« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 May

2008

Napolyon'un Akka Kabusu

İbrahim REFİK 01 Ocak 1970

18 yy. dünya coğrafyasına baktığımızda Avrupa'da iki büyük sömürgeci güç karşımıza çıkmaktadır: İngiltere ve Fransa. Birbirleriyle amansız rekabet halinde olan bu iki güçten biri olan İngiltere. Fransa'yı Hint'den kovmuş ve bu sağmal ineğin memelerini kanatırcasına sömürerek gücüne güç katmaktadır.

Fransa bu tatlı gelir kaynağından mahrumluğun verdiği hırçınlıkla yeni oyunlar ve plânlar peşindedir. Bu sağmal ineği ezelî düşmanlarının elinden almak için evveliyetle Hindistan'ın kapısı demek olan. büyük tahıl ambarı Mısır'ı alıp İngiltere'ye darbe vurma emelindedir.

Bu gaye ile Direktuvar rejimi Mısır seferi için I. Napolyon Bonapart'ı vazifelendirerek hazırlıkları çok gizli bir şekilde yürütme emrini verir (5 Mart 1798}.

Bu vazife şöhret müptelası Napolyon'u çok sevindirir. Kendisini "Büyük İskender" rolünde görmekte ve İstanbul'u da bu "Yeni İskender İmparatorluğu"nun başkenti olarak düşünerek hayallerini Hindistan'a kadar uzatmaktadır (1).

Zaten 1797 sonlarında İtalya'da vazife yaparken dostlanna yazdığı mektuplarda: "Bu küçük Avrupa insana kâfi şeref veremez. Şarka gitmek lazım. Büyük şerefler oradadır. Meselâ Mısır'ı, Filistin'i ve Suriye'yi aldıktan sonra, ya Hind'e yürümeli, yahut Anadolu, İstanbul, Balkanlar üzerinden Şarkî Avrupa'ya geçmeli, Fransa'ya şarktan bir güneş gibi doğmalı" (2) demektedir.

Büyük bir hazırlıktan sonra, Napolyon 400 parçalık donanması ile 19 Mayıs 1798'de denize açıldığında yaydığı bulanık propaganda neticesi Bâb-ı Âli. İngiltere ve Rusya hedefin neresi olduğunu hâlâ kestirememektedirler. Sadece İngiltere'nin şüphesi iyice arttığından her ihtimale karşı Amiral Nelson komutasındaki bir filoyu Akdeniz'e gönderir.
Bâb-ı Âli'nin ise istihbaratı o kadar zayıftır ki, Napolyon İskenderiye'ye ayak basalı 20-25 gün olduğu halde Paris sefiri Seyit Ali Efendi hâlâ Paris'ten: "Tulon'daki hazırlıkların hedefi Osmanlı arazisinde bir yere değildir. Muhtemelen Malta 'yadır." diye hezeyan raporları göndermektedir. Elçinin bu lakaytlığına çok kızan III. Selim, bu raporlardan birinin kenarına: "Ne kadar eşek herifmiş" diye derkenar geçmiştir. (3)

1 Temmuz'da İskenderiye sahillerine inen Napolyon'un maiyetinde; 40.000 asker, 40 general ve sadece askeri alanda değil, Mısır'ın kültür varlıklarının sömürülmesi ve ahlâken sukût ettirilmesi için de 100 kadar bilim adamından tutun da ressam ve artistine kadar zengin bir kadro bulunmaktadır (4).
Sefer en ince teferruatına kadar hesaplanmış ve propoganda için arapça matbaa dahi getirilmiştir (5)

Mısır beldesi, Yavuz Sultan Selim devrinden beri hiçbir istila görmemiştir. Osmanlı Devleti de herhangi bir saldırıya ihtimal vermediği için ciddi savunma tedbirleri almamıştır (6). Dolayısıyla bu istilacı güruh kolaylıkla önce İskenderiye'ye sonra da Kahire'ye girer (23 Temmuz 1798).

