« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Şub

2018

Thomas Carlyle

Ahmet Sırrı Arvas 01 Ocak 1970

Thomas, Ecclefechan adlı bir İskoç kasabasında doğar (1795). Babası iş bulursa çalışan bir duvarcı ustasıdır, kör topal 8 çocuğuna bakar. Thomas ya babası ve abileri gibi amele olacak ya da okuyacaktır. O ikinci şıkkı seçer, kasaba okulu, Annan Akademisi derken henüz 14 yaşında Edinburg Üniversitesi'ne başlar. Ailesi "papaz" olmasını isterse de Matematik eğitimi alır ve öğretmen çıkar. Evet rakamlarla da arası iyidir ama ilerleyen yıllarda tarih, edebiyat gibi sosyal konulara merak salar. Yeni bir gayretle Hukuk fakültesini bitirir, çok okur, çok sorar ve inançlarında "değişiklikler" olmaya başlar. O devir İngilteresinde Hıristiyanlar taassub ehlidir, hele kiliseyle takışmak kralların bile boyunu aşar. Nitekim o da tabulara toslar ve anlatılması zor fikir çileleri yaşar. Oturup kalemiyle dertleşir, içini kâğıtlara açar. "Bay Teufelsdröckh" adlı eserini çekinmeden yazsa da ürke korka yayınlar. Ancak aklına gelen başına gelmez, gördüğü ilgiye kendi bile şaşar. Carlyle, Arapça bilir, Farsçadan anlar, sırf Goethe'nin eserlerini aslından okumak için Almanca dersleri almaya başlar. Hatta ünlü edibin ziyaretine gider, İslâmiyyet hakkında düşüncelerini anlatır. Goethe onu dikkatle dinler ve "Eğer İslâm bu ise, ikimiz de müslümânız" diyerek cesaret aşılar. Fikir çilesi Carlyle'ın parayla pulla işi olmaz, kimseye yaranmaya çalışmaz. Sırf hakikatlere ulaşma gayretiyle mufassal bir tarih kitabı hazırlar. Bu eserin ilgi görüp görmemesi, satıp satmaması umurunda bile değildir. Belki de bu samimiyetinden dolayı kitap büyük bir sükse yapar. Herkes onu ve eserini konuşmaya başlar. Carlyle İngilizlerin İslam ülkelerinde oluk oluk kan döktüğü ve materyalistlerin tek kale maç yaptıkları yıllarda sömürgeciliğe ve maddeciliğe karşı savaş açar. Tarihin akışını ancak "olağanüstü kişilerin" değiştirebileceğini savunur, bazıları anlamasalar da "ilahi aydınlık"tan söz açar. Carlyle insanı kıyafetiyle ölçen riyakârlar arasında yaşamaktan sıkıntı duyar, soyluların çılgınlık ve bencilliklerini eleştirmekten korkmaz. Sınıflar arasındaki fark açıldıkça kalemini sivriltir, kapitalist sisteme ve "bırakın yapsınlar" mantığına şiddetle karşı çıkar. Burjuvaların vurdumduymazlığından bıkar, yok olan değerleri hasretle arar. Carlyle sadece düşünür değil iyi bir eğitimcidir. Nitekim bileğinin hakkı ile Edinburg Üniversitesi rektörlüğüne gelir. Nitekim o yıl bastırdığı "Kitap Üzerine" adlı eserini "bütün başarılarımı, işlerimi vaktinden önce yapmış olmama borçluyum. Deney, öğretmenlerin en iyisidir; yalnız okul masrafı ağırdır" gibi vecizelerle süsleyerek kalitesini ispatlar. O, amaçsız insanı dümensiz gemiye benzetir gençleri doğruyu aramaya ve ahlâklı olmaya çağırır. Carlyle'a göre her yeni fikir, başlangıçta azınlıkta kalır ama kahramanlar bedeli ne olursa olsun "hakikatleri" savunurlar. Kahramanlar Carlyle bir süre sonra kilise ile arasındaki köprüleri atar, Hıristiyanlığı reddetmekten korkmaz. Rakipleri "acaba ateist mi oldu" deseler de, o Allahın varlığına, birliğine ve hesap gününe inanır. Kul hakkından korkar, kâinata ibret nazarıyla bakar. Üniversite camiası bu tavrın adını koymaya çalışırken, "On Heroes, Hero-Worship and the Heroic in History" adlı eserini yayınlar. Burada Dante ve Shakespeare'i "şair-kahraman", Johnson ve Burns'u "edebiyatçı-kahraman", Cromwell ve Napolyon'u "kral-kahraman" olarak tanıtırken peygamber-kahraman olarak sadece ve sadece Muhammed aleyhisselâmdan söz açar. Yetmez, çeker çarığını yollara çıkar, ülkenin dört bir yanında konferanslar verir ve İngilizlere "Efendimizi" (Sallallahü aleyhi ve sellem) anlatmaya başlar. Hıristiyan dünyasında asırlardır işlenen maksatlı isnatlara muhteşem bir reddiye yapar. Nasıl mı şöyle: "Muhammed'in (haşa) bir sahtekâr olduğunu söylemek, utanç verici bir yalandan öteye gidemez. Zira onun sözleri bin iki yüzyıldan beri (şimdi bin dörtyüz) yüzmilyonlarca (şimdi milyarlarca) insana rehber oldu. Bunca müminin uğrunda yaşayıp, uğrunda öldükleri inancın manevi düzenbazlık olduğunu nasıl düşünebilirsiniz? Ben kendi hesabıma böyle bir şeyi kabul edemem. Her şeye inanırım, buna inanmam. Bir düzenbaz ev bile kuramaz. Harç ve tuğladan yaptığı şey ev değil, moloz yığını olur. Halbuki bu bina 12 asırdır ayakta ve yüzmilyonları barındırıyor. Hazret-i Muhammed hayatı boyunca bir kere bile yalan söylememiştir, Mekkeliler onu "El-Emin" adıyla çağırırlar. Herkesi dinler, az konuşur, ama sözleri içten ve aydınlatıcıdır. Konuşmaya değer tek konuşma tarzı da budur zaten! O, müşfik ve temiz bir insan olarak tanınır, her hareketi mânâlıdır. Sevimli, samimi hatta şakacıdır, tatlı tatlı gülümser ve güzelliğiyle göz kamaştırır. Rahatlatıcıdır, kuşatıcıdır, itimat telkin eden bir siması vardır. Teni sağlıklı, saçları lüle, gözleri kara karadır. Hem iyi niyetli, hem dost canlısıdır. Evet, Hazret-i Muhammed ümmidir, okuma-yazma bilmez. Eğer bir çöl çocuğu bunca ilmi böylesine doğru ve bu kadar sistemli aktarabiliyorsa "vahiy"den söz etmek gerekir ki o "hak peygamber", Kur'an-ı kerim ise "Allah'ın kitabı"dır!


Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 58359

ulkucudunya@ulkucudunya.com