Ali İhsan Paşa
01 Ocak 1970
Osmanlı Devleti I.Dünya Savaşı’yla beraber ortadan kalkmış, yerini ulusal ve bağımsız bir devlete bırakmıştır. Bu süreçte devleti savaşa sokan İttihat ve Terakki Partisi’nin yöneticileri yurdu terk etmiş, savaş alanlarında yenilen devlet, siyasi alanda da imzaladığı Mondros Ateşkesi ile sonunu getirmiştir. Savaşın beraberinde getirdiği ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal yıkımlar yıllarca sürecek olan olumsuz etkileri Türk ulusuna yansımıştır. Bu yansımaların yanı sıra Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’na girmesi ve bu savaşta çeşitli görevlerde bulunmuş pek çok komutan, devlet adamı ve önemli şahsiyeti tarihle tanıştırmıştır. Bu kişilerden biri de Ali İhsan Sabis’tir.
Ali İhsan Paşa I.Dünya Savaşı, İstiklal Savaşı ve daha sonra milletvekilliği görevleri ile çok tartışmalı bir kişi olmuştur. Hem yaptıkları hem de yazdıkları ile tepki toplayan kişilerden biridir. Nutuk’ta Mustafa Kemal onunla ilgili ağır denebilecek nitelikte ifadelerde bulunmuş, onu Musul’un kaybedicisi, ordu düzeninin bozucusu olarak anlatmıştır. Ali İhsan Sabis’e dikkat çekilmesini sağlayan en önemli nedenlerden biri Nutuk’taki bu açıklamalardır. Ayrıca Ali İhsan Sabis, bir sınıflandırma içinde verilecekse eğer Mustafa Kemal’e ve onun düşüncelerine muhalifler arasında da gösterilebilir. Bu yargıyı hem İstiklal Savaşı yıllarında hem de Mustafa Kemal sonrası dönemde onun yaptıklarına ve yazdıklarına bakarak söylemek mümkündür.
Yaşadıklarını Harp Hatıralarım adlı kitaplarda toplamıştır. Eserlerinde İsmet İnönü’yü rekabet duygusuyla anlatmaktadır. Bunun nedeni İstiklal Savaşı’nda kendisinin görevden uzaklaştırılmasının sorumlusu olarak İnönü’yü görmesidir. Ayrıca 1944 davasında cezalandırılmasını da İsmet İnönü’ye bağlamaktadır. Hatıratında bu süreçle ilgili geniş bilgiler vermektedir.
Ali İhsan Sabis’in biyografisi oluşturulmaya çalışılırken Sabis’in hayatını kapsamlı bir şekilde anlatan biyografik bir çalışmaya ya da hayatına dair olayların anlatıldığı bir esere rastlanmamıştır. Bu konuda örnek bir çalışmanın olmaması ve bundan faydalanılmaması, araştırmamıza özgünlük katmıştır. Gerek oluşturulan tablolar gerekse Sabis’le ilgili bilgiler ve bilgilerin kullanılış sıralaması bunu göstermektedir. Genellikle kaynaklar I.Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’yla ilgili ayrıntılar vermekte, hayatının diğer dönemleriyle ilgili bilgileri ise pek az vermektedir. Buna rağmen çocukluk yıllarıyla ilgili yeterli bilgi verilmiştir. Sabis tarafından yayınlanan Harp Hatıralarım adlı kitaplar ise kendisiyle ilgili tartışmalı süreçleri anlatmaktadır. Tüm akademik çalışmalar ile hatıralar incelenirken ve metin haline dönüştürülürken objektif tarih yazıcılığı ilkelerine bağlı kalınmaya çalışılmıştır.
2.ÇOCUKLUK YILLARI VE EĞİTİMİ
Ali İhsan Paşa’nın doğduğu yıllarda Osmanlı Devleti siyasi ve ekonomik açıdan çeşitli güçlükler yaşıyordu. Fransız İhtilali’nin beraberinde getirdiği milliyetçilik akımının etkisi, azınlıkları ayaklandırıyor, devlet özellikle Balkanlarda güç kaybına uğruyordu. Diğer yandan batının yarı sömürgesi durumuna düşen Osmanlı Devleti’nin ekonomik durumu hiç parlak gözükmüyor, kapitülasyonların devleti düşürdüğü durumdan bir türlü kurtulmak mümkün olmuyordu.
İşte Ali İhsan Paşa, bu ortamda 1882 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Birinci Dünya Harbi I adlı eserinde kendi çocukluk yılları, eğitimi ve aldığı bazı görevlerle ilgili şu bilgileri vermektedir.
30 Ağustos 1882 tarihinde İstanbul’da Cihangir semtinde doğmuşum. Babam merhum kolağası (önyüzbaşı) Cemal ve annem merhum Seher’dir ve ikisi de İstanbul’ludur; kudretleri nispetinde, benim tahsilime itina etti[ler].
İlk mektebi ve Beşiktaş Askeri Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra 1895 senesinde Halıcıoğlu’nda Topçu Mektebi İdadisi’ne leyli[1] olarak girdim; Topçu Harbiyesi’ni de ikmal ederek 1901 senesinde “Sahra Topçu Mülazimi[2] Sanisi” rütbesiyle ve birincilikle diploma aldım. O zamanki usul üzere sınıflarının ilerisinde diploma alanlar Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne ayrıldıklarından Pangaltı’daki Erkan-ı Harbiye Mektebi’ne geçtim.
1904 senesinde Harp Akademisi tahsilini yine birincilikle ikmal ederek “Erkânıharp Yüzbaşısı” oldum. Biz 38 zabit olarak bu tahsili yapmıştık. İçimizden ancak on iki kişi erkanıharp olabildi. Benden başka akademi tahsilini ikmal eden diğer erkanıharp arkadaşlarım da şunlardı:
-Mustafa Kemal-Selanik,
-Tevfik-Selanik (Genç yaşında vefat etmiştir.),
-Ali Fuat-Salacık (Emekli orgeneral, Münakalat[3] Vekili.),
-Asım-Kütahya (Orgeneral ve Genelkurmay ikinci reisi.),
-Sedad-Üsküdar(Emekli general.),
-Hayri-Davudpaşa (Merhum general.),
- Süleyman Şevket-İzmir (Merhum Prag sefiri.),
- Mustafa İzzet-Çanakkale (Merhum general.),
- Şevki-Kıztaşı (Merhum.),
- Ali Seydi-Kavak (Emekli.),
- Müfid-Kırşehir (Merhum Kırşehir mebusu.).
Merhum Ali Fethi Bey bizden bir sene evvel çıkan sınıf birincisi idi. Merhum Enver, Hafız Hakkı ve Mahmud Kamil Paşalar bizden iki sene evvel erkânıharp tahsilini ikmal etmişlerdi. Emekli General Kazım Karabekir bizden bir sene sonraki sınıfın birincisi ve İsmet İnönü de bizden iki sene sonraki sınıfın birincisi idi.