"Fransızlar'ı suyun dibinde olsalar yine bulacağım'' diyerek aylardan beri Akdeniz'de dolaşmakta olan İngiliz Amirali Nelson. sonunda 400 parçalık Fransız donanmasını Ebûkir Koyu'nda yakalayarak kıstırır ve hepsini yakar (14 Ağustos 1798).
Haber İstanbul'da yankılanınca Bâb-ı Âli bundan çok memnun olur. İngiliz elçisi vasıtası ile Nelson'un maiyetindeki askerlere dağıtılmak üzere ikibin altın verilir ve Dersaadet'deki İngiliz elçilerinin Boğaz'da beş çifte kayık yerine yedi çifte kayığa binmelerine müsaade çıkar (7).

Gemilerinin yakılması Napolyon'u çok sarsar. O kadar yürekli olmasa da zoraki Tarık bin Ziyad olmuştur. Kara kara düşünmektedir. Çünkü Mısır'a hapsolunmuş durumdadır. Uzun bir müddet burada kalacağı için köklü tedbirler alıp, halkla iyi geçinmek zorundadır. Bu çerçevede müslümanlara sempatik görünme taktiklerine başlar.
Hz. Muhammed (sav)'in velâdetinin yıldönümünde büyük mevlid alayları tertip ettirir. Kendisi de şark usulü elbise giyerek başına sarık sarar. Bununla da kalmayıp Müslüman olduğunu ilan eder. (8).

Halka dağıttığı beyannamelerde de Besmele ile başlayıp; "Fransızlar Müslümanların en kavi dostudur. Bunun ispatı şudur ki; Hıristiyan milletlerini Müslümanlarla muharebeye teşvik eden Pa-pa'nın tahtgahı Roma'yı tahrip ettik. Müslümanlar, ile muharebeyi kendilerine farz-ı ayn telakki eden şövalyelerin Malta'daki yatağını yıktık" (9) diyerek sükûneti sağlamaya çalışır.

Kurnazca yürütülen bu propoganda tesirini gösterir ve ortalık bir müddet için durulur. Artık Mısırlılar Napolyon'a ''Ali Bonapart" demektedirler (10).

Bir Osmanlı eyaleti olan Mısır'da kendini Müslüman göstermeye gayret eden bu makyevalist Avrupalı'nın sinsi hulûl politikasından iyice korkan Bâb-ı Âli onu tesirsiz hale getirmek için karşı propagandaya girişir ve halka hitaben yayınladığı bir bildiride: "Fransalı taifesi kafir ve asidir. Allah'ın birliğine ve Peygamberimiz'e iman etmezler. Diğer dinleri de tanımazlar ve ahireti inkar ederler. Onlara göre herşey bu dünyadadır. Bu dünyanın ötesinde hesap ve kitap yoktur. Bu batıl inanca sahip oldukları için de kilise mallarına el koydular, rahip ve keşişleri soydular... Ey Allah'a ve Peygamber'e iman eden Müslüman halk, bu dalâlete sapmış kafirlerle mücadele etmek hepimize farzdır" (11) diyerek halkı direnişe çağırır ve 2 Eylül 1798 de de Fransa'ya harp ilan eder.
Napolyon bu arada Fransız ihtilali'nin fikirlerini yerleştirmek ve kültürünü tabana yayabilmek için Kahire'de bir Fransız mektebi ve tiyatro açar. Daha sonra da matbaa kurup gazete çıkartır.

Napolyon'la beraber gelen bilim heyeti de İslâm medeniyetinin müesseselerini inceleyip, bunları 26 ciltlik bir kitapta toplarlar. Bunlara bakarak da kendi kanunlarını çıkartırlar. Daha sonraları biz de; yıllar önce kendimizden biri olan Yavuz devrinin meşhur âlimi İbni Kemal'in büyük bir kısmını hazırladığı bu kanunları. ''Fransız Vilayet Nizamnamesi'' adı altında Fransızlardan taklit etme garabetini gösteririz (12).

