Azerbaycanın en büyük simalarından olan şairlerimiz Mikayıl Muşfig’e, Hüseyin Cavit’e, Ahmet Cavad’a ve birçok aydınlarımıza vatanperverlik sevdası ile yazmış olduğu şiirleri ve yazıları yüzünden, “halk düşmanı, vatan haini” suçlamalarıyla kurşuna dizilip öldürülmüşlerdir. Türkiye’de “Çırpınırdı Karadeniz, Bakıp Türk’ün Bayrağına” şiirini yıllarca marş olarak heyecanla okuyan insanlarımız, bu şiirin Azerbaycan’ın şairi Ahmet Cavad’a ait olduğunun belki de farkında bile değillerdi. O, Azerbaycan Marşı, “Selam Türkün Bayrağına”, “İstanbul”, “Vatandaş”, “HAK” ve başka birçok vatanperverlik duygularıyla yazdığı şiirleri için kanı, dili, dini bir olan Sovyet sisteminin mangurtları, köleleri tarafından 1937 yılında öldürülmüştür……
Ahmet Cavad 5 Mayıs 1892 yılında Gence şehrinin Şemkir ilçesi Seyfeli Köyünde dünyaya geldi. Gence Ruhani Seminaryası’nı (1906-1912), Pedagoji Üniversitesi Tarih ve Filoloji Fakültesini (1922-1927) bitirdi. Daha sonra Arapça ve Farsça eğitimi aldı. Ahmet Cavad 1900 yılında sekiz yaşındayken Babası Muhammet Ali’yi kaybetti. Annesi Yahşi Hanımın himayesinde büyüdü. Çocukluğu ve gençliği çile ve ıstıraplar içinde geçen Ahmet Cavad çevresindeki insanlara doğruyu, gerçekleri göstermeye çalışırken diğer taraftan da Rusların amansız baskılarına ve takiplerine boyun eğmemiş, dimdik ayakta durmaya gayret etmiştir. On altı yaşında öğretmenliğe başlamış, ömrünün yirmi dokuz yılını eğitim ve öğretime adamıştır.
Asrın başlarında Türkiye’nin düştüğü ağır durum, bir Türk olarak A. Cavad’ı rahatsız etmiştir. Ahmet Cavad tanınmış şairimiz Abdullah Şaik’le birlikte gönüllü bir asker olarak 1912 yılında İstanbul’da kurulan “Kafkas Gönüller Cemiyeti”ne üye olarak Balkan Savaşlarında Türk ordusu içerisinde yer almışlardır. 1913 yılında şiirleri yayımlanmaktaydı. Müslümanlara destek olmak amacıyla 1905’te Bakü Cemiyet-i Hayriye-i İslamiyesi kuruldu. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kars, Ardahan, Erzurum, Trabzon, Iğdır Van şubeleri açılmış sağlık merkezleri kurulmuştur. Erzurum, Van, Erciş, Muş, Diyarbakır, Bayezid, Trabzon ve Erzincan çevresinde ihtiyaç sahiplerine bir miktar yiyecek ve giyecek yardımında bulunmuş, sahipsiz kalan yetim çocukları sokaklardan toplayarak Nahcivan, Bakü ve Tiflis’teki yetimhanelere yerleştirmiş ve ailelere evlatlık olarak vermişlerdir. Bu yetimlerin arasında Van-Erciş’te Ermeniler tarafından öldürülen Mustafa Çavuşoğlu’nun kızı, annem Merife Hanım’da bulunuyordu. Annemi şairimiz Abdullah Şaik’in abisi evlatlık almıştır.
1914–1918 yılları arasında bir er gibi muharebelere katılmış, aynı zamanda değişik gazete ve dergilerde yazılar ve şiirler yazarak perişan olmuş milletine “HAK”ı haykırmaya devam etmiştir. “Soranlara ben bu yurdun, Anlatayım nesiyem; Ben, çiğnenen bir ülkenin, “HAK” diye bağıran sesiyem !”1915 yılında Rus ve Ermenilerin katliamlarına uğrayan Van, Kars, Erzurum halkına büyük yardımlarda bulundu. Dört yıl önce, özel bir televizyon kanalında (HaberTürk); “Çırpınırdı Karadeniz Ermenilerindir, milliyetçiler yıllardır kendi marşları gibi kullanmaktadırlar” diye bir açıklama yapıldı. Bu sözlerin sarf edilmesi kadar, konuya sahip çıkan herhangi bir Türk milliyetçisi veya Azerbaycan Büyükelçiliği’nden bir yetkilinin itiraz sesi çıkarmaması beni çok üzdü. Kendimi programa telefonla dahi olsa katılmaya mecbur hissettim. Fütursuzca ikinci kez konuşma yapana “Çırpınırdı Karadeniz’in sözlerini yazan Ahmet Cavad’tır, bestesini ise Üzeyir Hacıbeyli yapmıştır. Bu şiirin asıl ismi ‘Selâm Türk’ün Bayrağına’dır.
