« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

27 Şub

2007

KALICI DOKTRİNLER, GEÇİCİ DOKTRİNLER

Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre 27 Şubat 2007

Eflâtunculuk (Plâtonizm) tam 24 yüz yıldan beri canlılığını korumuş olan bir doktrindir. Pek çok mütefekkire ilhâm kaynağı olmuş, beşeriyetin tefekkür târihinde kalıcı, derin izler bırakmıştır.

Descartescılık (Kartezyanizm) Batı medeniyetinde insanın "aklını iyi sevk ve idâre etmek ve ilimlerde hakîkati aramak"da başarılı olması için ihdâs edilmiş bir metodolojiyi de içeren bir doktrindir. 350 yıldır bütün ilmî araştırmaların dayanağı ve de öylesine bir alem olmuştur ki bir düşünür için eserinin Descartescı (Kartezyen) çizgide olduğunun başkaları tarafından beyân edilmesi onun için bir övgü, hattâ eserinin ciddîliği ve ilmîliği hakkında bir icâzet sayılmıştır.

Marxcılık (Marksizm) de karamsar bir sosyal gözlem ve dünyâ görüşünden hareketle binâ edilmiş; isâbetli olup olmaması bir yana, yaklaşık 150 yıldır dünyâ ekonomisinde ve politikasında derin, acı izler bırakmış, ama teorik düzeyde, hayâtiyetini hâlâ korumakta olan bir doktrindir.

Freudculuk (Froydizm) dahi, bütün akıl-dışılığına, iç çelişkilerine ve sübjektifliğine rağmen, müsbet ilimlerin erişemediği bazı alanların incelenmesinde bir metodoloji ihdâs etmeyi ve bu alanlardaki olayların sistematiğini geliştirmeyi gâye edinmiş bir doktrin olarak bir asırdır diriliğini korumaktadır.

Görünürde birbirleriyle herhangi bir ilişkileri bulunmayan bu dört doktrinin ilgi çekici bazı ortak yanları yok değildir. Bir kere, bunların her birinin arkasında hayatlarını bu doktrinleri tutarlı bir biçimde binâ etmeye adamış; bu uğurda bâzen fikrî, bâzen da hem fikrî ve hem de maddî çileler çekmek zorunda kalmış; doktrinlerini tanıtmak için yoğun bir yazı ve eğitim faaliyetinden kaçınmamış (doktrinlerini ve şahsiyetlerinin diğer yanlarını beğensek de beğenmesek de) müstesnâ birer mütefekkir olduklarını teslim etmemiz gereken kuvvetli birer şahsiyet bulunmaktadır. Bunların her biri bugün kendi isimleriyle anılmakta olan doktrinlerini ilhâm, hads (sezgi), analiz ve sentez gibi araçların yoğurduğu bir gözlem ve tesbitler topluluğundan hareketle ve yoğun bir tefekkürle inşâ etmişler ve bunları savunmak için (despotça kanûnların ya da temyiz fukarâsı militanların arkasına sığınmayarak) yalnızca dillerinde ve kalemlerinde tecellî eden iknâ güçlerini ortaya koymuşlardır.

Bu doktrinler, bugüne kadar olduğu gibi daha nice yüzyıllar boyunca üniversitelerde okutulacak ve bunların çeşitli veçheleri hakkında nice ilmî çalışmalar yapılacaktır. Bunlar artık iyi ve kötü, isâbetli ve isâbetsiz yanlarıyla beşeriyetin ortak kültür mirasının birer unsuru derecesine yükselmiş bulunmaktadırlar.

Kültürel kaderi böyle tecellî eden söz konusu doktrinler sâdece emsâl teşkil etmektedirler; yoksa aynı vasıflara, aynı kültürel kader ve rütbeye sâhip bulunan daha yüzlerce doktrinden söz etmek mümkündür.

Böyle bir kültürel kadere sâhip olarak zindeliğini yüzyıllar boyunca doğal bir şekilde koruyan bu doktrinlere karşı, bir de, bir başka kategoriye mensûp doktrinler vardır ki bunlar ancak ya kanûn, ya kaba kuvvet zoruyla, ya da bu konuda ihdâs edilmiş olan bazı çekingenliklerin eseri olarak bir süre vitrinde kalır ve sonra da unutulur giderler.

Bu tür doktrinler daha ziyâde siyasî aksiyonların sonucu olarak zuhûr ederler ve doktrin sâhibi olmaya özenen ya da böyle bir eğilimi olmasa bile, hangi süflî çıkarlar uğrunadır bilinmez, başkaları tarafından ille de bir doktrin sâhibi imiş gibi gösterilmek istenen devlet adamlarına izâfe edilir.

Meselâ Stalin, Charles de Gaulle, Mao, Cemal Abdünnâsır gibi siyasî liderlere izâfe edilen doktrinler ya unutulmuş gitmiş ya da gitgide ufalan birkaç ütopik ve fanatik grupçukların basmakalıp alemleri derekesine düşmüşlerdir. Bu doktrinler daha ziyâde heyecân ve asabiyet yüklüdürler. Tefekkür yanları cılız, tutarsız ve sübjektiftir. Bütün beşeriyete teşmil ve mal edilmeleri mümkün değildir. Gerek zaman, gerekse mekân bakımından mevzî (lokal) kalmaya mahkûmdurlar. Çoğu kere de doğrudan doğruya muhâtap aldığı milletin yaşayış biçimine, örf ve an'anelerine, hattâ dinine ve kollektif vicdânına ters düşerler. Bundan ötürü de bunların Eflâtunculuk, Descartescılık, Marxcılık ve Freudculuk gibi insanlığın ortak kültür mirası rütbesini kazanmaları aslâ mümkün değildir.

Liderlerin, pragmatik açıdan, pekalâ çelişki dolu olabilen siyasî aksiyonlarını zorla sun'î bir kalıba dökerek bir doktrin şeklinde empoze edenler, çoğunlukla, bunların târihî şahsiyetlerinden ve şanlarından kendilerine de bir pay çıkarmak isteyen otlakçı yarı-aydınlardır. Halkın, liderlerden kopmasına sebep olanlar da gene bunlardır. Zirâ bunlar, liderleri beşer olarak değil de halkın vicdânında ma'kes bulmayan hatâsız ve kendilerine sual sorulamayan lâyuhtî ve lâyus'el insanüstü varlıklar olarak göstermek gibi bir illete müptelâdırlar. Ayrıca, çoğu kere, bu doktrini birtakım ritüeller ve âyinimsi törenlerle süsleyerek resmî ve lâik(!) bir din kılığına sokmaya da pek heveslidirler. Eğer ihdâs ettikleri bu dînimtrak doktrin yaygara, şirretlik, baskı ve propaganda yoluyla bir de resmiyet kesbederse, bunların onun ardına gizlenip salya-sümük her önüne geleni karalamak çılgınlığına artık gem vurulamaz olur. Bu yarı-aydınlar gürûhu sözde-doktrinini savundukları lider için ne büyük bir bahtsızlıktır! Otlakçı yarı-aydın doktrin adına sürekli afarozlar yağdırıp engizisyon mahkemeleri talep ederek, nihayet, papalık kompleksini tatmin edecek ortama kavuşmuş olur.

Gözlem ve tesbitler her ülkenin, zaman zaman ve belirli bir süre için, objektiflik ve temyiz hassalarını yitirmiş bu kabil psikopatların tasallutuna mâruz kalabildiğini göstermektedir.

Ziyaret -> Toplam : 125,60 M - Bugn : 35637

ulkucudunya@ulkucudunya.com