Halk kısa zamanda Fransızların müstemlekeci niyetlerini sezinleyerek ayaklanır ve çete faaliyetlerine girişir. Hadise üzerine muhteris generalin maskesi düşer ve çirkin yüzünü gösterir. Ayaklanmayı çok kanlı bir şekilde bastırır ve iyice gözdağı vermek için de 23 Ekim'de onbir Ezher şeyhini kurşuna dizdirir. Ardından yayınladığı beyanname ile de: "Eğer Başkumandan'ın merhameti olmasaydı, bugün Mısır'da canlı bir insan ve yakılmamış ev kalmayacaktı. General Napolyon, Ayasofya'yı, Türk düşmanı Ruslar'dan kurtaracak tek insandır. Allah onu himaye edecektir. Padişahın dostudur. Padişah da, Mısır halkı da âdil bir idare istiyor.

Eğer, halk emirleri dinler ve huzuru bozmazsa vergilerde indirmeler yapılacaktır. Fransızlar iyi insanlardır. Bu iyiliği anlamayan nankörlere de cezaları verilecek ve Mısır'ın bereketli toprağı, onların şerlerinden temizlenecektir" diyerek üstü kapalı tehdit eder.
Beyannamenin altında da şu hadis-i şerif vardır: "Fitne uyumuştur. Onu uyandırana lanet olsun..." Arapça basılan bu beyanname köylere kadar dağıtılır (13).

SURİYE SEFERİ
Mısır'a çaresiz olarak hapsolan Napolyon için durumunu sağlamlaştırmaktan başka yol yoktur. Fakat bunun için de herşeyden önce Suriye'ye sahip olmak gerekmektedir. Çünkü Suriye; Akdeniz çevresindeki Mısır, Anadolu, Arabistan. Irak gibi dört büyük beldeyi coğrafi bir merkez olarak birbirine bağlarken, bu bölgeler arasındaki ulaşım ve ticaret bağlantısını da yapacak tek mevki durumundadır. Bunun yanısıra stratejik olarak da değeri büyüktür. Bu bölgeye sahip olacak herhangi bir devlet öteki devletlerin sömürgeleri ile olan bağlantılarını kesebilecek konumdadır (14).

Napolyon kendi notlarında da Suriye seferi için hedeflerini şöyle açıklamaktadır: "...Türklerin elindeki bütün limanları (Doğu Akdeniz kıyısındaki) alalım. Suriye Hıristiyanlarını silahlandıralım ve Osmanlı topraklarında karışıklıklar çıkaralım. Akka kalesini alabilirsek, Mısır kamuoyu bizden yana dönecektir. Haziran'a kadar Şam'a varmış oluruz. İleri karakollarımız Toroslar'a kadar sokulur. 26 bin Fransız. 6 bin Memlûk ve 18 bin Dürzi ile doğuya doğru ilerleriz. Sultan sesini çıkartmamayı menfaatine uygun bulur. Iran Şahı Basra ve Şiraz yolu üzerinden ilerlememizi kabul etti. Allah isterse Mart'a kadar İndüs'e varırız..." (15).

Görüldüğü gibi Suriye seferinin gayesi bu derece büyüktür ve Haçlı seferleri sırasında ortaya çıkmış bir ideal olan "Oriental Empire" (Doğu İmparatorluğu) "nu gerçekleştirmektir.

Büyük bir kuvvetle Akka'ya doğru yola çıkan Napolyon. yol üzerindeki Yafa şehrini muhasara eder. Şehrin teslim edilmesi halinde esirlere bir kötülük yapmayacağı sözünün verilmesi üzerine şehir teslim olur. Fakat Napolyon sözünde durmaz ve dörtbin Arnavut askerini Ramazan Bayramı arefesinde kılıçtan geçirerek ardında yüzlerce gözü yaşlı yetim bırakır. Gerekçe olarak da; esirleri besleyemeyeceğini, yanlarına silahlı asker verip de Mısır'a da gönderemeyeceğini ileri sürer.