1918 yılında Osmanlı Devleti Azerbaycan’ı Ermenilerden ve onlara destek veren İngiliz ve Ruslardan kurtarmak için Azerbaycan’a askerlerini gönderdi ve Azerbaycanlılarla birlikte Kafkas İslam Ordusu’nu kurdu. Türk askerleri Azerbaycan’a, Gence’ye girdiklerinde halk tarafından kurbanlar kesildi. İnsanlar dualar etti, Allah’ım vefalı Türk’ü bize gönderdiğin için çok sağ ol. O zaman Ahmet Cavad bu şiiri yazdı Bir daha böyle konuşursanız sizi Azerbaycan halkı adına mahkemeye veririm” dedim. O kişi bir daha konuşmadı.
Ahmet Cavad Kırgız ve Tatarlara da yardım etmek amacıyla “Vatandaş” şiirini yazdı. “Senin de borcun var, sen de insansın! Senin de kalbinde bir alev yansın! Çünkü İdil boyu ne var-senindir! O aç kalan Kırgız, Tatar senindir!”
1919 yılında Azerbaycan marşını yazan Ahmet Cavad bazı rivayetlere göre “Hukukundan keçen asker here bir kahraman oldu” sözlerini 1915’te Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlere “Ben size ölmeyi emrediyorum” sözlerinden etkilenerek yazmıştır. 1920 yılında Ahmet Cavad “Hayriye Cemiyeti”nin üyesi olarak Acaristan’a gider. Orada Acaristan Knyazi (Hanı) Süleyman Bey’in ondört yaşındaki kızı Şükrüye’ye âşık olur. Süleyman Bey kızı vermeyince, Şükrüye Ahmet Cavad’la Azerbaycan’a kaçarak evlenirler. Ahmet Cavad Azerbaycan’ın Gusar ilinde öğretmenlik yapar. Onlar çok yakın dosttular: Ahmet Cavad, Hüseyin Musayev ve Mircefer Bağırov. Şükrüye Hanım Bağırov’u hiç sevmemiştir. Onun gözlerinde siyah bir boşluğu, kini görürdü. Bunların hepsi de doğru çıktı. M. Bağırov Ruslar tarafından Azerbaycan Komünist Partisi Başkanlığına getirildi. Ahmet Cavad, 1923’te M.E. Resulzade’nin dostu Mirzebala Memmedzade’nin Türkiye’ye kaçmasına yardım ettiği için tutuklandı. Ahmet Cavad’ın “Dostu” Bağırov onun ismini “kırmızı siyah” deftere salınmasını istedi. “Kırmızı siyah” Sovyetler Birliği’nin ölüm defteri idi. Ahmet Cavad’ın eski dostu Hüseyin Musayev, Bağırov’a rica ettikten sonra, Ahmet Cavad serbest bırakıldı. Evine döndüğünde dövülmekten dolayı ayakta duramıyordu. Şartlar çok zordu. İki kişiden biri KGB’ye çalışıyordu. 1920–1925 yılları arasında Ahmet Cavad’ın yalnız dört-beş şiiri yayımlandı, çünkü susmak gerekiyordu. 1925’te “Gök göl” şiirini yayımladı. “Senin gözeliğin gelmez ki saya, Koynunda yer vardır yıldıza aya, Oldun sen onlara mehriban daya, Felek büsatını guralı, Göy göl.” (Göy göl Gence’ de depremden sonra ortaya çıkan bir göldür.) Azerbaycan Komünist Partisi yüksek makamında bulunan Semedağa Ağamalıoğlu şiiri okuyup hayran olur. Hatta şöyle der “Kim diyebilir ki, Azerbaycan’ın Puşkini yoktur?” “Kızıl Kalemler” cemiyetini kuran Sovyet şairlerinden üçü Ağamalıoğlu’nun yanına gelerek A.Cavad’ın şiirinin anti inkılâpçı olduğunu söylerler. Üç Rus yazar, “Görmüyor musunuz burada aydan yıldızdan bahsediliyor? Uzakta yaşayan