Erkânıharp mektebinde tahsilde iken Makedonya’da çete muharebeleri başlamıştı; Avrupa’nın altı büyük devleti Makedonya’ya ‘muhtariyet’ verilmesi ve ıslahat yapılması için hükümetimizi tazyik etmekte idiler. Bu münasebetle Rumeli hadiseleri günün meselesi olmuştu. Hepimiz gizli gizli tedarik ettiğimiz ecnebi gazetelerini getirerek okur ve hadiseleri takip ederek vatanın mukadderatı ve atisi hakkında endişeli görüşürdük. Bu meyanda Paris’teki Jöntürk Cemiyeti ile muhabereler de yapılırdı. Askeri mektepler müfettişi İsmail Paşa kuşkulanmaya ve sıkı kontrol yapmaya başlamıştı. Nihayet bazılarımız Yıldız Sarayı’nda isticvab[4] edilmiştik. Tahsilimizi ikmal edince Rumeli hadiselerinin bir harp doğurmasını düşünen Seraskerlik (Harbiye Nezareti) bizim yarımızı Edirne’deki İkinci Ordu’ya ve diğer yarımızı Selanik’teki üçüncü orduya ayırmış ve hükümdarın tasvibine arzetmişse de Yıldız Sarayı bizden şüphelendiğinden Edirne’ye tayin edilenlerin Erzincan’da Dördüncü Ordu’ya ve Selanik’e tayin edilenlerin de Şam’da Beşinci Ordu’ya gönderilmesini uygun bulmuştu.
Bu suretle yarı sürgün olarak General Asım, Sedad Erzincan’a, Atatürk ile General Ali Fuat ve ben Şam’a gönderildik.[5]
Görüldüğü gibi Mustafa Kemal’le tanışıklığı önceki yıllara dayanmaktadır. Ali İhsan Sabis arkadaşlarıyla beraber dönemin baskıcı yönetiminden payını almış ve arkadaşlarıyla beraber yarı sürgün vazife ile gönderilmiştir.
3.31 MART OLAYI, BALKAN SAVAŞI’NDAKİ ETKİNLİKLERİ
Ali İhsan Paşa, tarihimizde rejim karşıtı ilk isyan olan 31 Mart Olayı’nın bastırılmasında görev almıştır. Ayrıca Balkan Savaşlarında da yer alan İhsan Paşa, bu yıllardaki göreviyle ilgili şunları aktarmaktadır:
Erzincan’da usulen iki sene müddetle piyade, süvari ve topçu bölük kumandanlıklarını yaparak ve Dersim’de eşkıya takibinde bulunarak kıt’a stajını bitirdikten sonra “Kolağası” oldum ve Harbiye Mektebi’nin ordu merkezlerine taksimi münasebetiyle Edirne Harbiyesi’nin tabiye muallimliğine tayin olunarak 1907 senesinde Edirne’ye gittim.
Bizden bir sene sonra erkânıharp tahsilini ikmal etmiş olan General Kazım Karabekir ve ondan sonra çıkmış olan İsmet İnönü’de mektepten doğruca Edirne’ye tayin edilmiş olduklarından onlarla Edirne’de buluştuk. 1908 İhtilali’nde Edirne’de çalışmıştık. 1909’da 31 Mart İsyanı’nı bastırmak için Hareket Ordusu’yla Edirne’den İstanbul’a geldik.
Ali İhsan Paşa, 31 Mart Olayı’nda görev almasını bu sözleriyle açıklamıştır. Bu isyan siyasi rejim karşısında gerçekleşmiştir. Meşrutiyet karşıtı çevreler ayaklanmış, bunun üzerine Selanik’te bulunan Hareket Ordusu İstanbul’a gelerek bu isyanı bastırmıştır. Bu isyanın ardından Osmanlı padişahı II.Abdülhamit tahttan indirilmiş ve Osmanlı Devleti’nin yönetiminde İttihat ve Terakki egemenliği güçlenmiştir. Paşa, 31 Mart İsyanı sonrası için şu sözleri sarfetmektedir:
Bundan sonra Almanya’ya tahsile gönderilecek erkanıharp zabitleri müsabakasına girdim ve birinciliği kazanarak 1909 sonbaharında Almanya’ya gönderildim[6]. Ortadan avdetle yeni usul üzere tensik edilmiş olan Yıldız’daki Harp Akademisi’nde Tabiye ve Harp Tarihi muallimi olan Almanyalı Erkanıharp Kaymakamı Ober Aubert’in ve Von Lossov’un muavinliklerine tayin edildim.
Harp Akademisi’nde “Erkanıharp Binbaşısı” rütbesiyle muavin, muallim ve nihayet müdür olarak bir müddet çalıştım. Bu esnada 1912 senesindeki Balkan Harbi’ne iştirak ettim; Çatalca ve Şarköy Muharebeleri’nde bulundum.
Osmanlı Devleti Balkan Savaşları’nda Batı Trakya topraklarını elden çıkarırken Ali İhsan Paşa da bu savaşta görev almıştır. Bu savaşın ardından ordunun ve devletin durumuyla ilgili görüşleri şu şekildedir:
1914 senesi ikincikanununda Harbiye Nezareti’ne geçen Enver Paşa’nın orduyu ıslah ve gençleştirme teşebbüsünde Erkânıharbiye Umumiye Birinci Şube Müdürlüğü’ne getirildim. Kazım Karabekir ikinci şube ve İsmet İnönü üçüncü şube müdürlüklerine tayin edilmişlerdi. Üçümüz de binbaşı idik. Her şubenin başında ayrıca birer Alman erkanıharp zabiti vardı. Kaymakam Hafız Hakkı Bey, Erkânıharbiye ikinci reisi sanisi idi. General Bronza Branzart Erkânıharbiye birinci reisi sanisi olup Harbiye Nazırı Enver Paşa da aynı zamanda “Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi” idi. Daha evvel, İzzet Paşa’nın Harbiye Nazırlığı zamanında yapılan mukabele mucibince Almanya’dan 1913 senesi nihayetinde, General Limon Von Sanders reisliğinde 42 Alman zabitinden mürekkep bir heyeti ıslahiye gelmişti. Enver Paşa 1914 ikincikanununda Harbiye Nazırı olunca bu heyetten de istifade ederek Alman general ve zabitlerinin nezareti altında orduda umumi bir ıslah, tensik, gençleştirme, tayin ve terbiyeyi ve disiplini yükseltme hareketlerine başladı.[7]
1913 senesinde Balkan Harbi’nden yenik çıktıktan sonra yeniden dirilmek için icab eden radikal ıslahat 1914 senesi ibtidasında yapılmış ve aynı sene ilkbaharında çalışmalara henüz başlanmıştı. Ordunun hemen bütün esrarına Almanlar vakıf idi. Donanmamız İngilizler’in elinde idi. Dâhiliye Nezareti’ne bağlanan jandarma teşkilatının başında da bir Fransız generali bulunuyordu. Biz Balkan Harbi’nden mağlup ve yaralı olarak yeni çıkmıştık. Bunun için hiç olmazsa 1916 senesi sonuna kadar her ne suretle olursa olsun herhangi bir harbe girmekten kati olarak içtinap etmek ve sıkı çalışıp Balkan Harbi mağlubiyetinin yaralarını iyi tedavi etmek lazımdı.[8]
4.ALİ İHSAN PAŞA I.DÜNYA SAVAŞI’NDA
Ali İhsan Paşa I.Dünya Savaşı’nda Kafkas ve Irak Cephelerinde yer almıştır.[9] Bu cephelerdeki mücadeleleriyle ilgili bazı ayrıntılar Nutuk’ta Ali İhsan Paşa bölümünde de verilmiştir.
