Söyleminin esiri olmak
ALİ SİRMEN 01 Ocak 1970
Türk - Amerikan gerginliğinin doruk noktasında Washington kastedilerek söylenen, “Bunlar hiç Osmanlı tokadı yememiş” sözü, yandaş medya ile son dönemlerde iktidarın hışmını çekmemek için ne kokar ne bulaşır çizgisini gittikçe daha da belirgin hale sokmaya uğraşan yayın organlarının çok hoşuna gitmiş ve hemen hemen hepsi, bu sözleri manşete çekmiş. Milliyet, Türkiye, Yeni Şafak, Akit, Takvim, Akşam, Star, Habertürk, Sabah, Vatan, Güneş, İstiklal, Milat hep aynı manşeti seçmişler, Karar biraz söylem değişikliğiyle, “Washington’a tokatlı cevap” derken güdümlü filotillanın amiral gemisi Hürriyet, yandaşların en keskinleriyle arasına mesafe koyma âdetini sürdürürek “Bunlar hiç Osmanlı tokadı yememiş” başlığına birinci sayfanın biraz alt bölümlerinde yer vermiş.
Medya bu tutumuyla, Afrin harekâtı başlarken, Başbakan Yıldırım’ın yayın kuruluşu yöneticilerini toplayarak, kendilerinden beklentilerini sıraladığı konuşmasında verdiği direktife uygun hareket etmiş ve istenen doğrultuda kamuoyu oluşturma, “kodu mu oturtur” iktidarın ABD’ye fırça çeken politikasıyla, kafa tuttuğu algısını oluşturma işlevini yerine getirmiştir.
Osmanlı tokadı çıkışının Washington’da pek de ciddiye alınmaması ve bu hususun küçümseyici bir eda ile açıklanmasının aslında kıymet-i harbiyesi yoktur.
***
Çünkü, kimilerinin ABD’ye yönelik olduğu yanılgısına düştükleri bu sözler aslında dış hedeflere yönelik değil, ama iç tüketime dönük TC sınırları dışında konvertibilitesi olmayan bir çıkıştır. Kimsenin hakkını yemeyelim, mahalle kahvesi diplomasisi ülkemize bu iktidarın getirdiği bir yenilik olmayıp, Ortadoğu politikasını bir koyup üç alma temeline oturtan Özal’a kadar uzanan, bir yandan ülkemizi komik düşürürken, bir yandan da ulusal çıkarlar açısından tehdit oluşturan bir davranıştır.
İçerideki kimi safındurların “aşkolsun!” diye övgü nidalarıyla karşıladıkları bu politikanın uluslararası kamuoyu ile siyaset ve diplomasi kulislerinde yarattığı izlenim ise şudur:
“Türkler, başlangıçta çok sert çıkışlar yapsalar da aldırmayın! Bağırıp çağırırlarama sonra bir şey yapmazlar.”
Bir ülkenin hakkında böylesine bir kanaat oluşması yüzünden, kararlılığı, ciddiyeti konusundaki inandırıcılığını yitirmesi tabii ki onun ulusal çıkarlarıyla bağdaşmaz.
Bu durum, aynı zamanda, her defasında cafcaflı çıkışlarla coşan, dalgalanan iç kamuoyunda da ciddi travmalar yaratır. Filistin’e doğru afili afili yelken açan Mavi Marmara’nın uluslararası sularda uğradığı saldırı sonunda, yurttaşlarımızın korsan İsrail komandoları tarafından öldürülmeleri karşısında elimiz böğrümüzde kalakalmamız veya Ahmet Davutoğlu’nun “biz düşürdük!” diye şişine şişine ilan ettiği Rus uçağı olayının sonrasında, Moskova’nın hışmı karşısında sinişimiz ve özür sözcüğünü telafuz etmeden aslında pek de âlâ o anlama gelen, en yüksek düzeyde üzüntü beyanımızın yarattığı şoku gidermek amacıyla iktidar ile yandaş medya elverişli algıyı yaratmak için az mı uğraşmak zorunda kalmışlardı?
***
Tutarlı dış politikalarda kararlılık, sade vakur mesajlar ve azimli tavırlar ile bağırıp çağırmadan gösterilir. Diplomaside ağzını açıp gözünü yuman sallapati kahve üslubuna yer olmayıp, iki düşünülür bir konuşulur. Çünkü diplomaside her söylenen ülkeyi bağlar.
Şu bilge deyiş çok çarpıcıdır: “İnsan söylemediğinin efendisi, söylediğininesiridir.”
Dış politikada söylemine esir düşmemeye özen gösterilir.
Eğer, bu kurallara uymazsanız, size “gelin el ele verip, PYD ile PKK’yi çatıştıralım” diye alayı çağırıştıracak ölçüde gayri ciddi öneriler yapanlara “Biraz ciddiyet lütfen!” demek hakkını kaybedersiniz, çünkü ciddiyetsizlik yolunu ilk siz açmış bulunmaktasınızdır.
Ama dilerseniz yine de Osmanlı tokadı çıkışının etkisine inanmaya devam edin!