Ahmet Cevdet Paşa. bu katliamı yorumlarken şunları yazar: "Napolyon'un yaptığı cengizvâri bir davranıştır. Avrupalılara nisbetle Arnavutlar vahşi bir kavim oldukları halde, silahsız adamın üzerine silah çekmezken. Bonapart gibi medeniyet ve hürriyet iddiasıyla ortalığa çıkan terbiyeli ve bilgili bir kişinin, bu kadar bin eli bağlı çaresizleri idam ettirmesi mazeret kabul etmez ve edilmesi mümkün olmayan kanlı ve vahşi bir harekettir. Fransız ihtilalinin ne derece ahlâk bozmuş olduğuna bu da bir örnektir (16).
Fransızlar, ardında kanlı izler bırakarak 15 Mart'ta Suriye seferinin kilit noktası olan
Akka'yı muhasara ederler. Fakat şehrin alnında ta Selahaddin Eyyubî devrinden kalma bir kahramanlık damgası vardır. Bir vakitler üçyüzbin kişilik haçlı ordusunun perişan olduğuna şahit olan şehrin eskimiş kale duvarları, yeni bir destana şahit olmaya hazırlanmaktadır. Kalede, şehadet soluklamaya hazır bekleyen seksenlik polat sineli bir ihtiyar vardır: Cezzar Ahmet Paşa...

Kaynaklar bu ak sakallı ihtiyar için;"Zeki, dirayetli ve anlayışlı bir adam olup, pekçok meseleleri önceden keşfetmek hususunda büyük bir kabiliyet gösterdiğini yazar. Hatta bu yüzden halk onun kerametine veya ilm-i cifirde maharetine kani olmuştur" (17) demektedir.

Yafa'da içtiği kanlar kendisini tatmin etmeyen Napolyon, ilk önce Akka'yı politik manevralarla ele geçirmeyi deneyerek Cezzar Ahmet Paşa'ya; "Mısır ve Filistin'i istila edip Akka önüne geldim. Bir ihtiyarın beş-on gününü zehir etmek istemeyiz. Teslim olursanız ahir ömrünüzü ibadet-ü taat ile, huzur içinde geçirirsiniz" diyerek teslim olmasını ister.

İhtiyar kurt, Fransız yılanının Yafa'da akıttığı zehirin şuurunda olarak kendini iki defa sokturmak niyetinde değildir ve dava adamına yaraşır bir cevap verir:
"Teslim teklifinde bulunmak için geç kaldınız. Zira biz bir hafta kadar önce yedimizden yetmişimize kadar kaleyi muhafaza etmek için yemin ettik. Benim yemin bozmam olmaz. Şahsıma gelince; esir olup geri kalmış ömrümüzü zillet içinde geçirmektense, döğüşerek şerefle ölmeyi evlâ buluruz. Hamdolsun yaşım seksen, ama elim kılıç tutar" (18).
Bunun üzerine Napolyon, olanca kuvvetiyle saldırır. Fakat ihtiyar arslan metanetle kaleyi savunur. Oysa bu şöhret müptelası Fransız, kaleyi yirmidört saat içinde ele geçirmeyi planlamıştır.

Bu arada III. Selim gönderdiği bir hatt-ı Hümayun'da: "Sen ki, Sayda valisi ve Mısır seraskerisin. Öteden beri gayret ve himmetinde vüzera-yı izamımın kudemasındansın. Frenk keferesini Mısır'dan tard için serasker tayin olunduğundan, yeniden gayret himmet beklerim. Din-i Devlete hizmet demidir" (19) diyerek Cezzar Ahmet Paşa'dan çok şey beklediğini ifade etmektedir.

Napolyon Akka'da ilk raundu kaybedince civardaki emir ve beylere, Hıristiyan ve Yahudi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yardımlarını ister:
Vahhabilerin kurucusu Abdulvahhab'a. Mekke şerifi Galip bin Musaid'e, Maskad İmamı'na, Dürzi Emin Beşir'e, Maruni ve Yahudilere yazdıkları mektuplardan olumlu cevap alamaz. Hatta 22 Mayıs 1799'da Moituer Üniversel gazetesine verdiği bir ilanda da bütün Avrupa, Asya ve Afrika Yahudilerini Fransız ordusuna gönüllü asker olarak katılmaya çağırmakta, buna karşılık da Filistin'de bir Yahudi devleti kuracağını vaadetmektedir (20).

