« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

05 Şub

2018

‘Buradaki savaş Türkiye ile ABD arasında’

CEYDA KARAN 01 Ocak 1970

Erol Mütercimler’e göre Afrin’deki operasyon YPG/PYD’ye karşı yapılsa da ‘buradaki savaş Türkiye ile ABD arasında’. Mütercimler, Türkiye’nin kendi üniter ve ulusal birliğini koruyabilmesi için Suriye’nin parçalanmaması gerektiğini belirtirken, sahadaki bataklıktan kurtulmak için en doğru adımın da Şam görüşmek olduğunu vurguladı.

00:00 / 51:00

Soçi'de Suriye Ulusal Diyalog Kongresi sahadaki tüm gelişmelere ve eksikliklere rağmen geniş bir katılımla toplanırken, kongreden ‘Anayasa Komitesi' kurulması ve Birleşmiş Milletler'in (BM) gözetiminde sürecin devam ettirilmesi çıktı. Ancak kongreye Afrin operasyonu nedeniyle Suriyeli Kürtlerin katılımı eksik kalırken, Ankara'nın ise kongrede İstanbul merkezli Suriye Ulusal Koalisyonu'nu resmen temsil etmesi dikkat çekti. Türkiye'de bu bağlamda Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) ‘milli ordu' olduğu ve ‘Kuva-yi Milliye' ile kıyaslandığı tartışmaları da sürüyor.

Soçi Kongresi sonrası Türkiye'nin Suriye'de izlemesi gereken rotayı Deniz Kuvvetleri'nde de görev yapmış akademisyen ve gazeteci-yazar Erol Mütercimler ile konuştuk.

‘TÜRKİYE'NİN ÜNİTER YAPISININ DEVAMI İÇİN SURİYE'NİN PARÇALANMAMASI GEREK'

Erol Mütercimler, bölgedeki mücadelenin aynı zamanda Rusya-ABD mücadelesi olduğunu ve şu an belirleyici gücün Rusya olduğu yorumunu yaparken Türkiye'nin ulusal ve üniter yapısını koruyabilmesi için Suriye'nin parçalanmaması gerektiği belirtti ve ‘Türkiye her ne kadar YPG/PYD ile savaşsa da savaş Türkiye ile ABD arasında' görüşünü dile getirdi:

"Gerek Soçi gerekse Soçi öncesi bölgedeki siyasal gelişmeler burada belirleyici aktörün şu anda Rusya olduğunu gösterdi ve herkes Rusya'nın çizdiği rota üzerinde yürümek zorunda. Bunu bir köşeye yazalım. Türkiye açısından meseleye baktığımızda, Türkiye şimdi çok zorlanıyor. Ana sebebi Afrin operasyonu öncesi ve sonrasıyla baktığımızda Türkiye kendisinin bölgeye, bölgenin bataklığı içine çekildiğini daha yeni fark ediyor. Ankara'daki karar vericiler tarafından bunun içinden en az zayiatla nasıl çıkılacağının hesapları yapılmaktadır diye düşünüyorum. Bu zorlanma içerisinde eğer Türkiye, Moskova, Tahran, Ankara üçgeninde herhangi bir biçimde bir yalpalama yapmadan doğru, reel politik doğrultuda değerlendirmeler yaparsa, işin içine Şam'ı da katacak. Israrla söyledik, bir kez daha söylemeye devam ediyorum, Türkiye'nin ulusal, üniter yapısının devam etmesi ve bunun sürdürülebilmesi için Suriye'nin de parçalanmaması gerekiyor. Bunun hiç ama hiç tartışılacak bir yanı yok.

‘DAVUTOĞLU ZAMANINDAKİ GİBİ İDEOLOJİK GÖZLÜKLE BAKILIRSA..'

