« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

19 Kas

2017

AĞABEYİM DURSUN ÖNKUZU

Kadriye Önkuzu 01 Ocak 1970

Yıl 1970… Kasım ayının 22. günü… İftar sofrasındayız. Mercimek çorbasını ağabeyimin çok sevdiğini hatırlatıyor, babaannem. Hepimizin gözleri doluyor. Kapı çaldı. Ağabeyimin arkadaşının babası berber Cemal Amca. Babamı istedi.
İndi babam. Sonradan öğrendiğime göre: “Öğrenci olaylarında Dursun yaralanmış, hemen Ankara'ya gidelim” demiş. Tabi radyo ve televizyonlar olaylarda ağabeyimin kaçırılarak işkence sonucu öldürüldüğünü açıklamış. Bizim bir şeyden haberimiz yok. Babam haberleri hiç kaçırmazdı halbuki. Tabi daha 19 haberleri başlamamıştı. Televizyonumuz zaten yok o zamanlar.
Babam hemen gitti Ankara'ya evimize akrabalar, komşular, ülkücü camiadan dostlar dolmaya başladı. Tabi anneme ve bize ağabeyimin yaralı olduğunu söylüyorlardı. Ben ozamanlar orta birinci sınıfta okuyordum. Ablam Amasya Yatılı Öğretmen Okulu birinci sınıfta okuyordu. Benim küçüğüm Zübeyde ise ilkokul ikide.
Ertesi günü ablamı getiriyorlar ülkücü hocaları. Ben hala ağabeyimi yaralı hayal ediyor, ona en iyi şekilde bakar, hemşirelik yaparım biricik ağabeyime diyordum. Heyhat!.. yaradanımıza kavuşalı kaç gün olmuş halbuki. Camilerde selalar kendime gelebildim. Bu mahşeri kalabalığın anlamını ancak o zaman idrak edebildim. İki gün sonra cenazeyi getirdiler ülküdaşlarının acılı, hüzünlü tekbirleri arasında. Zile o tarihe kadar öyle bir kalabalık görmemeişti. Otobüslerle Ankara'dan çevre il ve ilçelerden, köylerden akın akın gelen ülkücüler son yolculuğunda birlikte olmak istemişlerdi Şehit Önkuzu'nun ruhuyla. Kılıçkıran, İmamoğlu, Özmen ve Önkuzu… İşte davanın ilk şehitleri. Bu nasıl bir dava idi, nasıl bir mücadeleydi. Bu birçok kısır düşünceli, egoist, maddeci yöneticilerin dediği gibi sağ sol davası değildi. Bu, Türk - Gayrı Türk savaşıydı. Şuuru, kültürü, ruhu ve gönlü ile Türk olanla, hiçbir şeyi Türk olmayanların, gerçek imanı yüreğinde duymayanların savaşıydı.
Daha ortaokul, lisedeyken ülkücü mücadelenin ön saflarında yer almıştı. Zile kalesinin tam karşısında Ü.O.D açılmıştı. Önceleri birkaç arkadaştılar. Sonra çığ gibi büyüdüler, çoğaldılar. Babam sürekli çok ileri saflarda mücadele ettiğini söyler, mesleğini eline aldıktan sonra ne yaparsan yap derdi. Ailenin tek umudu tek dayanağı oydu. O öylesine imanlı, kararlı ve samimiydi ki o günlerde yapılan haksız düşünce, görüş ve davranışlara asla tahammül edemiyordu.
Birkaç önce Süleyman Özmen Y.Ö Okulu'nda şehit edilmişti. Ağabeyim o olayı bizlere göz yaşları içersinde anlatmıştı. Anneme kan lekeleri olan bir ceketini saklamak üzere yıkamamasını tembih ederek emanet etmişti. “Bu kan Süleyman'ın kanı sakın yıkama, mübarek şehit kanı; yarın Allah'ın huzurunda şahitlik edecek inşallah” demişti. Kendisinin de birkaç ay önce söylediği bu sözden sonra aynı kaderi beklediğini nerden bilsin. Ah canım ağabeyciğim.