I.Dünya Savaşı başlayınca Kafkas Cephesi’nde Üçüncü Ordu Komutanlığı’na atandı.(1915) 11.Kolordu Komutan Vekilliği, Ruslara karşı oluşturulan Üçüncü Ordu Genel İhtiyat Kuvvetleri Komutanlığı, 12.Kolordu Komutan Vekilliği ve 9.Kolordu Komutanlığı görevlerinde bulundu. (1915) Doğu Cephesi’ndeki başarılarından dolayı Albay rütbesiyle Bağdat’ta Goltz Paşa’nın kumandasında bulunan 6.Ordu’ya bağlı 13.Kolordu Komutanlığı’na getirildi (30 Ocak 1916).[10]
9-10 Mart 1916’da Sabis Muharebesi’ni kazanmıştır.[11] Sabis Muharebesi’nde kazandığı zaferden dolayı kendisine bir gümüş liyakat ve imtiyaz madalyası ilke bir altın liyakat madalyası verilmiş, soyadını da bu muharebelerdeki başarısından ötürü Sabis olarak almıştır. Irak Cephesi’ndeki savaşlar 13.Kolordu sayesinde Kutül’Amare’nin düşmesi, İngiliz generali Townshend dahil beş general, 481 subay ve 13.100 askerden oluşan İngiliz kuvvetlerinin teslim olmasıyla devam etti.[12] Irak Cephesi’nde 13.Türk kolordusu İran’daki Rusları Hamedan’dan öteye kadar püskürt[tü] ve Güney’de İsfahan’a doğru akınlara bile koyul[du.] Onun komutanı olan Ali İhsan Paşa bu hareket sırasında ün kazanmıştır.[13] Mirlivalığa[14] terfi etmiştir(1917).[15] Ali İhsan Paşa’ya göre İran’a Almanların ısrarı üzerine ve verdikleri madeni erzak parasına dayanarak ele geçirmiştik.[16]
8 Haziran 1916’da saldırıya başlayan ve Rusları geri sürerek 2 Temmuz’da Kermanşah’a giren [17] Ali İhsan Paşa’ya göre: Kirmenşah ve Hemedan’a istemeyerek gittik. Rusların Batarof komutasındaki 17 tabur piyade, üç süvari fırkası, kırka yakın top ve obüs ile dört zırhlı otomobilden mürekkep mühim bir kuvveti mağlup ettik.[18]
21 Ağustos 1916 tarihinde İstanbul’daki İran büyükelçiliği Kermanşah’ta halka baskı yapıldığı, para cezaları alındığı yönünde sızlanmalarda bulunuyordu. Bunun ardından Ali İhsan Paşa Hamedan’ı alınca bir beyanname yayınlayarak Müslümanları cihada çağırdı. Tahran’daki İngiliz ve Rus elçileri de bu durumdan endişe ederek bunun halkı Hıristiyanları öldürmeye kışkırtmak demek olduğunu söylediler.[19]
21 Ekim 1917’de Kafkas Cephesi’ne tayin edildi. [20] 1918’de İran’daki Şehriban mevkiinde İngilizlere yenildiği halde kolordusunu kurtarmayı başardı. 2 Nisan 1918’de Rusların terk ettiği harabe halindeki Van’a girdi.[21] 30 Haziran 1918’de Ruslarla Brest Litowsk Antlaşması’nın ardından Musul’daki Altıncı Ordu Komutanlığı’na gönderildi.[22] Halil Paşa (Kut) yerine bu göreve getirildi.[23] Savaşın sonuna kadar burada kaldı. İngilizlere karşı Musul-Kerkük bölgesi için savunma savaşları yaptı. 30 Ekim 1918’de Mondros imzalandığında İngilizler Musul’un 60 km güneyinde bulunuyordu.[24] Bir başka deyişle Musul ve çevresi henüz Ali İhsan Paşa komutasındaki Türk birliklerinin idaresindeydi. [25] Ali İhsan Paşa, İngilizlere tarafsız bölge önerileri getirdi ancak kabul edilmedi. İngilizler Osmanlı ordusunun erzak deposunu yağmalayan yağmacıların cezalandırılmasını, ahaliye zulüm yapmak şeklinde yorumladılar.[26] Hatta Musul ve Zaho’daki sivil Hıristiyanların topluca öldürüldüklerini iddia ettiler.[27] Tüm bu suçlamalara dayanarak mütarekenin 7.maddesine göre Musul’un teslimini istedilerse de Paşa, teklifi kabul etmedi. İngilizlerin harekete geçmesi ve ültimatom vermesi üzerine Sadrazam ve Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, Ali İhsan Paşa’ya geri çekilmesini ve İngilizlerin gösterdiği yere kadar [ricat etmesini] istedi.[28] Ali İhsan Paşa hükümetin talimatı üzerine Musul’u bırakıp Nusaybin’e kadar çekildi.[29]
Bu süreçte Türk askeri, Irak Cephesi’nde sıcak, kolera ve açlıktan kırılmıştır. İlaç ve cephane yokluğu kuvvetlerin azmini kırarken, İngiliz altınlarına ve bağımsızlık vaatlerine kanan pek çok Arap kabilelerinin hesapta olmayan saf değiştirmeleri cephenin kaderini tayin eden faktörler olmuştur.[30]
Ali İhsan Paşa Musul’dan çekildikten sonra hükümete gizli raporlar göndermiş, İngiliz idaresindeki Carablus kentini geri almış ve İngiliz istihbarat kaymakamı Killing’i tutuklatmıştır. Bu çalışmalarından büyük rahatsızlık duyan İngilizler İstanbul’a baskı yaparak 9 Şubat 1919’da 6.Ordu’yu topyekün lağvettirdiler. Harbiye Nazırı Ömer Yaver Paşa’nın İstanbul’a gelmesini istemesi ve o sıralarda gazetelerde Ali İhsan Paşa’nın Harbiye Nazırlığı’na getirileceğine dair haberleri çıkması üzerine İstanbul’a geldi. İstanbul’da tutuklanabileceği ihtimalini İstanbul’a çektiği telgraflarında belirten Ali İhsan Paşa, sonuç itibariyle 2 Mart 1919’da Haydarpaşa’da trenden iner inmez tutuklandı.[31]
5.MALTA SÜRGÜNÜ
I.Dünya Savaşı’nın ardından Mondros Ateşkesi imzalanmıştı. Ali İhsan Paşa, terhis kararına rağmen orduyu düşmana teslim etmemişti. Musul şehrini boşaltmayı da önce reddetmiş, fakat İngilizlerin baskısı ve İstanbul’un isteğiyle Musul’u boşaltmak zorunda kalmıştı. Nusaybin’e çekilen Paşa, silah, cephane ve erzakları İngilizlere kaptırmamış, terhis işlemlerini de ağırdan almıştı. Doğu Anadolu’da Ermenistan projesini engellemeye çalışan Ali İhsan Paşa 1919 yılının ilk aylarında da İngilizleri uğraştıracak ve savaş suçlusu olarak damgalanacaktır. [32], Ali İhsan Paşa, bir ay kadar tutuklu olarak Arapyan Han’da kaldıktan sonra, İngilizler tarafından Malta’ya sürgün edilen ilk kafileden iki ay önce gönderilmiş ve 29 Mart 1919 günü adaya varmıştır. Ali İhsan Paşa, aynı zamanda tutuklanan ilk ordu komutanıdır. Bundan sonra İngilizlerin tutuklama operasyonları Damat Ferit destekli olarak artacak ve Malta’ya onlarca sürgün gemilerle gönderilecektir.[33] 2 Mart 1919’da İstanbul’da İngiliz işgal güçlerince gözaltına alınan Ali İhsan Paşa[34], 29 Mart 1919 günü Malta’da sürgün ve esaret hayatına başlayacaktır.[35] Malta’ya ilk sürülen Türk’tür. Yargılanacak olan kişilerin başında yer alır. Malta künyesi, 2667 Ali İhsan Paşa’dır.[36]
Ali İhsan Paşa, Mezopotamya’da 6. Ordu Kumandanı olarak Cerablus’ta İngiliz kumandanına karşı gelmekten ve Anadolu içlerine silâh sevk etmekten suçlanıyordu.[37] Ayrıca bundan başka kendisine yöneltilen suçlamalar Van, Musul ve Urmiye’de Hıristiyan katliamlarını bizzat yönetmek ve ele geçirilen İngiliz savaş esirlerini öldürtmek, 1915 Nisan’ında Dilman Muharebesi ertesinde Van’daki Ermenileri öldürtmek, Haziran ayında Urmiye’de Hakkari’den kaçmış olan 3300 Nasturi ile 700 Ermeni’yi topluca katletmek, Temmuz’da Urmiye’de Fransız misyonuna sığınan 620 köylüyü öldürtmek, 18 Eylül’de aralarında Amerikalı gazeteci John Nooshy’nin bulunduğu 20 hasta ve yaralıyı hastaneden çıkararak öldürtmek, aynı ay Musul’da 270 sivil Ermeni’yi öldürtmek… Ancak savaş suçluları mahkemesi gerçekleşmediği için bu suçlamalar ispat edilemedi.[38]
Tutuklandığı yılın sonuna doğru, Genelkurmay Karargâhı’nda, levazım dairesinde Süreyya Bey’e bir mektup yazar ve yeni Harbiye Nazırı Mersinli Cemal Paşa’ya, Malta’daki Türk esirlerinin bir an önce kurtarılmaları için teşebbüste bulunulması arzusunu iletmesini ister.