Her saldırıdan sonra netice alamayıp süklüm püklüm, ümitsizce geri çekilen Napolyon'un bu defa yüzü güler. İstanbul'dan Cezzar Ahmet Paşa'ya gönderilen iki gemi dolusu top, gülle ve cephane ile 36.000 altın Fransızların eline düşer.

Mağlubiyete hiç alışkın olmayan Napolyon eline geçirdiği cephaneleri de sonuna kadar kullanarak ölümcül bir saldırıya daha girişir ve Burc-ı Ali kulesini lağım ile yıkarak Akka'dan içeri girmeye muvaffak olur. Hücum o kadar ani ve şiddetli olur ki dost-düşman tefrik edilmeden göğüs göğüse mücadele verilir. Kalenin sukût etmesine ramak kala ihtiyar arslanın, müdafileri müessir sözlerle coşturup bizzat kendisi en önde ileri atılarak şehadet kovalarcasına savaşması askeri yüreklendirir ve bir kez daha Selahaddîn Eyyubî'nin ruhaniyetinin dolaştığı o aziz şehir kafir çizmeleri tarafından çiğnenmekten kurtarılır.

Bu saldırı sırasında canlarını kurtarabilen Fransız kuvvetlerinden ikiyüz kadarı ne yapacağını bilmez bir halde Akka içindeki büyük camiye sığınırlar ve ancak gün ağarıncaya kadar direnip sabaha teslim olurlar.

Bu kadar hırsın ve nefretin hakim olduğu böyle bir atmosferde Osmanlı askerleri, cami içinde sarılı vaziyetteki bu Fransızları, Napolyon'un Yafa'da yaptıklarına misilleme olarak imha etmeleri işten bile değildir. Fakat Cezzar Ahmet Paşa, ceddi Selahaddin Eyyubî'nin yaptığı gibi, ancak bizim iklimlerimizde görülebilecek bir civanmertlikle bu savunmasız insanlan serbest bırakır (21).

Napolyon'u hafakanlar basmıştır. Hayalindeki "Büyük Şark İmparatorluğu"nun önündeki bu küçük kilidi, askerinin yarısının telef olması pahasına açamamıştır. Bu acı mağlubiyet onu iyice ümitsizliğe sevkeder. Fransa'nın düşeceği hâli, bundan faydalanacak İngiltere'nin Avrupa'ya Fransa aleyhine tahrik etmek için kendisinin zavallı durumunu nasıl yayacağını düşündükçe kahrolur.

Fakat ne çare ki, bu çetin ceviz ihtiyarı altedemeyeceğini anlamıştır. 27 Mayıs'ta bütün ağırlıklarını gömüp, gece bastınnca gizlice çekilmeye başlar. El-Ariş'e geldiğinde Cezzar Paşa'nın kendini takip ettiğini öğrenir. Ağır yaralı ve hasta askerlerini ağırlık yapmasın diye afyon ruhu içirterek öldürtür. Ahmet Cevdet Paşa bu hadise için: "...Bu da onun, Suriye seferinde Yafa'da esirleri haksız yere öldürtme lekesinden sonra ikinci bir lekesi oldu" diyecektir.

Osmanlının hayat ve istikbalinde mühim bir rol oynayan bu zafer Cezzar Ahmet Paşa'nın adını bütün Avrupa'ya duyurur. III. Selim de bu çelik çavak ihtiyarı. Bonapart'a hayatının ilk mağlubiyetini tattırmasından dolayı ihsan-ı şahâneye boğar.

Bazı tarihçiler, Akka hadisesinde Napolyon'u; "Demir kafesinin parmaklıklarına tıkılıp sendeleyerek geri dönen bir arslana" benzetseler bile, bize göre yaptıklarına bakılırsa kobraya benzetmek daha yerinde olacaktır.