O bir ülkü deviydi. Hiçbir çıkar gözetmeksizin. Çok büyük ideallere sahipti. Öylesine inançlıydı ki düşüncelerini gerçekleştirmek için elinden geleni yapardı. Milliyetçi, ülkücü çocuklara, gençlere, kızlara milli manvi değerlerimizi kaybetmemeleri için seminerler düzenlerlerdi. Okul derslerinde başarısız olan talebelere ücretsiz matematik, fen kursları verirdi. Maddi imkanları kısıtlı olduğu halde verilen hediyeleri kabul etmemişti. Onu akrabalarımız, arkadaşları mahcup, utangaç, az ve öz konuşan, konuşunca herkes tarafından dinlenip beğenilen birisi olarak tanırlardı. En büyük idealli büyük bir kütüphaneye sahip olmak ve gençlerin hizmetine sunmaktı. Çok kitap okurdu. Eline geçen parayı kitaba yatırırdı. Yaz tatillerinde çalışıp okul masraflarına katkıda bulunurdu. Judo öğrenmişti. Her sabah jimnastik yapar, titizliği ile ablamı yorardı. Namazlarını düzenli olarak kılar, kılamadığı vakitleri küçük bir deftere not ederdi. O zamanlarda Zile'nin yetiştirdiği çok kültürlü, muhterem bir zat olan müftü Arif Efendi'den ders alırdı. Ağabeyimin yetişmesinde büyük bir payı olmuştu Arif Efendi'nin. Ağabeyim İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesini kazanmış, kayıt yaptırmıştı. Ama o okula komünistler hakim olduğu için Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okuluna geçmişti. Kader işte. Nereye gitsen değişmiyor.
Ağabeyimiz kız olmamıza rağmen bizlerle çok ilgilenir, büyük bir insan gibi her şeyini paylaşırdı. Kitap okuma alışkanlığım onun sayesinde olmuştu. Yaşasaydı kim bilir ne büyük hizmetleri olacaktı. Ama o birçoklarımıza nasip olmayacak şerefli bir ölümle Rabbimize kavuştu. Hem de öyle bir mertebe ki tam on üç kişi insanlık dışı işkenceler yaparak ulaşılamayacak sabrı, tahammülü, Allah yolunda can vermenin lezzetini tattırdılar. “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah'ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar. Arkalarından kendilerine ulaşamayan (henüz şehit olmamış) kimselere de hiçbir korku olmayacağına ve onların üzülmeyeceklerine sevinirler.” (Al-i İmran Suresi,169-170. Ayet).
Ruhları Şad, Mekanları Cennet olsun…
Kadriye Önkuzu
--------------------------------------------------------------------------------

Önkuzu
Kuzu yürür, kuzu yürür.
Önde Önkuzu yürür.
Kuzular meledikçe
Gönlüme sızı yürür!

Önkuzu hey! Önkuzu!
Önde gider Önkuzu.
Bu bayrak düşmez yere,
Ölmedikçe sonkuzu!


Dursun adı... Dursun adı...
O gitti, dursun adı.
Dillerde türkü olsun,
Yürekte vursun adı!

Kuzular koç olacak,
Toy, düğün, göç... olacak
Bu yıl ki kuzuların
Adları 'öç' olacak!
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu
Ertuğrul Dursun ÖNKUZU
23.11.1970, Ankara
Önkuzu Hey Önkuzu
Önde gider Önkuzu
Anası dursun demiş
Durmaz gider Önkuzu
Rahmetli Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nun bu türküsü yıllar oldu ki dilimizden eksik olmadı... Yüreklerimizdeki yangınlığın ateşini, söylediğimiz bu türküyle yenmeye çalıştık, ama mümkün mü ki yenelim? Yenemedik. Aradan geçen bunca yıla rağmen o günleri yaşayanların yanı sıra sonradan çiçek, çiçek açan son kuşak dönemi de onun mücadelesi ve onun kavgasıyla ayakta durabildi.