Mütercimler, Türk dış politikasının uzun süre Suriye'ye ideolojik gözlüklerle baktığını anımsatırken, gelinen noktada iç politik hesapların olumsuz sonuçlarına dair ikazda bulundu. Suriye'nin kuzeyindeki savaşın aslında ABD'ye karşı verildiğini belirten Mütercimler, ‘Milli Mücadele' dönemine de atıf yaparak Sovyetler Birliği'nin yardımlarına dikkat çekti:

"Eğer buna bir ideolojik gözlükle bakılırsa, daha önce Davutoğlu zamanında ne yazık ki yanlış çerçevesi çizilmiş bu dış politika meselesi sürdürülmeye çalışılırsa ve iç politikada 'biz bunu başarıyla uyguladık, dışarda bölgede de uygularız, bu seçimlerde bize çok oy getirir' gibi bakış açılarıyla değerlendirilse eğer, burada bize ne yansıtıldı, liderler bize ne söyledi ben bunları hiç önemsemem. Haklı olmanız hiç önemli değil. Burada işletilen hukuk 'güçlü olanın hukuku'. Buradaki mücadelenin bir ABD-Rusya mücadelesi olduğunu da çok net görmek durumundayız. Her ne kadar şu anda adı YPG/PYD denilen bu ABD'nin desteklediği terör örgütü yapılar olmakla birlikte buradaki savaş Türkiye ile ABD arasında. Bu bizim milli mücadeledeki meselenin bire bir aynısı. Biz orada askeri alanda Yunan düzenli ordusuyla savaştık ama asıl savaş İngiltere'yleydi. Buradaki mesele de o. Onun için ben uluslararası masaya ve alınan kararlara da baktığım zaman hep aynı değerlendirmeyi yapıyorum. Millî Mücadele döneminde de bize Sovyetler Birliği en büyük desteği vermişti ve bugün de tarihin tuhaf bir döngüsü ve tarihin tuhaf bir getirisi olarak —Milli Mücadelenin 100. yılı yaklaşırken- bu sefer aynı şekilde Rusya ile dayanışma içinde olmak gibi bir gerçekle yüz yüze kalındı, bana çok ilginç geliyor bu."

‘BÖLGE DEVLETLERİ PARÇALANMAMALI'

Bölgede işgalci olarak görülen ABD'nin açıkça Genişletilmiş Ortadoğu Projesi'ni uygulamaya çalıştığını söyleyen Mütercimler, Türkiye'nin bu ‘bataklıktan' kurtulması için bölgedeki devletlerin parçalanmaması yönünde akılcı politikalar üretmesi gerektiği yorumunu yaptı:

"Türkiye'nin Suriye'nin kuzey batısını alma, federasyon tesis etme gibi fikirlerinin olduğunu düşünmüyorum. İşin en başında seçilmiş olan yanlış rota, yanlış taraf meselesinden bir hamlede çıkılmadığını, dönülmediğini, dönülemediğini düşünüyorum. Ben size şöyle bir şey söyleyeyim, buradaki topraklara kimse yerleşemez. Ama şöyle de bir gerçek var. Ankara'daki karar vericilerin ve hepimizin görmek zorunda olduğu bir mesele var. Buradaki düzenleme, belirleme Genişletilmiş Ortadoğu Projesi meselesidir. Bu bir. İkinci olarak da buradaki ana mesele Büyük İsrail meselesi. Şimdi İsrail'in toprakları genişletemediğinize göre buradaki Kürdistan'ı kurmak zorundasınız. Şimdi o nedenle, Fırat'ın doğusu/batısı, Dicle'nin doğusu/batısı, neyi konuşursanız konuşalım, bunlar yalnızca şekilsel tanımlamalardan öteye gitmiyor. Buradaki ana mesele, şu anda işgalci görünenin kim olduğudur. İşgalci görünen ise ABD'dir. Rusya zaten Suriye tarafından davet edilmiş olduğu için işgalci görülmüyor. Türkiye'nin şu anda yapmakta olduğu harekât da meşru, uluslararası hukuka uygun, hem de Birleşmiş Milletler kararına uygun. O açıdan buradan söyleyeceğimiz bir şey yok. Peki sonuç nedir? Çıkan sonuç aslında tüm çıplaklığıyla ortada. Bir yandan Türkiye ulusal sınırlarını korumak için çabalamak zorunda, İran da 1990'lardan itibaren parçalatılmasına yönelik olarak uygulanan stratejiler, planlamalar, senaryolara karşı çabalamak ve bunlardan kurtulmak zorunda. Çünkü Tahran biliyor ki Türkiye ulusal bütünlüğünü koruduğu sürece kendisini koruyabilir ve bunun böyle olduğunu akıl sağlığı olan herkes biliyor. Dolayısıyla onlar doğuya yerleşti ben batıyı alayım tarzı senaryolar söz konusu bile olmaz. Şimdi bu olmayacağına göre geriye bir tek şey kalıyor. Genişletilmiş Ortadoğu Projesi. Bunu gerçekleştirmek, söylendiği şekilde hayata geçirebilmek için buradaki ulusal devletlerin parçalanması gerekiyor. Libya, Irak parçalatıldı şimdi ise sıra Suriye'de. Suriye'den sonra diğerlerine de sıra gelecek."