Paşa, Malta’ya gelişinin üzerinden yaklaşık yedi ay geçtikten sonra, Harbiye Nezareti’ndeki Levazım İşleri 3. şubede görevli Süreyya Bey’e bir mektup yazar. Mektup şöyle:
Malta’dan, 18 Teşrin-i evvel 1335 (18 Ekim 1919)
Aziz Süreyya Bey,
9 Eylül tarihli mektubunuzu aldım. Teşekkür ederim. Üserâ[39] tagallübâtımız[40] pek ağır gidiyor. Bu hal ile bir senede arkası alınamaz. Yeni Harbiye Nâzırı arkadaşımdır. Kıymetli ve müstesna bir zattır. Münâsip bir fırsat bulur iseniz, kendilerini görünüz. […]hemen görüşmek için teşebbüsât icra eylemelerini rica ettiğimi söyleyiniz ve imkâna göre takibat icrasıyla alacağınız haberleri bana getirmenizi rica ederim. Yani zamanında hükümet, elindeki vapurları Alman, Rus vb üserâsının naklinde kullanacağına kendi üserâsının getirilmesine tahsis etmelidir. Bir ufak vapur Malta’ya gönderilse, Malta’daki ikiyüz kadar Türk esiri bir defada taşınır. Bunları da kendilerine arz ediniz. Evrâk-ı havadis elimize geçmediği cihetle memleket havadisine bigâne[41] ve teşneyiz.[42] Ta’yin meselesi ne oldu?[…] Halil Bey burada ve afiyettedir. Benim adresim gibi nâmına yazarsanız mektubunuz kendisini bulur. Haşim Bey’den haberim yok. O Adana’da idi. Oradan aldılar mı? Selam eder ve muvaffakiyetinizi dilerim.
Ali İhsan
Bir asker ve komutan olarak esir yaşamanın ağırlığı mektupta açıkça hissedilmektedir. Mevcut hükümet eleştirildiği gibi, bu esaretten kurtulma çarelerinin arandığı da görülüyor. Ali İhsan Paşa, Ali Rıza Paşa Hükümeti’ni eleştirirken, gözardı edilmiş olmanın kızgınlığını da taşımıştır. Ordunun hiyerarşik yapısındaki gelişmelerden haberdar olamamaktan dolayı da son derece rahatsızdır. Ancak, yeni Harbiye Nâzırı’ndan ümitli olduğunu söylemektedir. Bu sıradaki Harbiye Nâzırı Mersinli Cemal Paşa’dır ki daha sonra o da Malta’ya İngilizler tarafından sürgüne gönderilenlerin arasında yer alacaktır.
Ali İhsan Paşa’nın mücadelesi İngiltere Savunma Bakanlığı’na yazdığı mektuplarla devam eder. Ordu komutanı rütbesinde bir general olduğu için, İngiltere Savunma Bakanlığı’nı kendisine muhatap olarak alır. Onun protestolarına Lord Curzon değil, Savunma Bakanlığı hedef olmuştur. Malta’dan İngiltere Savunma Bakanlığı’na gönderdiği mektuplarda, tutuklanışındaki “keyfiliği, kanunsuzluğu” açıkça dile getirir ve bunun hesabını sorar.
Malta’dan kurtulmakta kararlı olanlar, her fırsattan istifade ederler, İttihatçı nazırlardan Kara Kemal Bey’in organize ettiği kaçış plânında Ali İhsan Paşa da bulunur.[43] 6 Eylül 1921 günü akşamı Malta’dan hareket edecek Tricotti vapuruna, 16 kişi üç grup halinde binerler. Ali İhsan Paşa, vapura binen ilk grup arasındadır. Sicilya Adasının doğu kıyılarından kuzeye doğru ilerleyen vapur, 7 Eylül akşamı Mesina’nın karşısında küçük bir kasabaya yanaşır.[44] Kafiledekiler, oradan ertesi günü Napoli’ye, 9 Eylül günü de Roma’ya varırlar. 25 Eylül 1921 sabahı Kuşadası’na varan Ali İhsan Paşa[45], Söke’den Mustafa Kemal’e telgraf çekerek görev isteyecek ve Ankara’ya davet edilerek[46] Anadolu’daki Milli Mücadeleye katılacaktır.
General Harrington’un Malta’dan kaçışıyla ilgili şeref sözünü tutmadığına dair iddialarına karşı, Hakimiyet-i Milliye gazetesine Harrington’a cevap niteliğinde yazı göndermiştir. Ali İhsan Paşa’ya göre Malta’da iki buçuk sene azap çekmek mukadder imiş.[47]
6. İSTİKLAL SAVAŞI’NDA ALİ İHSAN PAŞA
Ali İhsan Paşa’nın İstiklal Savaşı’ndaki etkinlikleriyle ilgili bazı ayrıntılar Nutuk’ta Ali İhsan Paşa bölümünde de verilmiştir.
Birinci Dünya Harbi’nin tanınmış kumandanlarından Ali İhsan Paşa, İngilizler tarafından sürüldüğü Malta’dan kurtulup, Ankara’ya geldiği zaman başta Mustafa Kemal olmak üzere bütün Milli Mücadele erkanı tarafından hararetle istikbal ile kısa bir zaman sonra da Birinci Ordu Komutanlığı’na tayin edilmişti. [48] Tayin edildiği bu ordu henüz yeni oluşturulmuştu.[49]
Fakat bu vazifeyi gönüllü kabul etmiş görünmekle beraber sırada Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa’dan daha kıdemli oluşundan dolayı, ilk günlerden itibaren bilhassa İsmet Paşa’nın şahsına karşı duyduğu hoşnutsuzluğu da gizleyemez olmuştu. [50]
Birinci Ordu Karargâhı’nın teşkili ve Bolvadin’e sevki işleriyle uğraştı. Birinci Ordu’yu teftiş eden Mustafa Kemal Paşa(28-31 Mart 1922) birliklerin altı ayda getirildiği safhadan ve gerçekleştirilen diğer faaliyetlerden memnuniyetini dile getirdi. Fakat İsmet Paşa ile anlaşmazlıkları devam ediyordu.[51]
İsmet Paşa’ya karşı gizlenemeyen hisleri, vazife icabı, her günkü temaslarda kendini göstere göstere kuvvetlenip arttıkça günün birinde apaçık bir anlaşmazlık haline gelmiş ve bu durum nihayet İsmet Paşa’nın şikâyetlerine yol açmıştı. Bu şikâyetler üzerine İsmet Paşa veya Ali İhsan Paşa’dan birini feda etmek zorunda kalan Mustafa Kemal Paşa uzun uzadıya tetkiklerden sonra İsmet Paşa’yı haklı bularak Ali İhsan Paşa’yı ordunun başından çekmek kararını vermiştir. Fakat karar bu kadarla kalmamış, Ali İhsan Paşa’nın itaatsizlik-tahrik gibi davranışları nedeniyle cezalandırılması ve bunun için de İstiklal Mahkemesi’ne verilmesi düşünülmüştür.