Zile ilçesine indiğimde adeta teni parçalayan bir ayazla karşılaştım adımlarımı Zile Ülkü Ocakları'na doğru sürerken minarelerden okunan Ezan-ı Muhammediyeler bir başka yüreğime oturuyordu, ezanlar sanki gelişimi şehidimin ruhuna müjdeliyordu. 10–15 dakikalık bir yolculuktan sonra Zile Ülkü Ocakları'na ulaştım, içeriye girdiğimde, mükemmel bir toplulukla karşılaştım. Ülkü Ocaklı gençler hatim indiriyorlardı. Bu hatimin özellikle Dursun Önkuzu'nun nezdinde bütün ülkücü şehitler için okunduğunu öğrenmem beni daha da mutlu ediyordu.
Daha sonra Zile Ülkü Ocakları'nın yönetimden ülküdaşlarımızla birlikte aile kabristanına doğru yola çıkıyoruz. Kısa bir yolculuktan sonra kabristana ulaşıyoruz. Bu yere gelindiği anda beynimize bir soru oturuyor: acaba biz nasıl öleceğiz?
Kabristana girdiğimizde şehidimiz Mustafa Taştangil'in kardeşi: "işte Dursun abının kabri burası yanındaki de benim ağabeyimin kabri" dediği anda gözlerinden akan damlalar karla kaplı mekanı delik deşik ediyordu sanki.
... Ve işte, küfrün karşısında destanlaşan bir yiğidin kabri... Göğsüme bir ateş basıyor, kabri şöyle bir süzüyorum, kabrin etrafı çerçeve içerisine alınmış, biraz da demirler pas tutmuş, kabrin üzerinde karların arasından sıyrılıp çıkan ayrık otları kabir taşının üzerindeki yazının okunmasını engelli ur, ayrık otlarını temizliyoruz, kabir taşının üzerinde bulunan resimlik boş, daha önceleri resim bulunuyormuş ama sık sık yıprandığı için artık konulmuyormuş...
Bütün ömrüm süresince onun destan kavgasıyla büyümüş, gelişmiştim ve işte onun yanındaydım... Dualarımızı ettik ve hemen yanında bulunan I Mİ I »aşka şehidimiz Mustafa Taştangil'in kabrine de uğradık.
Kabristanda yaşanılan sessizlik kabristandan çıkışta bozuldu... Bu sessizliği [iği bozan da Mustafa Taştangil'in kardeşi oluyor: "ahim ölmeden önce yazdığı hatıra defterine vasiyet etmiş. Eğer öldürülürsem beni Dursun ahimin yanına defnedin" demiş, o yüzden şimdi aynı yerde bulunuyorlar diyordu ve sonra yanıma yaklaşıyor boynuma sarılarak ''Haydi reisim şimdi de Dursun ağabeyin anasının yanına gidelim" diyordu.
Ve adımlarımızı bu sefer Önkuzu'nun annesinin doğru atıyoruz. Biraz yıpranmış evlerle bezeli dar sokaklardan geçtikten sonra, anamızın bulunduğu eve ulaşıyoruz, ama büyük bir şansızlık yaşıyoruz, evde bulamıyoruz Ankara'ya gittiğini öğreniyoruz... Ülkü Ocaklarına doğru yol alırken bir güzel insanla karşılaşıyoruz, kucaklaşmadan sonra öğreniyorum ki bu güzel insan rahmetli Önkuzu’nun çocukluk arkadaşı Selahattin Ulubaş...
