Bir beka sorunu
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
Ortadoğu’da, jeopolitiğin iki büyük tektonik tabakasının birbirine sürtünmesi hızlanıyor. AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarı, bu sürtüşmenin Suriye’de yarattığı çatlağın içine atlamaya hazırlanıyor. Ülkeyi çok büyük tehlikelere doğru sürükleyecek savaş hazırlıklarının arkasında uğursuz bir ittifak var. Bu ittifakın bir tarafında modernite karşıtı liberal entelijansiyanın desteğiyle iktidar konumuna yükselmiş siyasal İslam var. Diğer tarafında modernitenin karanlık yüzü, şoven milliyetçilik...
Dün siyasal İslam, liberalleri demokratikleştirme kavalıyla peşine takmıştı; bugün Kürt düşmanlığı, bölünme paranoyası patolojik düzeye ulaşan şoven milliyetçiliği anti-emperyalizm kavalıyla peşinden sürüklüyor. İroni şurada ki, demokratikleştirme fantezisi totaliter bir rejime, şoven milliyetçiliğin fantezisi, vaat ettiğinin aksine, ülkeyi parçalanma noktasına doğru sürüklüyor.
İki vektör
(1) ABD hegemonyasının gerilemesiyle Batı blokunun, Ortadoğu’da düzenleme kapasitesi giderek kayboluyor. Buna karşılık, Rusya, Ortadoğu’ya Suriye üzerinden, AKP Türkiye’sinin dış politika fiyaskolarının da yardımıyla girerek, askeri diplomatik etkisini arttırıyor. Bu iki güç şimdilerde Suriye topraklarında, Kürtleri de içine çeken bir yeni üsler kurma, mekân konsolide etme yarışı içindeler.
(2) Kapitalist uygarlığın, su ve gıda krizi, nüfus artışının kentleşmenin, hızlandırılmış tüketimin getirdiği basınçlarla gittikçe ağırlaşıyor. Bu krizin içinde, Anadolu topraklarından başlayarak Basra körfezine kadar uzanan Fırat- Dicle havzasının önemi, bir kaynak alanı olarak hızla artıyor.
Bu havzanın su kaynaklarının başlangıç noktası, halen dünyanın en genç ve üretimi açısından potansiyel kapasitesi en güçlü topraklarından biri (Harran Ovası) Türkiye devletinin kontrol ettiği, Kürt kökenli vatandaşlarının yaşadığı bölgede bulunuyor.
Bu iki vektörün bileşkesi bize iki şey söylüyor: Birincisi, Türkiye, Ortadoğu’da, Suriye ve Irak’ın, giderek tüm bölgenin su, gıda güvenliğine büyük katkı yapma potansiyeline sahiptir. İkincisi: Türkiye devletinin kontrol ettiği topraklar, büyük güçlerin bu havzayı denetleme, paylaşma çabalarının kapsamı içine alınma riskiyle yüz yüzedir...
Modern Türkiye Devleti tarihi boyunca, su ve gıda güvenliğine katkı yapma potansiyelinin getirdiği olanaklardan yararlanamadı. Çünkü sınırları içindeki topraklarda yaşayan Kürt halkının, haklar ve özgürlükler taleplerine tatmin edici cevaplar vererek rızasını alamadı. Alamayınca da, şiddet, baskı bu bölgede siyasi dinamiğin belirleyici aracı olarak sık sık öne çıktı. AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarı döneminde bu şiddet, yaşam alanlarındaki yıkım, daha önce görülmeyen düzeylere ulaştı.
Irak’ın işgali, Suriye iç savaşı, bu iki gelişme karşısında yaşanan, siyasal İslamın terörist kanadının desteklenmesine kadar varan dış politika fiyaskoları, bu fiyaskoları hazırlayan fanteziler, Türkiye’nin, Ortadoğu jeopolitiğinde su ve gıda güvenliği alanında etki yapma şansını sıfıra indirdi. Bu fiyaskoların da katkısıyla, Türkiye, Irak ve Suriye’deki Kürt hareketleri arasında artan siyasi askeri trafiğin, bağların ve bağımsızlık eğiliminin güçlenmesi iki sonuç yarattı: Kürt siyasetçileri kaderlerini giderek büyük güçlerin, bölgedeki paylaşım politikalarının yaratacağı olanaklara bağlamaya başladılar. Türkiye Devleti’nin siyasi sınırları içindeki toprakların, emperyalist paylaşımın kapsamı içine alınma olasılığı arttı.
Kısacası, uğursuz ittifakın basıncı, çalmaya başladığı savaş davulları, hem Türkiye’yi hem de Kürtleri, iki tektonik tabakanın sürtüşmesinin açtığı çatlağa doğru hızla sürüklüyor.
AKP’de temsil edilen siyasal İslamın iktidarından bir an evvel kurtulmak gerekiyor! Türkiye topraklarında yaşayan Kürtlerin taleplerine tatmin edici cevaplar üretebilecek, bölgedeki Kürtlere barışçı seçenekler sunabilecek, laikdemokratik- halkçı bir yönetime kavuşmak, ülkenin geleceği hatta bekası açısından kritik bir öneme sahiptir.