musavatçılara sesleniyor, onlar için gözyaşları döküyor” dedikten sonra Ağamalıoğlu yumruklarını masaya vurarak Ahmet Cavad’ın tutuklama emrini veriyor. Sanki biraz önce Ahmet Cavad’ ı Puşkin’e benzeten o değildi? Ahmet Cavad bir daha tutuklandı. Ona yine işkenceler yapıldı. Yani Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ne (ADC) yakın olanları, destekleyenleri, Musavat Partisi’nin üyelerinin akrabalarını veya dostlarını tutukluyorlar ya da sürgüne gönderiyorlardı. Ahmet Cavad ise Musavat Partisi’nin ADC kurucularındandı. Türkiye’ye destek veren bir şairdi. 1928’de Türkiye’de Musavatçıların yayımladıkları “İstiklal Mecmuası”nda Ahmet Cavad’ında şiirleri yayımlanmaktaydı. KGB’ ye iyi görünmek isteyen yazarlar ve şairler iki yıl boyunca Ahmet Cavad’ı dergide şiirlerinin yayımlanması yüzünden suçladılar. Panturanist, Panturancı dediler.
Ahmet Cavad’ın yakın dostları, yazarlar ve bilim adamlarının da durumları Ahmet Cavad’ın durumları gibi olduğundan ona destek olmaktan ve dolayısıyla kendilerine zarar gelmesinden korktular. 21 Mart 1937 yılında yapılan Azerbaycan Yazarlar Birliği toplantısında Ahmet Cavad halk düşmanı olarak Yazarlar Birliğinden ihraç edildi. Ahmet Cavad’ın durumu çok ağırlaşmıştı. Her an tutuklanma tehlikesi vardı. Hatta dostu Mirzabala Memmedzade’yi Türkiye’ye yolcu ettiğinde Türkiye sınırında Mirzabala Ahmet Cavad Bey’e çocuklarını ve ailesi alarak Türkiye’ye gitmesini istedi. Ahmet Cavad ise “Sen git, ben gidersem bu Azerbaycan’ı kime bırakacağız? Yazık değil mi?” dedi. Şükrüye hanımın babası Süleyman Bey Acaristan’dan Gence’ye gelerek Ahmet Cavad’a : “Sovyet hükümetinden kaçanların çoğuna sınırdan geçerken ben destek veriyorum, gel inat etme seni de geçireyim” dediğinde “Hayır” cevabını aldı. 4 Haziran 1937’ de Hüseyin Cavid, Mikayıl Müşfig ve Ahmet Cavad KGB tarafından 1 gecede götürüldü, KGB zindanına atıldı. O zaman Ahmet Cavad, annesi Yahşi hanımı, eşi Şükrüye Hanımı, oğulları Tugay, Aydın, iki yaşındaki Yılmaz ve tek kızı Elmas’ı gözü yaşlı bırakmıştı. Ailesi Ahmet Cavad’tan hiçbir haber alamıyordu. 4 Haziran 1937’ de başlanan istintag 25 Eylül 1937’de bitmiş oldu. 15 Ekim 1937’de yalnız 15 dakika süren mahkeme Ahmet Cavad’ı itham etti. Suçlamalarda, 1922 yılında anti inkılâpçıların lideri olduğunu, 1936 yılında ise Azerbaycan’daki darbe-terörist teşkilat ile birlikte Sovyetler Birliğini yıkmak, Azerbaycan’ı Sovyetlerden koparmak gibi maksatlar olduğunu iddia etmekteydiler. Ahmet Cavad mahkemesinde onun bağışlanmasını, cezasının azalmasını hiç istememişti. Gururluydu. Ölümün yüzüne dik bakıyordu. Suçu yoktu. Vatanı ve milleti sevmek suç ise suçluydu.“Azerbaycan, Azerbaycan Ey kahraman evladın, şanlı vatanı Senden ötürü can vermeye cümle hazırız, Senden ötürü kan dökmeye cümle kadiriz, Üç renkli bayrağınla mesut yaşa.”