Selahattin ve ocak başkanımızın refakatinde Zile'de yürüyüş yapıyoruz. Ulubaş, rahmetlinin gezdiği yerleri, namazını kıldığı camiyi gösteriye top oynadıkları alanı gösteriyor ve yaramazlıklarını anlatıyor. Bu anıların bazısında gülüyor, bazısında duygulanıyoruz. Daha sonra Ülkü Ocaklarında sohbete devam ediyoruz. Ulubaş ülküdaşımızdan Önkuzu’nun şahadetinin öyküsünü dinliyoruz, bu öykünün öyle yerleri oluyordu ki, hepimiz adeta cansız, taş kesiliyoruz.
Ve işte Selahattin Ulubaş'ın diliyle Dursun Önkuzu’nun şahadeti:
1970 yıllan ülkücü hareket açısından en zor dönemlerdi, hareketin günden güne geliştiğini gören kızıllar saldırılarını arttırıyorlardı. Ülkücü okuması ve okula gelip gitmesi engellenmek isteniyordu.
İşte rahmetli Dursun'da bu dönemlerde Ankara'da Erkek Teknik sek Öğretmen Okulu'nda okuyordu. Arasıra mektupları gelirdi, mektuplarında devamlı olarak komünistlerin saldırılarını artırdığını yazardı, hatta bu saldırıların iyice artması sonucu anasının aşırı isteği sonucu Zile'ye gelmişti Ama duramamış ve geldiğinin ertesi günü hemen geri dönmüştü... Babası bakkal dükkanı işletiyordu, küçüğü olan bacısını çok sevdiğini bilirdik...
23 Kasım 1970 günü şahadet haberi ilçeye geldiğinde sarsıldık. Dursun,: komünistlerin okulu istila ve işgal etmeleri sonucu Selahattin Mazman, Hasan Gürül ile birlikte rehin alınıyorlar ve üç gün boyunca aç, susuz bırakılıyorlar. Günlerce süren işkenceden sonra da ciğerlerine hava basıp 4'üncü kattan atıyorlardı.
Cenazesi Zile'ye getirildiğinde mahşeri bir topluluk yaşandı, cenazeyi Zile Genç Ülkücüler Teşkilatı'nın önünden kaldırdık... Bu olaydan dolayı Türkiye'de çok büyük infialler yaşandı. "Mekânı cennet olsun, nur içinde yatsın" diye anlatırken gözleri dolu dolu oluyordu.
Evet; Dursun Önkuzu'nun şahadetinin sonrasında Ankara'da olağanüstü bir ortam yaşanıyor, emniyet teşkilatı cenazeyi teslim etmeyi istemiyordu, sonrasında ülkücüler alıyorlardı ama Türk ocakları kapatılıyor yüzlerce ülkücü genç tutuklanıyordu. Önkuzu'nun tabutunun başında nöbet tutanlar, emniyet güçlerince alınıp Emniyet Müdürlüğü'ne götürülüyordu. Amaç Önkuzu'nun cenazesi için yapılacak töreni engellemekti... Her türlü zorluklara rağmen cenazeye mahşeri bir kalabalık toplanıyor ve cenaze şehidimizin memleketi olan Zile'ye getirilip defnediliyordu.
Önkuzu'nun şahadet haberi o günlerde bütün gazetelerde manşet haber olarak veriliyordu, bütün ülkücü kuruluşlar ve dernekler yayınladıkları bildirilerde olayı nefretle kınıyor ve suçluların yanısıra sorumlu olan okul idarecilerinin de gerekli şekilde cezalandırılmasını istiyorlardı.
Ama o günlerde yayımlanan 28 Kasım 1970 tarihli Anadolu Gazetesi'nde, Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun yayınladığı bildiri, vurdumduymazlığa olan tepkisini Genel Başkan Soner Karaman'ın diliyle şöyle ortaya koyuyordu: "Kaç milliyetçi öğrenci daha vurulacak? Milliyetçi ülkücü kardeşimiz olan Dursun Önkuzu’nun cenazesinde polis çıkartılan hadiseler üzüntümüzü bir kat daha artırmıştır. Komünist t Kürtçü işbirliğinin her gün bir milliyetçi katletmesinin önüne ne zaman geçilecektir. Nedense kızıl yürüyüşlere hiç ses çıkarmayan polis, bizim cenazemizi sahiplenmemize engel olmuştur, bizler her şeyin farkındayız ve sabrediyoruz ama sabrımızın sınırına gelmek üzere olduğumuzun da bilinmesi gerekir!.."
