Yorum: Sarraf ismini yakın zamanda unutmayabiliriz
İlhan Tanır 01 Ocak 1970
ABD’deki Sarraf davasını yakından izleyen Gazeteci İlhan Tanır, dava sürecini ve bundan sonraki muhtemel gelişmeleri DW Türkçe için kaleme aldı.
Mart 2016'da Miami’de tutuklanan İran asıllı Türkiye vatandaşı ve altın taciri Rıza Sarraf’ın 20 aydır beklenen davası, Sarraf’ın sanık değil, ama tanık sandalyesine oturması ile Kasım ayının son günlerinde başlamıştı. Dava dördüncü haftasına girmeye hazırlanırken yeni yıldan önce jürinin kararını da açıklaması bekleniyor.
Öncelikle Sarraf davası sırasında beklentileri yükselten kişinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Henüz dava başlamadan eylül ayından itibaren onlarca kez Sarraf'tan bahseden, Sarraf’ın itirafçı olmasının belirlemeye başlaması ile birlikte "dünyayı ayağı kaldırırız" türü çıkışlarla ABD’ye meydan okuyarak tüm dünya basının ilgisini yükselten kişi Erdoğan idi.
Peki, dava kopardığı gürültü kadar haber değeri taşıyan yeni bilgileri ortaya koyabildi mi?
Davada 17 Aralık iddiaları gündeme geldi
Davada Amerikan hükümetini temsil eden New York Güney Bölgesi Savcılığı ve tek sanık olarak yargılanan Mehmet Hakan Atilla’nın avukatlarının 17 Aralık 2013 soruşturmasını referans olarak almaları dikkatleri çekiciydi. Mehmet Hakan Atilla şimdi kendi talebiyle tanık sandalyesine çıkarak savunmasını yapıyor.
Savcılık, 17 Aralık dönemindeki telefon tapelerini Sarraf’ın açıklamaları ile birlikte Atilla ve daha büyük bir ambargoyu delme çarkı üyelerinin aleyhine kullandı. Halkbank veya bir başka deyişle Türk hükümetinin tuttuğu avukatlardan oluşan savunma hattı da aynı tapeleri yine "kanıt" olarak kabul edip savunmalarına dahil etti.
Duruşmaların üçüncü haftasında tanık koltuğuna oturan ve 17 Aralık soruşturmasını yapan polislerden biri olan - hakkında ciddi ‘Gülenci‘ olduğu iddiaları bulunuyor - Hüseyin Korkmaz’ın çapraz sorgusu esnasında da Atilla’nın avukatları, 17 Aralık'ı bu kez Gülen Grubu ile Erdoğan hükümeti arasındaki güç savaşının bir parçası olarak ele aldı.
Ve tüm bunlarla New York'taki mahkemede Türkiye’de büyük deprem yaratan 17 Aralık soruşturmasının kapağı bir kez daha açıldı ve bu kez söz konusu iddialar tüm dünyanın gözleri önüne serildi.
Türk siyaseti ve bürokrasisi
Duruşmalardan belki de en fazla yarayı Halkbank aldı. Yüzde 51'i Türk devletine ait olan bir bankanın içinde Türkiye’nin en büyük ve güçlü NATO müttefiği olan ABD'nin yürürlüğe koyduğu İran ambargolarının üst düzey Türk siyasi ve bürokratik kurum yetkilileri tarafından yıllar boyunca delindiği tüm dünyaya ilan edildi.
Bu süreçte ABD ambargolarına uyan Çin, Japonya ve Hindistan gibi büyük ölçekli ülkelere karşılık Türk hükümetinin kendi başına buyruk ve verdiği sözlerin hilafına hareket ettiği savcılık tarafından ileri sürüldü ve hatta bunun Halkbank avukatları tarafından da kabul edildiği görüldü.