Durumu yerinde incelemek için Topçu İhsan Bey’in başkanlığındaki İstiklal Mahkemesi cepheye yakın bulunan Ali Hikmet Paşa’nın karargâhına gitmiş, daha sonra İsmet Paşa’yı da dinlemek için Akşehir’e yol almıştır. İsmet Paşa’nın Ali İhsan Paşa’nın cezalandırılmasını istemesi karşısında, İstiklal Mahkemesi ithamına medar olacak hiçbir noktaya tesadüf edemediğini beyanla Ali İhsan Paşa’yı muhakeme edemeyeceği kararını vermiştir. Ancak yine de Mustafa Kemal, Ali İhsan Paşa’yı suçlu buluyordu.
Askeri ve siyasi sebeplerle kumandanlığına nihayet verilen Ali İhsan Paşa, Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın tensibiyle hakkında kanuni muameleye devam edilmek üzere, Müdafai Milliye Vekaleti emrine verildi ve nihayet bir müddet sonra da Galip Paşa Divanıharbine verilen Ali İhsan Paşa, bu Divan-ı Harp kararıyla emekliye ayrıldı.[52] Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile gene bu cephede 1.Ordu Kumandanı Ali İhsan(Sabis) Paşa arasında patlak veren bir otorite ve disiplin ihtilafı süratle ve Ali İhsan Paşa’nın ordudan uzaklaştırılmasıyla neticelendi.[53] 28 Haziran 1922 itibariyle artık bir komutan değildi.[54]
7.EMEKLİLİK YILLARI VE SONRASI
Sivil hayata geçtikten sonra bir ara kömür ticaretiyle meşgul oldu. Soyadı Kanunu çıkınca Irak Cephesi’nde İngilizlere karşı kazandığı Sabis Muharebelerinden dolayı Sabis soyadını aldı.[55]
Ali İhsan Sabis, yazdığı Harp Hatıralarım ismindeki kitabını tenkit eden Yeni Halk gazetesi sahibi M.Faruk Gürtunca aleyhine İstanbul 7.Asliye Ceza Mahkemesi’nde bir hakaret davası açtı. Ali İhsan Sabis bu davasında Halk gazetesini kendisini bir ecnebi devletten para almakla itham ettiğini, egoist bir adam olduğunu ve bir köy muhtarlığı bile yapacak değere sahip bulunmadığını yazmak suretiyle haysiyet ve şerefine tecavüz etmiş bulunduğunu ileri sürdü. Mahkeme iki aydan fazla sürdü. Bu davanın savunmasında Esat Mahmut Karakurd şu sözleri sarf etmiştir:
Bu adamın yüzünden memleketimizin en güzel parçası olan Musul’u kaybetmişiz. Eğer bir baş olsa ve milleti de peşine takmak imkânını bulsa imiş, inanınız ki, bütün vatanı kaybedecekmişiz. Bunu nasıl bağırmayacak ve bunu nasıl yazmayacaktık?
Bu davada M.Faruk Gürtunca beraat etmiştir.[56]
1941 senesinde Tasvir-i Efkar gazetesinde II.Dünya Harbi’ne dair askeri makaleler yazmaya başlamıştır. Bu yıllarda kendi adından rahatsız olduğunu düşündüğü İnönü tarafından sıkı takibe tutulduğunu iddia etmektedir. 1942 yılında Matbuat Umum Müdürü’nün yazılarıyla ilgili ihtarname ve sansür işine koyulduğunu söylemektedir.
Türkçe gazetelerde yazı yazmasının men edildiğini, Tasvir-i Efkar’ın sahibi Ziyad Ebuzziya’nın evine gelerek artık baskılardan dolayı yazılarını neşredemeyeceğini söylediğini ifade etmektedir. 1942 senesi sonunda gazetelerde yazı yazmak imkânı kalmayınca 1943 senesinde kitaplarından Harp Hatıralarım’ın birinci cildini ve İkinci Dünya Harbi eserlerini bastırdığını söylemektedir.[57]
Yazılarında Nazi ordularının ilerleyişini alkışlıyordu. Bugünlerde tenkit yazılarıyla yetinmeyerek başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere devlet ve hükümet erkânına suçlayıcı mektuplar göndermeye başladı.[58] İmzasız yazılarla Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü ve hükümet erkânını eleştirmeye devam etti. Suçlamaları cumhurbaşkanlığı makamını rencide eder duruma gelince hükümetin emriyle tutuklandı (24 Şubat 1944) ve sıkıyönetim mahkemesinde yargılanarak 15 ay ağır hapse mahkûm edildi.(10 Şubat 1947)[59] 37 gün taş hücrede kalmıştır.[60] Bu konudaki düşünceleri şöyledir:
Milli Şef denilen zat, eski rekabet, haset ve kin ateşinin sevkiyle intikam arıyordu. Bazı gizli tertipler safhasında ve sıkıyönetim çarkları arasında 1944 Mayıs’ında tevkif olunmuştum. Celal Yardımcı’nın müdafaamı deruhte etmesine bile müsaade olunmamıştı. Sıkıyönetimdeki muhakeme Askeri Yargıtay’ın lehimde bozma kararlarına rağmen […] 15 aya mahkûmiyetim ile neticelendi. Yeni Askeri Yargıtay Başkanı orgeneralliğe terfi olundu. Nihayet İkinci Dünya Harbi’nin ateşi söndü; mütareke başladı. 1945 ilkbaharında demokrasi güneşi ufuklarda yükseldi. Ben de mahkûmiyetimi bitirerek hürriyetime tekrar kavuştum.[61]
1950 affında cezası sonuçları itibariyle kaldırıldı. 1954’te 9.Dönem’de DP Afyonkarahisar milletvekili olarak meclise girdi. Milletvekilliği bir dönem sürdü.[62]
Hatıralarını Harp Hatıralarım isimli beş ciltlik kitapta topladı. Eserinin 1.cildini 1943’te, II. ve V.ciltlerini 1952’de yayınladı. III. ve IV. ciltlerini yayınlayamadan vefat etti. Hatıraları daha sonra yeniden neşredilmiştir.[63]