İşte olay böyle bir dille lanetleniyor bir de yüce Türk milletine bir çağrı yapılıyordu, işte 25 Kasım 1970 tarihli federasyon çağrısının metni:
"Büyük Türk Milleti!.,
Vatan satıcılar çetesi komünist-Kürtçü, işbirliğinin satılmış beyinleri, milliyetçi, ülkücü bir öğrencimize daha kıydılar.
Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi Dursun Önkuzu 4 günden bu yana hürriyetinden mahrum edildiği Erkek Teknik Yüksen Öğretmen Okulu'nun 4'üncü katından, ciğerlerine hava basıldıktan sonra aşağı atılarak katledilmiştir.
Büyük Türk milleti! Sadece şu bir yıl içinde dört evladını kaybettin Baharettin Dedeşen, Mustafa Bilgi, Mehmet Büyüksevinç ve diğer şehitlerin arkasından sırayla Süleyman Özmen, Necdet Güçlü, Yusuf İmamoğlu ve işte Dursun Önkuzu'da kara toprağa düştü. Üniversiteyi karargah haline getiren kızıllar bir takip görmedi, polis ve jandarma gücüne şahit olamadık... Devletini ve gençliğini koru! Allah Türk'ü korusun ve yüceltsin T.M.T.F"
Ve Dursun Önkuzu'nun babası Abdullah Önkuzu, o günlerde devrin yöneticilerine şu telgrafı çekiyordu:
"Oğlum Türk milliyetçisiydi, ama bunun karşılığında ihanet gördü, polis oğlumun cenazesini Gülveren civarında kaçırmıştır, üstelik bunu da bomba kullanarak yapmıştır. Onu arkadaşları son yolculuğuna taşırken bu engellenmiştir, oğlumu son kez koklatmadılar bana, oğlumun naaşını istiyor, katillerinin de bir an önce bulunmasını istiyorum..."
Önkuzu'nun naaşı her türlü girişime rağmen verilmiyordu ama arkadaşları naaşı polislerden alıyordu. Bunun karşılığında da yüzlerce genç tutuklanıyordu...
Ertuğrul Dursun Önkuzu ile ilgili, Devlet Gazetesinin yayınından:
Yenimahalle Cumhuriyet Savcısı Emin Kilislioğlu, 24 Kasım 1970 Salı günü, Dursun Önkuzu'nun ölümüyle ilgili olarak özetle şu açıklamayı yapar:
"Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu son sınıf öğrencisi dursun Önkuzu'nun 4. kat penceresinden atıldığı ortaya çıkmıştır. Öğrencinin 11 metre irtifadan düştüğü zemin taştır, kendiliğinden atlamasına veya oradan düşmesine imkan yoktur. Pencereden atılmak suretiyle ölmüştür.
Ayrıca, Dursun Önkuzu'nun ölümüyle ilgili bazı öğrenciler nezarete alındı. Olayı yaratanlar, okuldan kaydı silinen solcu öğrenciler olabilir. Bu konunun üzerinde durulmaktadır."
Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun katillerini bulmak için seferber olan Ankara Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası ile Birinci Şube ekipleri, şimdiye kadar Akif Atasayan, Ali Kadıoğlu, Adnan Altıparmak, Fikri Ayhan, Sabri Uyar, Erdinç Gündüz adlarındaki öğrencilerin "katil zanlısı" olarak arandığını, öğrencilerden Akif Atasayan ile Erdinç Gündüz'ün yakalandığını belirtilir.