1938 yılında kocasının ayrılık acısı Şükrüye Hanımın kalbini yakmakta olduğu bir zamanda onu ve kocaları “Vatan haini” ilan edilen kadınları hayvan treninde sürgüne gönderdiler. Uzun süren bir tren yolculuğundan sonra gidecekleri yere ulaştılar. Onlara yemek verilmiyordu. Gece ve gündüzün farkını çoktan yitirmişlerdi. Ayakta bile duramıyorlardı. Şükrüye Hanım şu anısını anlatır; “Birlikte olduğumuz Ceyran hanım, sanki kuyunun dibinden sesleniyor gibi, bana; — Şükriye uyuyor musun? — Hem evet, hem hayır, — Şükriye herhalde ben ölüyorum. — Ölme dayan, dizlerini birbirine kenetle, daha çekilesi meşakkatli günlerimiz var onları çekmeliyiz. — Dizlerimi nasıl sıkayım Şükriye, takatim kalmadı ki, kaç gün oldu bilmiyorum bize yiyecek adına hiçbir şey vermediler ki, ölüyorum Şükriye ölüyorum… — Ben de senin ile birlikte, bak ben senden beter haldeyim, aklıma bir şey geldi Ceyran, — Senin aklına gelen hayırdır inşallah. — Sende iğne var mı? — Ne yapacaksın iğneyi? — Bizi açlığın mengenesinden kurtaracaksa ancak bu kurtarır.. — İğneyi parmağına batır… Ve batırırlar… Şükriye Hanım ağzını deldiği parmağına dayayıp, kendi kanını emmeye başlar… — Gözüme
ışık geldi. Allah’ım sen kerimsin. Ne yapalım vatanını sevmek suçsa, biz bu cezayı çekmeye razıyız” der.
Evet, çile ve ızdıraplarla dolu bir hayat yolculuğu, erken denilebilecek bir yaşta kabirde son bulur. 1953 yılında Stalin’in ölümünden sonra 19 Ağustos 1955’te Ahmet Cavad’ın mahkemesi oldu. Mahkeme, Ahmet Cavad’ın suçsuz bulur ve onu affeder. Çekilen çileler ve ızdırap artık çok geride kalmıştı. Şükrüye Hanım hiçbir zaman Sovyet sistemini kabul etmemişti. Şükrüye Hanım oğlunun koluna girerek “Nereye gidek?” diye bile birbirine soramadılar. Nergin Adasına (Azerbaycan’ın bir çok insanını Panturanist, Pantürkçü, Vatan Haini diyerek kurşuna dizip öldürdükleri ada) Ahmet Cavad’ın son menziline, kurşuna dizilen adaya gittiler. Hiç olmazsa mezarı bu milletten saklanmasaydı. Onun kitapları ve şiirleri Sovyet uşakları tarafından yok edilmiştir. Çünkü Ahmet Cavad milletine daima Türkiye, Türklük, Allah sevgisi, Vatan, Bayrak sevgisi anlatan bir sesti. O sesi susturmak uğruna Ahmet Cavad’ı öldürdüler. Yalnız 70 yıl susturabildiler. Ahmet Cavad’ın sesine Elçibey’in rehberliğinde bizler ses verdik. Çünkü Vatanını sevmeyen insan olmaz, olsa da o insanda vicdan olmaz. Not: Bu yazıyı yazarken çok zorlandım. Hatta birkaç defa ağladım. Çünkü Azerbaycan’ın özgürlük mücadelesini verdiğimiz günler gözümün önüne geldi. Aynı Ahmet Cavad’ın başına gelenler Elçibey’in, benim ve ailemin başına gelmiştir. 1975 yılında Elçibey’i KGB zindanına attılar, eşimi de tutukladılar. Ben de gözaltında idim. Elçibey her şeyi üzerine aldıktan sonra bize dokunmadılar. Yalnız insanlar bizden korktu. Bizi gördüklerinde merhaba demekten kaçınıyorlardı. Evimizden dışarı çıktığımızda evdekilerle bir daha geri dönmeyecek gibi vedalaşırdık. Çünkü KGB tarafından araba kazasında öldürülebilir, her an bir suikastına kurban gidebilirdik. Çok zorlu, endişeli ancak şerefli günler yaşadık; “Zor olan her an öldürülebilirdik, bizim için şerefli olan Vatan ve Özgürlük Uğruna Ölmekti !”