Almanca ve Fransızca bilen Ali İhsan Sabis, az düzeyde İngilizce biliyordu. İstanbul Gazetesi’nde yazarlık yapmıştır.[64] 7 Aralık 1957’de[65] 75 yaşında ölen[66] Sabis, İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda gömülüdür.[67]
8.TBMM’DE KAYITLARINDA ALİ İHSAN SABİS
DP yönetimi, tek partili dönemin tüm eylem ve işlemlerini kuşku ile karşılamıştır. Afyonkarahisar Milletvekili Ali İhsan Sabis’in Topkapı Sarayı’ndaki Şah İsmail tahtının elimize geçtiği zamanki halini muhafaza edip etmediğine ve aynı yerde mevcut gümüşten mamul masa saatinin bugünkü durumuna dair sorusuna Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin sözlü cevabından sonra Sabis söz almış ve bakanın açıklamalarını yeterli görmüş, bu eserlerin tamir edilip halka açık hale getirilmesinden bahsetmiştir.[68]
Milliyetçilerin uğradığı işkence konusunda da TBMM’de Ali İhsan’ın adı geçmektedir. 1944 yılı uygulamalarıyla ilgili olarak Isparta Milletvekili Said Bilgiç şu ifadelerde bulunmuştur:
Hikmet Tanyu’nun kitabından okuyorum. Başka bir sebeple bizimle aynı tarihlerde tevkif olunan Orgeneral Ali İhsan Sabis buralarda ıstırap çekti. Bunu ona bile reva gördüler. Aç bırakmak, keza saat, gün farkıyla herkese. Susuz bırakmak, birçoklarına bitli, türlü haşeratı ihtiva eden odalarda yalnız bırakmak.[69]
27.6.1951 tarihinde TBMM Başkanlığı’na İnönü Muharebeleri’ni anma törenlerinde Çerkez Ethem’le ilgili hain ifadesinin değiştirilmesi konusunda bir teklif vermiştir.[70]
7.11.1951 tarihinde TBMM Başkanlığı’na verdiği yazılı soruda 30 Ağustos törenlerinde milletvekillerine söz verilmemesinden şikâyet etmiştir.[71]
9.NUTUK’TA ALİ İHSAN PAŞA
Mustafa Kemal, Ali İhsan Paşa’ya Nutuk’ta geniş bir yer vermiştir. Bunun nedeni I.Dünya Savaşı’nda yaptığı hatalar ve İstiklal Savaşı’nda birlik ve beraberliği bozacak nitelikteki çalışmalarıdır. Mustafa Kemal’in Nutuk’taki görüşleri şu şekildedir:
Ordularımızdan birinin, 2.ordunun kumandanı bugün Askeri Şura üyelerinden olan Şevki Paşa hazretleri idi. 1.Ordumuzun komutasını Malta’dan gelmiş olan İhsan Paşa’ya vermiştik. İhsan Paşa’nın kendisini Divan-ı Harbe kadar götüren yersiz davranışlarından dolayı, ordu komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekten Ali İhsan Paşa, ordunun disiplinini genel yönetimini bir çıkmaza sokacak şekilde hareket etti. Örnek olarak ordusundaki ast kumandanlarda, üst kumandanlara karşı itaatsizlik edecek durumlar yarattı.
Söz gelişi, ambarlarının mevcudunu günlerce haber vermeyerek ve haber verdirmeyerek genel yiyecek sıkıntısının çekildiği bir sırada ansızın ambarlarının boşaldığını ve açlık tehlikesinin bulunduğunu bildirdi.
Ast kumandanları, üstlerine karşı itaatsizliğe ve görevlerini yapmamaya kışkırtma ve bu davranışları destekleme gibi tutumları yanında, ordunun emirlere uyma ve görev duygusuyla oynayacak kadar entrikacı bir yaratılışta olduğu kanaatini de uyandırdı.[72]
Ali İhsan Paşa’nın bilinen, kendisine has özelliklerinden başlıcaları şunlardı: En küçük birliklere kadar bütün ordusuna, önemli önemsiz her işin ve kararın ancak kendisi tarafından verileceğini telkin ederek, bütün ordusunda, yalnız kendisinin güç sahibi olduğunu zannettirmek. Büyüklerinden daha üstün olduğunu herkese ispatlamak düşüncesine kapılmak. Gerek resmi iş gerek özel davranış bakımından büyüklerinin itibarını düşürmeye çalışmak. Savaş açısından tedbirde yerindelik ve sinirde sağlamlık yönleriyle kendisini deneme fırsatı bulunmamış olmakla birlikte, bu hususta anlaşılan karakteri şuydu: Herhangi bir başarısızlığı mutlaka astına veya üstüne yükleme yolunu her zaman düşünmesi. İhsan Paşa nazik ve yumuşak davranışlardan çok, sert ve resmi davranışla iş yaptırmayı gerekli bulur.
Ali İhsan Paşa’nın huyu ve ahlakı konusunda kendisinin kurmay başkanı iken çekilmek zorunda kalan Yarbay Halit Bey’in (sonradan Kastamonu milletvekili olmuştur.) Batı Cephesi Komutanlığı’na verdiği 20 Ocak 1922 tarihli resmi bir raporunun bazı bölümlerini olduğu gibi bilginize sunacağım. Halit Bey, Birinci Dünya Savaşı’nda Irak’ta da Ali İhsan Paşa ile birlikte bulunmuştu. Sözünü ettiğim raporda şu cümleler vardır:
Kumandanım Ali İhsan Paşa’nın geldiği günden beri ast kumandanların haysiyetini ve görev yapma isteğini kıracak davranışlar içinde bulunması ve yapılan yazışmalardan anlaşılmış olacağı üzere Cephe Kumandanlığı’na karşı astlara hissettirecek derecede yakışıksız bir haberleşme kapısı açması, benlik korkusu hissedilen düşünce yarışına girişmesi, dünyanın değer verdiği ve saygı duyduğu cephe komuta merkezinin etkisini azaltmak istediğini anlatır bir davranış tarzını benimsemiş olması, beni ciddi olarak düşündürdü ve üzdü. Davranışlarını elinden geldiği kadar değiştirmeye çalıştım. Fakat yine büyük bir fark göremedim.