Polis selleri Atasayan'ın katil oluğunu ileri sürer ve "durum muhakeme sonundu aydınlığa kavuşacaktır” der ve diğer katil zanlısı öğrencilerin aranmakta olduğunu söyler.
Ertuğrul Dursun Ön-kuzu'nun ölümü ile ilgili olarak Yenimahalle Savcılığında yapılan soruşturma sonunda olaya adı karışan dört öğrencinin tutuklanmasına karar verilir.
Öğleden sonra Savcılık, dosyayı Sulh Hâkimliğine verir ve mahkeme tutuklama kararı alır. Mahkeme, hazır bulunan Akif Atasayan'ı tutuklar. Haklarında gıyabi tutuklama kararı verilenler şunlardır: Adnan Altıparmak, Mehmet Ali Kabakoğlu, Sabri Uyar.
Otopsi yapılan Dursun Önkuzu'nun raporu, 25 Kasım 1970 Çarşamba günü, açıklanır.
Yapılan otopsiye göre, durum kesin olarak ortaya çıkmıştır. Raporda vücuttaki yaraların hem düşmeden, hem de darptan olabileceği, belirtilmiştir.
Hesabını Soracağız
Ülkü Ocakları Birliği yöneticileri, 24 Kasım 1970 Salı günü, bir açıklama yapar.
Yapılan açıklamaya göre, Dursun Önkuzu'nun babasının Ankara'ya geldiğini, cenazeyi bu akşam alacaklarını ve yarın da yapacakları dini merasimden sonra Zile'ye götürecekleri bildirilir.
TMTF Genel Başkanı Soner Karaman, 24 Kasını 1970 Sah günü, bir basın bülteni dağıtır.
Basın bülteninde, Ankara'da Erkek Teknik Öğretmen Yurdu’nun 4. katından bahçeye alılarak öldürüldüğü iddia olunan " öğrenci Dursun Önkuzu’nun öldürülmesinin hesabını sorulacağı" açıklanır
Olayı sert bir dille eleştiren TMTF Genel Başkanı Soner Karaman, cereyan eden bazı olayları da ele alarak şöyle der:
"Üniversitenin açılmasıyla sistemli olarak başlatılan hareketler kısa süre içerisinde bir çok fakülte ve yüksek okullarda derslerin aksamasına sebep olmuştur. Bazı öğretim üyeleri milliyetçi diye yıpratılmaya çalışılmaktadır. Öğrenciler saldırılara uğramakta, dövülmekte ve öldürülmektedir. Bu şartlar altında üniversite ve yüksek okulların açık tutulmasının bir yararı yoktur. Türkiye'de bütün üniversiteler kokuşmuştur. Bu kuruluşların açık tutulmasında artık bir fayda yoktur. Büyük milletimizin kendi eserine ve çocuklarına sahip çıkacağı günler uzak değildir"
Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun Cenaze Töreni
Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu yatakhanesinin 4. kat penceresinden atılarak öldürülen Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun cenaze namazı, 25 Kasım 1970 Çarşamba günü, komşu il ve ilçelerden gelenlerle ve Ankara'daki ülkücü gençlerin katılmasıyla Maltepe Camiinde kılınır.
Cenaze namazı kılındıktan sonra tabut eller üzerine alınır ve Kızılay yönüne gidilmek istenir. Ancak, polisin Kızılay yönünde yol açmaması üzerine tören aksar. Milli Nizam Partisi Tokat Milletvekili Hüseyin Abbas, polisten yolu açmasını ister ve "komünistlere Kızılay'dan cenazelerini götürme izni verilmiştir. Bu milliyetçi gençler de şehit kardeşlerini Kızılay yönünden götürmeleri haklarıdır. Bu gençler şehit kardeşlerini götürecekler bunlardan kötülük gelmez" der. Polis şefleri, MNP milletvekiline şu karşılığı verir:
"Bize emir verilmiştir. Cenazelerin geçeceği bir güzergah vardır. Kanunlara herkesten önce siz uymalısınız. Maden cenazeyi Kızılay'dan geçirmek istiyorsunuz, buyurun bizim cesetlerimizin üzerinden geçin ve dilediğiniz gösteriyi yapın."
