Yıldırım Bayezid Hân’ın Şahsiyeti
AHMET ŞİMŞİRGİL 01 Ocak 1970
1360 yılında Bursa’da dünyaya geldi. Babası Murad-ı Hüdavendigâr, annesi Gülçiçek Hatun’dur. Küçük yaştan itibaren zamanın en mümtaz alimlerinden olan Bursa kadısı Koca Mahmud, kazasker Çandarlı Halil ve Karamanlı Molla Rüstem’den ilim öğrendi. Babasının seçme komutanlarından askerlik eğitimi gördü, orduları sevk ve idare dersleri aldı. Küçük yaşlardan itibaren savaşlara da katılmaya başladı. Doğuştan kumandan vasıflıydı. Kahramanlığı ve cesareti ile ün yaptı. Çok cesurdu. Fevkalade hızlı hareket ederdi. Ordularını da süratle istediği yere sevk eder, düşmanlarının hiç beklemediği anda karşısına çıkardı. Yıldırım unvanını hakkıyla kullanırdı. Mizaç itibariyle asabi idi.
Ani vakalar karşısında itidalini ve soğukkanlılığını muhafaza eder, kararını verir ve pek süratle uygulardı. Bir hamlede Anadolu beylerini ortadan kaldırarak Ege sahillerine ve Samsun havalisini zapt ederek Karadeniz sahillerine inmiştir. Anadolu Türk birliği projesini bir ideal edinmiştir.
Niğbolu muharebesinde; askerlerini sevk ve idare, düşmanı imha konusundaki mahareti, kendisinin üstün bir kumandan olduğunu göstermektedir. Büyük Cihangir Timur Han’ı hiç tahmin bile etmezken Ankara önünde baskın halinde yakalaması askeri kudretinin diğer bir ispatıdır. Ancak bu halden istifade etmeyerek düşmana fırsat vermesi, kendisine ve ordusuna aşırı güveni aleyhine olmuştur. Kara tatarlarla Anadolu beyleri kuvvetlerinin ihaneti ise, bu savaşta Yıldırım’a en büyük darbeyi vurmuştur.
Tarihler, Bayezid’in gerek fetihlerinde gerekse tebaasına karşı fevkalade âdil davrandığı hususunda müttefiktir. Konya muhasarasında, Sivas’ın ilhakında, Rumeli fütuhatında ortaya koyduğu âdil davranışlar örnek olacak derecede yüksektir.
Her gün belirli bir zamanda herkesin kendisini görebileceği bir yerde durur, dört bir yandan gelen tebaasının şikayet ve arzularını dinler, haksızlığa uğrayanların haklarını derhal iade ederdi. Kadıların hükümlerine kesinlikle karışmaz ve kimseyi karıştırmazdı.
Bir rivayete göre, Rumeli’de kadıların rüşvet aldıkları şayiası ortaya çıkmıştı. Derhal tahkikat açtıran Bayezid, suçu sabit olanları Yenişehir’de bir eve kapattırdıktan sonra yakılmalarını emretmişti. Padişah’ı büyük bir hiddetle verdiği bu kararından, başta Vezir-i azam Ali Paşa olmak üzere ulema ve alimler güçlükle vazgeçirdiler. Ali Paşa bunların aldıkları ücretin az olduğunu bu sebeple böyle bir yola tevessül etmiş olabileceklerini belirtmesi üzerine padişah kadılara maaş bağlattı. Bu olaydan sonra devlet işlerinde en küçük bir suistimal dahi görülmedi.
Yıldırım Bayezid Han, alimlerin sohbetlerinde bulunur, devlet meselelerini onlarla istişare ederdi. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözleri canla başla kabul ederdi.
Birgün padişahın mahkemede şahitlik etmesi gerekiyordu. Mahkemede herkes gibi o da ellerini önünde bağlayarak ayakta bekledi. Devrin Bursa kadısı Molla Şemseddin Fenari dik dik padişahı süzdükten sonra şu hükmü verdi:
“Senin şahitliğin geçersizdir. Zira sen namazını cemaatle kılmıyorsun. Elinde imkan olduğu halde namazlarını cemaatle kılmayan biri yalancı şahitlik edebilir demektir.”