Ahlakında yer etmiş bencillik hastalığı, ün yapma hırsı, aşırı kıskançlık ve sonsuz bencilliğin etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanlar yanında söylediği birbirine düşürücü sözlerden anlaşılıyordu. 11.Tümen Komutanı istifamı işittikten sonra, bana gizli bir konuşmada: “Ali İhsan Paşa’nın Malta’da iken kurtulması için Ferit Paşa’ya mektuplar yazdığını ve İngiliz mandasını kabul etmek için kendi karşısında saatlerce açıktan açığa konuşmalar ve tartışmalar yaptığını” söyledi. Ali İhsan Paşa’nın davranışlarına bakarak bu sözleri dikkat çekici buldum… Astlardan gelen bazı evrakı cepheye, cepheden geleni astlara olduğu gibi göndererek karşılıklı güven duygularını sarsma şeklindeki davranışları da ayrıca dikkati çekmektedir. Söz gelişi, Şeyhelvan Dağı’nın düşman eline geçişi ile ilgili yazışmaların olduğu gibi 2.Kolordu’ya, 5.Kolordu’dan yazılan bazı raporların da aynen cepheye yazılması gibi. Buna rağmen söz konusu olayın sorumluluğunu 5.Kolordu Komutanı’na yüklemesi ve kendisinden cepheye şikâyette bulunması amirlik niteliği ile bağdaştırılamaz. Tevhid-i Efkar gazetesinde yayınlattığı hatıraları arasında Ateşkes Anlaşması tarihinden bir gün önce Musul güneyinde, Şarkat’ta esir olan Dicle Grubu’nun esirlik sebebini yalnız o zaman grup komutanı olan (şimdi Doğu Cephesi’nde Tümen komutanı imiş.) Yarbay İsmail Hakkı Bey’in üzerine atması da bu karakterinin delilidir. Dicle Grubu, 7, 9, 43, 18, ve 22.Alaylarla Avcı alayından oluşmuştur. Bunlardan başka ayrıca 5.Tümen’den 13 ve 14.Alaylar da parça parça esir verildi. Ateşkes Anlaşması’ndan bir gün önce 13.000 kişinin esir verilmesi, 50 kadar topun kaybı, gerçekte kendisinin şartlara ve duruma uygun olmayarak verdiği bir emir yüzündendir. İşte bu durum Musul ilinin kaybedilmesine yol açtı. Halbuki ateşkes anlaşması yapılacağı belliydi. Gruba Keyare mevziine çekilmek için direktif verilseydi İngilizler gruba tesir etmek şöyle dursun yenemezlerdi bile. Bu gruba 5.Tümen de katılabilirdi. Ateşkes anlaşması yapıldığı zaman, esir olan 8 piyade alayı elde bulunur ve Musul da bizde kalırdı. Fakat sefil bir düşünce mantığa galebe çalmıştır. [73]
Mütarekenin imzalandığı sırada Türk kuvvetleri Irak ve Suriye cephelerinde İngilizlerle karşı karşıya bulunuyorlardı. Irak Cephesi’nde bulunan 6.Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın önerdiği mütareke hattı İngilizler tarafından kabul edilmemiştir. İngiliz Kuvvetleri Komutanı General Marshall, mütarekenin 7. ve 16.maddeleri gereğince Türk kuvvetlerinin Musul’u dışarıda bırakacak bir hattın kuzeyine çekilmesini istemiştir. Bu hususta iki komutan arasında yazışmalar yapılmıştır. Tartışma konusu, Musul’un Irak’tan sayılıp sayılmayacağı olmuştur. Sonuçta İngilizlerin isteği ağır basmış ve Musul boşaltılarak İngilizlere bırakılmıştır.[74] Nutuk’ta Mustafa Kemal Paşa şunları aktarmaktadır:
Hatıralarında, Dicle boyundaki bütün başarı ve Townshend’in esir alınması şerefi, kendisine mal edilmiştir…Her başarıyı kendisine aitmiş gibi gösteren yayınlar yapmaktan maksadı, kamuoyunu aldatarak şöhret ve konum kazanmaktır. Ünlü adamların hatıralarını yayınlamak, millette övünme duygularını canlı tutar ve gereklidir de, ancak, tarihin sorumlu tutacağı kimselerin hareketlerini övünülecek şeyler arasında saymak tarihi lekeler ve gelecek nesilleri yanlış düşüncelere sürükler.
General Marshall’ın: “Yarın öğleye kadar Musul’u terk ediniz. Aksi halde savaş esirisiniz!” emrini aldığı zaman o büyüklük taslayan Paşa Hazretleri, Sincar Çölü’nü geçerek Nusaybin’e gitmek için General Marshall’dan resmi bir yazı ile kendisini koruyacak iki zırhlı otomobil istedi ve bunların koruyuculuğunda Aşir Bey’le (şimdiki milli Savunma Bakanı müsteşar Yardımcısı Aşir Paşa’dır.) beni Musul’da bırakarak Nusaybin’e gitti. Aşiretler arasında hükümetin manevi otoritesini de kırdı. Bu durumu görenlerin vicdanı sızladı. Zaho yoluyla korucusuz gidebilirdi veya süvari alarak çölden geçebilirdi. Halep’te İngiliz generalinden şahsı için özel tren istedi ve yolda hakarete uğramaması için muhafız bulundurulmasını istemeyi de unutmadı. Gerektiğinde hayatının ve rahatının korunması için milli şerefi unutan Paşa Hazretleri’nin ahlakına örnek olmak üzere yukarıdaki olayları dile getirdim… Eski komutanıma hoş görünmedim… Çünkü hırsına hizmet etmedim ve dalkavukluğunu yapmadım… Millete, Milli Ordu’yu kuran ve zaferler kazanan büyük komutanlar gibi asil ruhlu, iyi niyetli kılavuzlar, komutanlar gerekir. Ordu’da birlik ve uyumun bozulmasına, görev aşkının zayıflamasına çalışanlar, dahi de olsa birer şahsiyettirler. Ben, çekilen emekleri, bildiğim, girişilen kutsal mücadelede başarıya ulaşmayı istediğim için, kötü niyetli olmadığıma ve çıkar gözetmediğime namusum ve mukaddesatım üzerine yemin ederek bunları anlatmaya cesaret ettim. İran’da, Kafkasya’da uzun süre yaverliğini yapan (şimdi 1.Ordu Harekât Şubesi Müdürü) Binbaşı Cemil Bey, son günlerde bana; “İyi ki Ali İhsan Paşa Milli Mücadele’nin başlangıcında Anadolu’da bulunmadı. Malta’da bulunduğu iyi oldu. Aksi halde hiç şüphe yok ki aykırı bir yol tutardı” dedi. Paşa’nın nasıl bir insan olduğunu çok iyi bilen Cemil Bey, pek doğru söylemiştir… Ulu Tanrı’dan “kış uykusuna yatmış yılana güneş göstermesin” dileğinde bulunurum.
Efendiler, Ali İhsan Paşa, Meclis’teki muhalif grup ileri gelenleri ile temas ve haberleşmelerde bulunuyordu. Kendisinin komutanlığına son verilerek, hakkında kanuni işleme devam edilmek üzere Milli Savunma Bakanlığı emrine verilmesini onayladığım, 18 Haziran 1922 gününün ertesinde, yani 19 Haziran tarihinde, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı bulunan Rauf Bey’den makine başında İhsan Paşa ile ilgisini gösterir bir şifreli telgraf almıştım. Yeri gelince bu telgrafı da bilginize sunmuştum. O günlerde Adapazarı, İzmit taraflarında gezide bulunuyordum. Rauf Bey telgrafında diyordu ki: “1. Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa’nın görevden alınarak Divan-ı Harbe verilmek üzere Konya’ya gönderildiğine dair Meclis çevrelerinde dedikodulara yol açan bir söylenti vardır…”[75]
Muhalif mebuslar orduya hakim olmak ve Mustafa Kemal’in otoritesinin artmasını engellemek istiyorlardı. Bilhassa 1.Ordu Kumandanı Ali İhsan Paşa ile mektuplaşıyorlardı. Ali İhsan Paşa, Malta’dan döndükten sonra sınıf arkadaşı olan Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’da çok samimi karşılandı. Orduda vazife isterken diğer taraf da muhalif fikirli mebuslarla görüşerek onlara ümit verdi. İsmet Paşa’dan daha kıdemli olduğu halde onun emrine girmeyi nezaketen kabul ettiğini söylüyordu. Bu sözler muhalif fikirli mebusların ümitlerini artırıyordu. Bir yandan Ali İhsan Paşa, ordunun durumunu tam bilmiyordu. Pek tabi olarak bir ordu kumandanının Meclisteki bazı muhalif fikirli mebuslarla mektuplaşması uygun değildi.[76] Nutuk’ta Mustafa Kemal Paşa şöyle devam etmektedir:
Efendiler bir komutanın görevden alınması göreve tayini veya askeri mahkemeye verilmesi işleminin üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclisçe dedikodu olabilecek bir söylenti haline gelmesi ve Meclis İkinci Başkanı’nın bu olayla, benden açıklama isteyecek kadar yakından ilgilenmesi dikkat çekici değil midir?[77]
Mustafa Kemal görüldüğü gibi Nutuk’ta Ali İhsan Paşa’yla ilgili ağır ifadeler kullanmış ve onu eleştirmiştir. Ali İhsan Paşa, bu eleştirilere Harp Hatıralarım isimli eserinde yanıt vermiştir.[78]
10.SABİS’İN İNÖNÜ VE ATATÜRK’LE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ
Sabis, Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa hakkındaki düşüncelerini hatıralarında şöyle aktarmaktadır:
Sakarya Muharebesi’nden sonra Malta’dan kaçarak Anadolu’ya iltihak ettikten ve Afyonkarahisar karşısında 1.Ordu’nun kumandasını üzerine aldıktan sonra bizzat gördüğüm ve yaşadığım günler esnasında İsmet Paşa’nın bin bir çeşit idaresizlikleri, tereddüt ve evhamlarını gördüm.[79]
Bu sözler İhsan Paşa ile İsmet Paşa’nın arasındaki ayrılığı anlatmaya yetmektedir. Sabis, 1947 senesinde Sultanahmet Cezaevi’nden çıktıktan sonra eve gittiğini ve burada bir gazeteci ile sohbetinde şunların geçtiğini anlatır:
-Aziz paşam, derler ki Mustafa Kemal Paşa ile Ali İhsan Paşa’nın arası iyi değildi, arada zıddiyet ve rekabet vardı; Gazi onu sevmezdi. Gazi’nin Nutuk adlı kitabında Ali İhsan Paşa hakkındaki sözler Paşa’nın lehinde değildi. Acaba bu sözler doğru mu? Realiteye uygun mu? Kuzum Paşam! Aranızda ne vardı? Bir parça olsun izah etmez misiniz? Tarihin tenviri lazımdır.