Sarraf, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen dönemin Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın on milyonlarca euro ve dolar rüşvet aldığını, bu rüşvetleri bizzat kendisinin verdiğini de teyit ettİ ve bunları şirket içi belgelerle mahkeme heyetine sundu. Bu da dava sırasında İran ambargolarını delme çarkının, dönemin Türk hükümetinin en yüksek mevkilerine kadar ucunun değdiğini gösterdi.
Daha duruşmalar başlamadan 6 Eylül tarihinde açıklanan dördüncü genişletilmiş iddianamede, Zafer Çağlayan’ın İran ambargolarını delme mekanizmasının liderliğini yaptığı ve bu çarkın başka başka kurumlar tarafından soruşturulmaması için de "koruma" ödevini de gerçekleştirdiği yazılmıştı.
Erdoğan gibi ülkesindeki küçük-büyük her konunun kendi onayından geçmesini isteyen güçlü bir lidere yakın bir bakanın ondan habersiz on milyarlarca doları yönetmesi ve on milyonlarca dolar rüşveti saklaması hayatın doğal akışına aykırı gibi duruyor.
Konu Zafer Çağlayan’ı aşıyor
Sarraf’ın Haziran 2014 tarihinde aynı zamanda Erdoğan’ın ve kendisinin de avukatı olan Mehmet Doğan İnal ile yaptığı telefon mesajlaşmalarında, 17 Aralık sonrasında dahi İran ambargolarının bizzat dönemin Başbakanı Erdoğan ve damadı, şimdiki Enerji Bakanı Berat Albayrak tarafından delinmeye devam edilmesi talimatının iletildiği iddiası ortaya çıktı ve bu iddia Ankara tarafından da reddedilmedi. Bu da konunun Çağlayan’ı aştığını gösteren diğer başka dolaylı kanıtlar olarak dosyaya girdi.
Bütün bunlar olurken bir yandan da Ankara’nın Rusya ile yakınlaşması, S-400 hava savunma sistemini NATO’nun hilafına almakta ısrarcı olması ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına verilen en sert tepki yine Ankara’dan gelmesi ile zaten bir süredir zor bir dönemeçten geçen ilişkilerin derinden sarsılmasına tanık olunuyor.
Sarraf’ın tanıklığının son gününde kendisine Savcı Sidhardha Kamaraju tarafından "Atilla dışında başka kimseler ve kurumlar hakkında bilgi verdiniz mi?" sorusuna, savcılıkla yaptığı anlaşma gereği "global tanıklığı" çerçevesinde başkaları hakkında da bilgiler verdiğini teyit etti. Dolayısıyla bu dava sonucu ne olursa olsun, yeni iddianameler hazırlanabileceği ve suçlanan yeni kişilerle karşılaşabileceğimiz ciddi bir olasılık olarak savcılık tarafından dile getirildi.
Türk bankalarına ceza gelebilir
Dava sürecinde doğrudan suçlanan Halkbank’ın yanı sıra Aktifbank ve Arap & Türk Bankası başta olmak üzere, Türkiye bankacılık sektörünü vurması beklenen ciddi cezaları da Erdoğan’ın nasıl karşılayacağı bilinmiyor. Bu cezaların ABD ve Türkiye arasında yeni fırtınaları tetiklemesi elbetteki içten bile değil. Erdoğan’ın son günlerde yaptığı konuşmalarda "Ülkemizin önünü terörle, darbeyle kesemeyeceklerini anlayanlar şimdi ekonomi silahını çektiler" gibi retorikler kullanması, önümüzdeki dönemdeki bu fırtınalı gelişmelere hazırlık yaptığı izlenimini doğuruyor.
Davada ortaya dökülen ve Sarraf’ın tanıklığından elde edilen bilgilerin yeni mahkeme süreçleri ve dahi yeni krizler getirmesi şaşırtmayacaktır. Diğer bir ifadeyle, Atilla’nın davasının yakın bir zamanda bitecek olması, Sarraf’ın ismini unutacağımız anlamına gelmeyebilir.
© Deutsche Welle Türkçe