Bu itham karşısında herkes Yıldırım Bayezid’in hiddetlenmesini bekliyordu. Fakat o boynunu büküp mahkemeyi terk etti. Bu hadiseden sonra sarayının yanı başına bir cami yaptırdı ve namazlarını cemaatle kılmaya başladı.
Yıldırım Bayezid Haçlılarla yaptığı muharebeler neticesinde elde ettiği ganimetleri, halkın refahı için harcardı. Bir çok cami ve imaret yaptırdı. Bunlardan en mühimi Bursa’da yaptırdığı Ulu Cami‘dir. Uludağ’ın eteklerinde nefis bir manzara içerisinde ise Yıldırım Camiini yaptırdı. Bunun karşısına da medrese, imaret, misafirhane ve hamam ile hastaların tedavisi için bir darüşşifa inşa ettirmiştir. Mısır’dan getirttiği tabip Şemseddin’in idaresine verdiği Şifahanede bir baş, üç yardımcı tabip, iki eczacı, iki şerbetçi ile aşçı, ekmekçi, hastabakıcı ve hademeler görev yapıyordu.
Yıldırım Han ayrıca Amasya, Sivas, Kastamonu, Tokat ve Konya darüşşifalarını da geliştirdi.
Üç değirmen çevirecek kadar kuvvetli olup lezzeti ve içimi ile tanınan Akçaoğlan adındaki suyu Uludağ’dan kapalı künklerle şehre indirtti. Yaptırdığı imaret yanında kemer ve taklar üzerinden geçirtip cami, medrese ve hamama dağıtmış kalanını mahalleler için ayırmıştı. Her mahallede yaptırdığı nice güzel görünüşlü çeşmelerden bu suyu akıttırdı. Yıldırım Bayezid’in bunlardan başka Kazeruni dervişleri için Bursa’da bir zaviyesi, Edirne’de cami ve imareti, Karaferye, Kütahya, ve Balıkesir’de camileri vardır. Bütün bu tesisleri için çok geniş vakıflar tayin etmiştir.
Yıldırım Bayezid Han hakkında ilk Osmanlı tarihçilerinden Ahmedî:
“Ata ve dedeleri gibi âdil ve kamil idi. İlim ehlini çok sever onlara hürmet gösterir, ihsanlarda bulunurdu. Allah adamlarını (abid ve zahidler) hoş tutardı. Adaletiyle, Rum içinde mamur olmadık yer bırakmadı.”
Şükrullah:
“Bayezid Hünkar, beylik tahtına oturunca atalarından ve dedelerinden daha iyi olarak adaleti ileri götürdü. Yoksullara acıdı, bayları yüce tuttu. Kötü ve şüpheli işlerden kaçınmayı ve Allah’tan korkmağı birinci iş bildi.”
Nişancı Mehmed Paşa:
“Sultan Bayezid âdil, bahadır, alimleri ve fakirleri seven, zenginlere şefkat gösteren bir hükümdardı.”
Aşık Paşazade:
“Yıldırım her cuma günü bulunduğu şehirde fukaraya sadakalar dağıtırdı”, demektedirler.
Hoca Sadeddin Efendi ise eserinde, Yıldırım Bayezid Han bahsini şu mısraları ile tamamlamaktadır:
Gerçi o sultana zarar değdi,
Ama, bunu soyu için denedi.
Geriye kaldı asil çocukları
Anılmaktadır hep hayırla adı
İyi bir ad bırakmak ona yeter
Unutulmamak her kederi örter
Düşmanına başını hiç eğmedi
Yüz yüze savaşmaktan çekinmedi
Yele verip devleti çerağını
Kınında gizlemedi kılıcını
Gayret ile korudu namusunu
Şerefiyle vermedi konuğunu
Timur’a zaferi verdiyse de Hak
Tahtına soyunu etti müstehak
Gözetmeseydi Osman soyunu
Ta o zaman yıkardı boyunu
Peygamber uğruna baş koyunca
Bunlara devleti verdi soyca
Olunca dilekleri hep iyilik
Sürüp gitmedi bu kargaşalık
Allah sevgisiyle Osmanlılar
Hanlığı Hak’tan böyle aldılar