnşaat tamamlanınca ekonomik aktivite biter, halbuki fabrika tamamlanınca ekonomik aktivite artar” demişti...
Yahut Rahmi Koç’un “Yatırımlar taşa toprağa gitti, rekabet gücü kazanamadık” sözü... Bu sözler son dört-beş yılın ekonomik özeti.
DÖRDÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİ
Bu ülke hepimizin, bu bayrak hepimizin. Artık yapısal reformlar, hukuk devleti, PISA’da skor getirecek nitelikte eğitim gibi konuları tam bir sorumlulukla ele almalıyız.
Çağımızdaki yarışta “büyüme”den ziyade “kaliteli büyüme” yani yüksek katma değer getiren büyüme önemli.
Osmanlı’nın sanayi devrimini kaçırmasının acı faturası hafızalarda.
Biz de “Dördüncü Sanayi Devrimi” denilen dijital çağı kaçırmayalım.
Bütün geleceğimiz buna bağlı.