-Mustafa Kemal Paşa beni pekiyi bilir ve takdir ederdi, sınıf arkadaşımdır. Harp Akademisi’nde üç sene beraber aynı dershanede okumuş ve çalışmış idik. Aramızda hiçbir ihtilaf, gürültü hatta hoşa gitmeyecek sert bir söz bile geçmemiştir. Birinci Dünya Harbi’nde ayrı ayrı Harp sahnelerinde düşmanla çarpışmış idik. Bu harbin sonunda ona Halep civarında mukavemet etmesine yardım için kendi ordumdan İstanbul’a haber vermeden ağır topçu ve makineli tüfek göndermiştim. Malta’dan kaçarak Ankara’ya geldiğim gün bizzat İstasyon’a gelerek beni karşılamıştı, kucaklaşıp öpüşmüştük.
Ertesi gün beni Afyonkarahisar Cephesi Kumandanlığı’na tayin etti. Garp Cephesi Kumandanlığı’nı elinde tutan zat, tabiatı icabı hemen tereddüde düşmüş, beni kendisine rakip telakki ederek entrikalara başlamış, Gazi ile aramı bozmak için ne yapmak mümkün ise aklına geldikçe ve fırsat buldukça yapmış, benim Mustafa Kemal Paşa’ya rakip olduğuma onu nihayet inandırmış. Görüyorsunuz ki beni dokuz sene evvel ölen Mustafa Kemal Paşa değil, İsmet Paşa’nın reisi cumhur sandalyesinde diktatörlük yaptığı devirde sıkıyönetim idaresi tevkif ve mahkûm ederek hapsetmiştir.
Bu konuşma Sabis’in Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa hakkındaki düşüncelerini açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk’le anıları Akın adında haftalık çıkan bir gazetede 9/10/1947 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlamıştır.[80]
Katıldığı Savaşlar
1
1912-1913 Balkan Savaşı
2
Birinci Dünya Savaşı
3
İstiklal Savaşı
Nişan, Madalya ve Takdirnameleri
Dördüncü Rütbeden Osmani, İkinci Rütbeden Kılıçlı Osmani, İkinci Rütbeden Mecidi nişanları.
Liyakat, Gümüş Muharebe Liyakat, Gümüş Muharebe İmtiyaz, Altın Muharebe Liyakat, Altın Muharebe İmtiyaz madalyaları.
Alman İkinci Sınıf Demir Salip, Avusturya-Macaristan Üçüncü Sınıf Askeri Meziyet ve İkinci Rütbeden Askeri Muharebe Liyakat, nişan ve madalyaları.
İstiklal Madalyası.
Sivil hayattaki görevleri: 14/5/1950 seçimlerinde milletvekili seçildi ve 22 Mayıs’ta TBMM’ye girdi.[82]
Askeri Görevleri:
- Şubat 1905-Temmuz 1907 Kurmay stajları için 4.Ordu emrinde Dersim harekatında müfreze komutanı olmuş, 4.Ordu Karagahı 1.Şubede görev yapmıştır.
- Temmuz 1907-Ekim 1908 Edirne Harp Okulu’nda İstihkam Öğretmeni olarak görev yapmıştır.
- Ekim 1908-Şubat 1909 2.Ordu Karagahı 1.Şubede görev yapmıştır.
- Şubat 1909 Genelkurmay Dairesi 3.şubeye atandı. 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmayla görevlendirilen 2.Ordu birlikleri (Hareket Ordusu) ile İstanbul’a geldi ve bir süre Beyoğlu Merkez Komutanlığı görevinde bulundu. Sonra aynı yıl içinde öğrenim için Almanya gönderildi.
- Ekim 1911-Ekim 1912 Harp Akademisi’nde öğretmen yardımcısı oldu.
- Ekim 1912-Şubat 1913 Genel Karargah 3.Şubede ve sonra Çatalca Mevki Komutanlığı Kurmay Başkanı oldu.
- Şubat 1913-Haziran 1913 10.Kolordu Karargahı 1.Şube Müdürü olarak görev yapmıştır.
- Haziran 1913- Ocak 1914 Maydos kolordusu Kurmay Başkanı olmuştur.
- Ocak 1914-Aralık 1914 Genelkurmay Dairesi ve sonra Genel Karagah 1.Şube Müdürü olarak görev yapmıştır.
- 13 Aralık 1914 2.Ordu Kurmay Başkanlığı’na atandı.
- 1915 Gönüllü olarak Kafkas Cephesi’ndeki 3.Ordu’ya gitti ve bir süre 13.Kolordu Komutan Vekilliği’nde bulundu.
- Nisan-Haziran 1915 Tortum Muharebeleri dolayısıyla teşkil edilen 3.Ordu Genel İhtiyat Komutanı ve kısa bir süre 11. Kolordu Komutan Vekilliği yaptı.
- Haziran-Eylül 1915 Birinci Kuvve-i Seferiye Komutanı oldu.
- 30 Eylül 1915-Şubat 1916 9.Kolordu Komutanı oldu.
- Şubat 1916-Ekim 1917 13.Kolordu komutanı (Bu kolordu ile Irak Cephesi’nde 9-10 Mart 1916 Sabis Muharebesi’ni kazandı.[83] Haziran 1916’dan itibaren İran Harekatı’nda bulundu.)
- Ekim 1917-Temmuz 1918 6.Ordu Komutanlığı’na atandı ve 1 Eylül’de Musul’a gelip göreve başladı. Mondros Mütarekesi’nden bir süre sonra 6.Ordu’nun lağvedilmesi üzerine İstanbul’a çağrıldı.
- Mart 1919 İngilizler tarafından İstanbul’da tutuklanıp Malta’ya sürgün edildi.
- 25 Eylül 1921’de esaretten döndü ve milli orduya katıldı.
- 9 Ekim 1921’de Batı Cephesi 1.Ordu Komutanlığı’na atandı.
- Haziran 1922’de Milli Savunma Bakanlığı emrine alındı.
- 28 Haziran 1922’de emekliye ayrıldı.[84]