‘Bunlar’
ERGİN YILDIZOĞLU 01 Ocak 1970
Önümüzdeki seçim dönemine OHAL’e, YSK vesayetine ek olarak savaş koşullarında gidiliyor. Erdoğan’ın “Sandıklar öyle bir patlamalı ki bunlar ne olduklarına pişman olmalılar” sözleri de bu seçimlere stratejik bir önem verdiğini, stratejik bir söylemi benimsediğini gösteriyor.Kadir Has Üniversitesi’nde hazırlanan, Sosyal ve Siyasal Eğilimler Araştırması, (TSSEA-2017) bulguları bu söylemin toplumda bir karşılığı olduğunu düşündürüyor. CHP bu stratejik söylem karşısında çok zorlanacaktır.
Farklı olmanın önemi...
Bir siyasi aktörün başarısı, rakipleriyle arasındaki farkı belirgin biçimde ortaya koymasına, yapılacak tercihin önemini vurgulayabilmesine bağlıdır.
Bugüne kadar seçimlerden hep başarıyla çıkan AKP liderliğinin, özellikle Erdoğan’ın bu ilkeye uygun hareket ettiğini, hatta seçmen tabanını koşullandırdığını görüyoruz. Seçimlerden hep yenilgiyle çıkan CHP’nin liderliği ise ısrarla, kendi arzularının AKP tabanındakilerin arzularına yakın, İslamcı kadar Müslüman, milliyetçiden daha milliyetçi olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Böylece muhalefetin tabanı konsolide olmak, genişlemek yerine giderek daha parçalı, kafası karışık bir hal alıyordu.
AKP liderliği, önce kendi tabanına sonra da toplumdaki kararsızlara konuşurken biz ve onlar/bunlar söylemini kullandı. Bu söylemin “biz” kısmını, dini simgeler, ilkeler, fantastik bir Osmanlı nostaljisi, büyük bir gelecek vaadi ile kurguladı. “Onların” oyun bozucu, engelleyici olduklarını olumsuz simgelerle vurgularken, “bunlar” gibi ifadelerle değersizleştirirken, kavramın içini boş bırakmaya, ama yine içi boş bir “terör” kavramıyla özdeşleştirmeye dikkat etti. O “Biz”in içinde olan herkes, artık her korkusunu, öfkesinin nedenini, arzusunun gerçeklemesine engel olduğunu varsaydığı şeyleri bu boş yere yazabilirdi. AKP, şimdi söylemini, savaş havasıyla, Diyanet’in “dışarda cihat içerde cihat” sloganıyla daha da güçlendirmeye çalışıyor.
TSSEA-2017
TSSEA-2017 içinde, yukardaki saptamaları destekleyecek ipuçları bulabiliyoruz. Örneğin, siyasi kimliğini muhafazakâr olarak tanımlayanların oranı 2013’ten 2017’ye yüzde 55’ten fazla gerileyerek, yüzde 39’dan yüzde 19.8’e düşerken, siyasi kimliğini dindar olarak tanımlayanların oranı 2015’ten 2017’ye yüzde 99 artarak yüzde 14.7’den yüzde 27.6’ya yükselmiş. Diğer siyasi kimliklerin oranlarının “milliyetçilik” dışında az da olsa gerilediği, Milliyetçi kimliği benimseyenlerde yalnızca 1.5 puanlık bir artış olduğu görülüyor. Bunlar siyasal İslamın iktidarında, muhafazakâr kimliğin dini kimliğe dönüşmekte olduğunu düşündürüyor.
Bu gelişmenin izdüşümlerini diğeralanlarda da görebiliyoruz. Örneğin, ankete katılanların yüzde 49’u ekonomik durumlarının bir yıl öncesine göre kötüleştiğini söylerken, yüzde 48’i, AKP’nin ekonomik politikalarının başarılı olduğuna inanıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı destekleyenlerin oranının yüzde 48 olması yukardaki iki grubun örtüştüğünü, siyasal İslamcı sadakatin, ekonomik sıkıntıyı bastırabildiğini düşündürüyor. Aynı dönemde Cumhurbaşkanı’na, polise olan güven artarken orduya olan güvenin gerilemesi, özgürlük konusuna ilgisizlik, ekonomik kaygıların en “önemi sorunlar” listesinin alt sıralarında olması da...
AKP ve CHP’de seçmenin liderlerine desteği artarken, CHP’de yüzde 9’luk bir kesimin Erdoğan’a destek verme eğiliminde, yüzde 9’unun da kararsız olduğu doğruysa, CHP tabanında kafa karışıklığından, bir kırılganlıktan söz edilebilir.
AKP lideri, TSSEA-2017’de vurgulanan kutuplaşmanın ayırdındadır ve derinleştirmeye kararlıdır. CHP’nin bu kutuplaşmayı engelleyecek olanakları bugün yoktur. CHP OHAL’le, YSK vesayetinde, savaş koşullarında gidilecek bir seçimi kazanamaz! Dahası, CHP bu kutuplaşma içinde kendi konumunu yalnızca sözle güçlendirip, karşı tarafın seçmenine kutuplaşmanın toplum ve hatta AKP’yi destekleyenler için ne kadar riskli olduğunu anlatamaz; onların tercihlerini salt sözle dönüştüremez. Sözün arkasına, mutlaka kendi kitlesinin gücünü koyması, bu gücü biteviye sergilemesi gerekir. Güç dönüştürücüdür!