MNP milletvekili Hüseyin Abbas, polis şeflerinin bu sözlerin üzerine, "nizamlara uyanlar suçlu, ötekiler ise hep serbest dolaşıyor" diyerek, yürüyüşten ayrılır.
Yolun açılmaması üzerine Ankara Belediye Başkanvekili Muhlis Şensöz'ün Toplum Polisi Müdürü Yılmaz Sezgin'e yolu açması yolundaki teklifi de Sezgin tarafından reddedilir. Bunun üzerine öğrenciler, iktidar ve polis aleyhinde tezahüratta bulunur, çatışmalar olur.
Öğrencilere, ''Tekbir getirin" diyen Belediye Başkanvekili Şensöz, İçişleri Bakanı'ndan müsaade almak üzere müracaat ettiğini, cevap gelinceye kadar cenazenin bekleyeceğini söylen Maltepe Camiinden inen ana yoldaki trafik, ülkücü öğrencilerle polis yetkilileri arasında uzayan tartışmalar yüzünden tamamen durur. Bu sırada bazı Ülkü Ocaklı gençler, açıklama yapar.
Saat 14.30 civarında Ülkü Ocaklarından Aytekin Yıldırım adındaki bir öğrenci, yürüyüşe dahil bulunan öğrencilere şöyle hitap eder:
"Bizi oyuna düşürmek istiyorlar. Komandolar polise saldırdı dedirtecekler. Yapsınlar, dedirtsinler. Şimdiye kadar ne oldu? Sadece şehid verdik. Mason iktidar ve köpekleri bize pusu kuruyorlar. Polis bizim değil kendi güvenliğini bile sağlayamıyor. Başbakan, Milliyetçi öğrencilerin karşısına çıkıyor. Neden Siyasal Bilgiler Fakültesine ve ODTÜ’ye giremiyor? İktidarı tanımıyoruz. Demirel, kendine güveniyorsa, SBF’ye girsin, ODTÜ’ye girsin de görelim. Bugünün yarını da vardır. Kan ve kemik yığılacak ve o gün Türkiye kurtulacaktır."
Ülkü Ocakları Birliği Basın Sözcüsü Bahri Zorlu, cadde üzerinde bir basın toplantısı düzenler ve şunları söyler:
"Öğrencilerin sınavlara girme güvenliğini bile sağlayamayan bir iktidarı, biz iktidar olarak kabul etmiyoruz. Bizim hareketlerimize mani olmaya Demirel’in gücü yetmeyecektir. İktidar, masonlarla, Maocularla, komünistlerle tam bir işbirliği içindedir. Bunun en güzel örneği ODTÜ'dür. Mütevelli Heyeti üyelerinin iktidar tarafından seçildiği ODTÜ'de öğrenciler silah talimi yapmaktadır. ODTÜ tam bir kaçakçı ve eşkıya yuvasıdır.
Kaç kere yetkililere başvurduksa da ilgilenmediler. Bu şikayetlerimizi yaptığımız bir yetkili, bize 'sizin de silahlarınız var. Sizin silahlarınız yok mu? Siz de gidin onları vurun' dedi."
Maltepe Camii'nden Kızılay'a giden yolun açılması için sokak ortasında bekleyen ülkücü gençler, üç saat boyunca, ilahiler ve Bozkurt marşları söyler.
Bu sırada, 4 askeri GMC ile jandarma birliği kortejin önünden geçerek ara sokakta park eder. Bunun üzerine Ülkü Ocakları Birliği adına açıklama yapan Zorlu, "bizi ordu ile karşı karşıya getirmek istiyorlar. Arkadaşlar, direnmeyeceğiz, şehidimizi gönderip sessizce dağılacağız" diyerek, korteje dahil gençleri ikaz eder.