‘EMPERYALİZME DİKKAT'

Körfez ülkelerinin ABD'nin yanında yer almakta sorun görmediklerini, daha önce de Britanya emperyalizmi ile işbirliği yaptıklarını anımsatan Mütercimler, geçmişte aynı usullerle imparatorlukların parçalanmasının bugün de ulus devletleri parçalayarak devam ettiği yorumunda bulundu:

"Yani herkes kendini kurtarabileceğini mi düşünüyor? Tabii Körfez ülkeleri açısından bir problem var. Onlar öteki Arap ülkelerinden ürktükleri için ABD'nin yanına yanaştılar. Suudi Arabistan önce İngiltere sonra ABD'nin yanında emperyalizm ile iş birliği yapmakta bir sakınca görmüyor. Hem de Mısır doğal müttefik gibi görülüyor. Dolayısıyla şimdi buradaki ana mesele karma karışık bir halde. Böyle bir yere yerleşmek demek bataklığın içerisine girmek demektir. Şunu anımsayalım; 20. yüzyılın başına doğru, daha doğrusu bu endüstri devriminden sonra emperyalizmin ortaya çıkışı ve sömürgecilik ile beraber ne yaptılar? İmparatorlukları parçalatarak ulus devletleri kurdular. Şimdi ne yapıyorlar? Kurulmuş olan ulus devletlerin içinde yeniden ulus düşüncelerini yükselterek bu sefer ulusal devletleri parçalatıyorlar. O zaman bizim bunun çok net biçimde farkına varmamız gerekiyor. Yani sen burada rahat ettirilmezsin, o nedenle bu bölgede doğuya, batıya yerleşmek gibi düşünceler yerine, doğusu ve batısı buranın bütünlüğünü koruyarak kendimizi yaşatmak zorundayız. Bunu bir kenara not etmemiz lazım. Bölgeye kim gelirse gelsin, kim yerleşirse yerleşsin, Türkiye bu bölgedeki tüm devletlerin parçalanmalarının önüne geçmek için yapması gereken akılcı politikaları yürütmek zorunda. Bu politikaların ne olduğu da belli zaten. Kimlerle bir araya geleceği belli. Bu süreç çok zorlu görülüyor."

‘ÖSO'YA KUVA-Yİ MİLLİYE BENZETMESİ TALİHSİZ'

ÖSO ile Kuva-yi Milliye arasındaki farklara değinen ve bu benzetmenin yanlış, talihsiz olduğu yorumunu yapan Mütercimler, iç siyasete yönelik söylem geliştirmeye çalışırken böyle ifadelerin kullanılmasının çok büyük hata olacağı görüşünü dile getirdi:

"ÖSO'ya yönelik Kuva-yi Milliye benzetmesi son derece yanlış ve talihsiz. Bu ciddi devletin Cumhurbaşkanına hangi danışmanlar bunu önerdiyse bu Türkiye'ye büyük bir kötülük yapmış oluyor. Çünkü Kuva-yi Milliye bizim tarihimizde son derece önemli son derece değerli son derece ulvi bir kavram ve kuruluşken siz kalkıp orayla ÖSO'yu özdeşleştirirseniz bunu değersizleştirmiş olursunuz. Bu bir kere yanlış Kuva-yi Milliye'nin Türkçesi hakların savunulması demek ve bu kuruluşların ana kurulma sebebi o. Bu tarafa dönüp baktığımızda ÖSO'nun savunduğu ne? Ben her zaman şöyle bir şey söylüyorum: Akıl yürüterek 2011 öncesini düşünelim, hiçbir şey yok, (Suriye Devlet Başkanı) Beşar Esad, Tayyip Bey'in kardeşi, hanımefendiler arasında ablalık-kardeşlik sürekli ifade ediliyor. Şimdi böyle bir dönemde ÖSO diye bir grup çıksaydı, Esad bunun için terör örgütü diyecekti ve PKK benzetmesi yapacaktı ve o zaman Tayyip Bey de aynı şekilde Esad'ı destekleyecekti ve o da aynı tanımlamaları yapacaktı. Bu işler böyle olacaktı. Döndü dolaştı ÖSO'nun ilk kuruluşunda ilk çıkışında havacı Korgeneral Rifat Esad ile başlatılan bir karşı duruş var. Biraz daha ilerlediğinde bunun arkasında ABD vardı ve onlar bu grupları destekliyordu. Sonraki süreçte birtakım gruplar girmeye başladı. Evet doğrudur içlerinde Türkmenler var Araplar var ama şimdi içine El Kaide, El Nusra geldi. Bunlar da bir gerçek. O zaman bu tür açıklamalar yaptığınızda kendi ülkeniz için değerli olgularla hareket ederek oradaki ana muhalefet partisiyle politik arenada çarpışıyorsunuz diye ona söylemler geliştireceğim diye bunu malzeme olarak kullanırsanız çok büyük hata olur."

‘ÖSO ÜZERİNDEN KAZANIM DÜŞÜNÜLÜYORSA SON DERECE YANLIŞ'

ÖSO'nun gelecekte nasıl ‘döneceği' konusunda bir garantinin olmadığı yorumu yapan Mütercimler'e göre bir adım sonra büyük güçler uzlaşmaya vardığında ne olacağı konusunda iyi düşünmek lazım:

"ÖSO üzerinden Suriye üzerinde bir kazanım elde edileceği düşünüyorsa son derece yanlış. Neden yanlış? Çünkü bu ÖSO benzeri bu tür grupların durumu karmakarışık. Türkiye destekliyor silah, para veriyor deniyor. Önce ABD'lilerin eğittikleri vardı, Suudi Arabistan'ın arkasına koydukları vardı, İran'ın orada karşıt grupları var. Yarın öbür gün bunların orada nasıl döneceği konusunda bir garanti var mı? Kurabilir mi böyle bir şeyi? Şimdi gerek ÖSO gerek YPG/PYD bunların tamamına baktığımızda gerçi ÖSO'daki durum biraz daha farklı ama YPG/PYD'ye baktığımızda %100'ü Suriye vatandaşı. Buraya bakıyorsunuz neredeyse dörtte üçü Suriye vatandaşı. Soçi oldu ya da başka anlaşmalar oldu diyelim peki bu gruplar ne olacak? Bunların silahları nasıl toplanacak, nereye gidecek bu gruplar? Orada, Afrin'de diyelim 5-6 bin PYD'li var ve hepsini öldürdünüz. Peki orada ABD ‘Ben 30 bin kişilik güç yarattım' dedi, yani bunların gerisi ne olacak? Bu tür meseleleri destekliyorsunuz ama bir adım sonra şunu iyi düşünmek lazım büyük güçler bu işte uzlaşmaya vardığında ne olacak?"