Napolyon büyük bir sükût-u hayal içinde yüzgeri Mısır'a geri dönerken, söyleyeceği yalanların hesaplarını yapmaktadır. Yolda Mısır Divanı'na yazdığı mektupta: "Akka duvarlarının yıkıldığını, esirlerle onbeş gün içinde Mısır'da olacağını ve otuz parça geminin müsadere edildiğini..." söyleyerek gerçekleri örtbas edip. Kahire'ye zafer şenlikleri içinde girer.

MISIR'DAN KAÇIŞ
İngiliz donanmasının Mısır'la Fransa arasındaki irtibatı kesmesi. Suriye seferinin hezimetle sonuçlanması, askerinin gittikçe erimesi, büyük bir Osmanlı ordusunun yaklaşmakta olması ve nihayet Avusturyalılara karşı Fransız ordularının mağlup olması gibi sebeplerle 1221 Napolyon, Mısır'da tutunamayacağını anlamıştır.

Nihayet 25 Ağustos'ta maddi-manevi herşeyini, hatta ümitlerini gömerek, askerleri tarafından ihanetle suçlanma pahasına sessizce Mısır'dan kaçar.

Napolyon Mısır'dan kaçarken yerine vazifelendirdiği General Kleber'e bıraktığı mektubun son kısmında ise, bütün doğu dünyasının üzerinde dikkatle düşünmesi gereken şu oldukça enteresan cümleleri söyler:

"...Bu kış muhakkak surette buraya Fransız gemileri gelecek. Bunlar gelince 500 kadar Kölemen topla. Bir günde onları Kahire'de tevkif et. Gemilere bindirip Fransa'ya yolla. Eğer Kölemen bulamazsan şeyh çocuklarını bir bahane ile toplayıp gönder. Bunlar rehine olurlar. Hem de iki yıl Fransa'da kalıp milletimizin azametini görürler, bizim ahlâkımızı alırlar, dinimizi Öğrenirler, sonra da Mısır'a gelince bize taraftar olurlar.
...Zaten ben bir komedyacı grubu istemiştim. Fransa'ya gidince kendim gönderirim. Bu çeşit meta çok iyidir, hem orduyu eğlendirir, hem de Mısırlılar'ın ahlâkını değiştirir" (23).

DİPNOTLAR
1. Kocabaş. Şakir; Tarihte Türkler ve Fra. Vatan Yay. İst/90, s. 134.
2. Ünal, Tahsin; Türk Siyasi Tarihi, Emel Yay.. Ankara/1978, 6.115.
3. Ünal, a.g.e., s.119.
4. Kutay, Cemal, Türkiye Hür.ve İst. Müc.Tarihi c.2. Aralık 957. s. 1348
5. Kutay. a.g.e., s. 1348.
6. Karal, Ord.Prof. Enver Ziya; Osmanlı Tarihi Cilt 5 T.T.Kurumu Yay. Ank l988.s.27.
7. Paşa. Cevdet; Tarih-i Cevdet Cilt. 1 Meb. Yay. İst. 973, s.457.
8. Kutay a.g.e., s.1367.
9. Ünal. a.g.e., s.125.
10. Kutay. a.g.e., s.1367.
11. Kocabaş, a.g.e., s.149.
12. Gerger. M.Emin Tanz. Avr. Top Türkiye İnkılap Yay. İst./89 s.116.
13. Kutay. a.g.e., s.1367.
14. Akbıyık. Dr. Yaşar; "Ortadoğu'da Fra.-İng.Rekabeti ve Türkiye, Milli Kültür. Eylül/89 s.41.
15. Kocabaş, a.g.e., s. 155.
16. Kocabaş, a.g.e., s.157.
17. İslâm Ansiklopedisi Cilt.3 s. 156.
18. Ünal, a.g.e., s.126.
19. Ünal, a.g.e., s.125.
20. Kocabaş, a.g.e., s.159.
21 ............:; Cezzar Ahmet Paşa. Kültür Bakanlığı Yay Ank./81. s.2
22. Danişmend, İ.H; Osm. Tarihi Kro.C 4 Türkiye Yay. İst./72 6.78.
23. Kutay, a.g.e., s.1404.

Ziyaret -> Toplam : 125,33 M - Bugn : 86779

ulkucudunya@ulkucudunya.com