Daha sonra, ülkücüler, cenazeyi polisin tespit ettiği güzergahtan götürmeye razı olur. Budan sonra, cenaze arabası, Önkuzu'nun memleketi olan Tokat'ın Zile Bucağına götürülmek üzere yola çıkar.
Cenaze gittikten sonra öğrenciler dağılmaz ve Sıhhiye üzerinden Ulus'a doğru yürümeye başlar. Yürüyüşler sırasında iktidar ve Başbakan Süleyman Demirel aleyhinde devamlı tezahüratta bulunan ülkücüler, Radyoevi'nin önünden geçerken "kahrolsun Moskoflar", "Başbakan Süleyman istifa", "Menteşe istifa" diye bağırır.
Bunun üzerine polis, çok sayıda göz yaşartıcı bomba kullanır. Polisin saldırısı sırasında öğrencilerden yaralananlar olur, bu sırada olay yerinden geçmekte olan Emine Sardu adında 53 yaşındaki bir kadın da başından yaralanarak hastaneye kaldırılır.
Türk Ocağı önünde çatışmaların devam ettiği bir sırada, bir grup öğrenci tarafından Zile'ye götürülmekte olan cenaze, Site Öğrenci Yurdu yakınlarına geldiğinde, cenazeyi yurda götürmek isteyen öğrencilere Polisler şiddet kullanarak engel olur.
Polis, 5 kişiyi gözaltına alır. Gözaltına alman şahıslar şunlardır:
Mehmet Sakarya (Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi),
Alparslan Aslan (Ankara Tıp Fakültesi 2. sınıf öğrencisi),
Mehmet Tuncay (Fen Fakültesi öğrencisi),
Mehmet Kaçan (Kadın berberi),
Cengiz Kalkan (şoför),
Mehmet Kural (Tapu Kadastro Okulu öğrencisi).
Ankara'dan Zile'ye götürülen Dursun Önkuzu'nun cenaze törenine;
Ankara Ülkü Ocakları Birliği,
Trabzon Ülkü Ocakları Birliği,
Zile, Turhal Samsun, Niksar, Amasya, Tokat Genç Ülkücüler Teşkilatları,
Tokat Öğretmen Okulu,
Zile Sanat Enstitüsü,
Amasya Kız ilk Öğretmen Okulu,
Ticaret ve Sanayi Odası,
Zile Belediyesi,
Zile Turizm Derneği,
Zile esnaf Kefalet Kooperatifi,
Zile Gençlik Teşkilatı,
Ülkücü Öğretmenler Sendikası,
Milliyetçi Öğretmenler Birliği,
Turhal Belediyesi ile Zile’ye yakın vilayet ve kazalardan binlerce kişi katılır.
Dursun Önkuzu'nun Zile Camii'nde kılman cenaze namazından sonra İstasyon Caddesi'ne doğru yürüyüşe geçilir ve mehter marşları söylenerek Zile Meydanı'na gelinir. Türk bayrağına sarılı tabutun başında Dursun Önkuzu'nun babası Abdullah Önkuzu, alanda bulunan onbinlece kişiye şunları söyler:
"Oğlum, Atatürk memleketi siz gençliğe emanet etmişti. Sen, bu emanete sahip çıktın ve bu yolda Türk milletinin baş düşmanı moskoflar tarafından katledildin. 60 sene yaşayıpta esaret içinde ölmektense yirmi yıl yaşayıp hürriyet içinde şehit olmak daha iyidir..."
Şehidimize Allah'tan rahmet diliyor, geride kalmışlarına da hayırlı uzun ömürler diliyoruz.
Kaynak: Destanlaşan Ülkücü Hareket

Ziyaret -> Toplam : 125,27 M - Bugn : 24550

ulkucudunya@ulkucudunya.com