‘GİRMEK KOLAY ÇIKMAK ZOR'

Erol Mütercimler son olarak Afrin operasyonun yapılması konusunda hiçbir kuşku olmadığını ama Menbiç veya diğer yerlere yapılacak operasyonların tıpkı 1974 Kıbrıs Barış Harekatında olduğu gibi yaptırımlar getirebileceğini belirterek ‘girmek kolay çıkmak zor' sözlerini dile getirdi:

"Menbiç'i ya da sınırın öbür yerlerini almak gibi şeyler gerçekçi değil. Çünkü bu tür girişimlerin ve yürüyüşleriniz kısa bir süre sonra maalesef ne kadar haklı olursanız olun doğru olan Türkiye'nin güvenliği ve bekaa sorunudur. Afrin operasyonun yapılması konusunda hiçbir kuşku yok. Bu noktaya getirilme süreci yanlış ama müdahaleler doğru. Şimdi bundan sonraki süreçte uluslararası arenada, BM'de işgalci bir devlet olarak tanımlanmaya başlandığınız andan itibaren tıpkı Kıbrıs harekâtında uluslararası hukuka göre haklı olmamıza karşın ekonomik ambargo ile yüz yüze kaldık, işgalci ordu dediler. Sene 20 Temmuz 1974 Kıbrıs'a geldin birinci kısmına bir şey demediler. 15-16 Ağustos'tan sonra ikinci harekattan sonra tanımlamaları değişti ve Türkiye Başbakanının kendi ağzından bütün dünya gazetelerine manşet oldu: '70 cente muhtaç hale geldik' diye. O günler tabii ki öyleydi ama şimdi böyle bir dönem değil. Türkiye daha güçlenmiş şu an ama uluslararası arenada sıkıştırılmaya başladığı zaman bunun altından kalkamazsınız. Kaldı ki burada ABD ve Rusya çekişme halindeyken, Rusya çok ciddi biçimde bir kart yakalamışken, Türkiye ile NATO'nun arasındaki çatlağı büyütmeye çalışıyorken ve kendi ulusal çıkarları açısından böyle realist adımlar atıyorken eğer böyle yönelimler planlıyorsanız burada çok ciddi bir biçimde sıkıntılar ortaya çıkar. Peki o zaman Türkiye napsın diyebiliriz. Askerini bir süre sonra çekecek buradan orada kolay kolay tutamaz ama ilişkisini kesebilecek mi diyorsanız hayır ben ısrarla söylüyorum Türkiye için bu bölgede kalış artık 30 yıldır. Arap baharının tahribatını bu bölge 15 yıldan önce toparlamayacağına göre sen ne yapacaksın burada? Devamlı tehditle yüz yüze kalıyorsunuz. Ne yapıp edip en başından beri aynı şeyleri söylüyoruz Türkiye için en doğru adım Beşar Esad ve Suriye ile masaya oturmaktır. Seçimlerden sonra durum ne olur, oraya kim gelir nasıl bir lider gelir onla ilişkileri sürdürmek daha kolay mı olur gibi meseleler bir adım sonra konuşulacak meseleler. Ama şimdi doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanının ‘politik gurunu' bir kenara bırakarak bu sorunlar çerçevesinde düşünüldüğünde arkada nasıl bir bataklık olduğunu düşünerek Türkiye'yi oraya sürüklemeden bu işin içinden çıkmayı düşünmesi gerekiyor. Ben meseleyi böyle görüyorum. Çünkü burasını parçalattığınızda burada yerleşimler yarattığınızda Diyarbakır tehlikeye girer. Bir cümleyi anımsatayım ülkemizin iki Başbakanı ‘AB'ye giden yol Diyarbakır'dan geçer' diye bir cümle kurmuşlardı. Bunları hatırlatalım. Dolayısıyla önemli olan kendi ülkemizin çıkarları. Bu çıkarlar doğrultusunda alt gruplarla ilişkiye girmeden devletlerle ilişkiye girerek bu meseleyi çözmenin yolunu bulmak zorunda. Yoksa Vietnam, Afganistan, Irak örnekleri ortada. Bütün bunlar kolay işler değil. Girmek kolay çıkmak zor."

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 56587

ulkucudunya@ulkucudunya.com