TURAN İÇİN ŞEHİT OLAN ŞAİR: MAĞCAN (CUMABAY)
01 Ocak 1970
Kazak Türklerinin Türklük ve Turan ateşiyle yanan, Sovyet işgalindeki Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele veren ve Turancı olduğu için 45 yaşında kurşuna dizilerek şehit edilen büyük şairi Mağcan: Kazak edebiyatının ulularından. Büyük fikir ve dava adamı. Hürriyet aşığı, coşkulu şair. 1893’de Kuzey Kazakistan’da doğdu.
Babası Beken Bey (Ceken Bey) Mağcan’ın okumasına gerek görmez. Zira oğlunun köy mollası olmasını istemektedir. Ancak Mağcan babasını dinlemez, henüz 12 yaşındayken Çala Kazak Medresesi’ne devam eder. Bu medresede Arapça, Farsça ve Çağatay Türkçesini öğrenir. Yine aynı yıl Ufa’da bulunan Galiya Medresesi’ne başvurur. Bu medresede de Rus Dili ve Edebiyatı eğitimini alır. 1913 yılında Kazan’da Şolpan adıyla ilk şiir kitabını yayınlar. Kitabın yayınlanmasıyla birlikte, Mağcan Kazak ve Tatar milliyetçisi gençler arasında bir sembol isim haline gelir. 1923-1926 yılları arasında Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’ne devam eder. Enstitünün hocalarından V. Briusov, Mağcan’ı “Kazakların Puşkin’i” olarak adlandırır.
Mağcan Cumabayev, Sovyet ihtilalinin gerçekleştiği 1917 yılı içinde Mir Cakıp Dulatoğlu, Ahmet Baytursunoğlu, Alihan Bükeyhanoğlu, Seken Seyfullin, Muhammedcan Seydalin, Esfendiyar Köpeyoğlu, Sultan Mahmut Toraygıroğlu gibi fikir adamı yazarlarla tanışır ve Alaş Orda hareketinin siyasal gelişimine destek verir. Yapılan Alaş kurultayı sonunda Alaş Orda Hükümeti kurulur, Kazakistan’ın bağımsızlığı ilan edilir (13 Aralık 1917). Alaş Orda Hareketi, Kazakların tarihe geçmiş meşhur bağımsızlık hareketidir.
“Ne korsem de Alaş üçin korgenim / Magan atak ultım uşın olgenim
– Ne görsem de Alaş için görürüm / Bana armağandır yüce halkım için ölürüm” mısraları, Mağcan’ın kaleminden o yıllarda çıkmıştır.
Mağcan, 1922 yılında değerli yazar Hazer Törekuloğlu’nun davetiyle Taşkent’e gider. Orada Şolpan, Sana ve Akjol gazetelerinde şiirlerini yayınlar. İşte bu sırada meşhur Kazak aydın ve yazarı Avezov ile tanışır. Yazdığı şiirlerinde Kazak halkının Sovyetleşmesine karşı çıkmakta, Kazak halkına ata yurduna ve bağımsızlığına sahip çıkmasını öğütlemektedir. Stalin’in yönetime gelmesiyle birlikte Alaş Ordacılar baskı altına alınmaya başlanır. Mağcan’ın yakın çevresi, ya tehditlerle ya da menfaat karşılığında Mağcan’ı terk etmeye başlar. Mağcan her geçen gün yalnızlaşmaktadır. Kitapları basılmaz, şiirleri yayınlanmaz. Ailesini geçindirecek maddi imkanı kalmaz. Mağcan’a selam veren dostu kalmamıştır çevresinde. O artık, yalnız bir adamdır. İşte bu yıllarda yazdığı ve yüreğiyle dertleştiği mısraları kaleme alır. “Ey yüreğim benim ne suçum var, bu halkı sen sev dedin ben de sevdim” mısralarında içine düştüğü yalnızlığı, terk edilmişliği ve sahipsizliği ifade eder. Şiirleri yasaklanır. Bu yasak 1988 yılına kadar devam eder.
Moskova’da 1925 yılında kurduğu Alka adlı edebiyat derneğinin karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla, Mağcan tutuklanır ve idama mahkum edilir. Ancak, cezası 10 yıl sürgün cezasına çevrilir. 1930’da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı Gorki’nin yardımlarıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. Almatı’ya döndükten sonra Muhtar Avezov’un tutuklanmasına yardımcı olacak bilgiler vermesi istenilir. Mağcan böyle bir alçaklığı yapacak insan değildir. Ve “Japon Casusu” suçlamasıyla, 1937 yılının Aralık ayında yeniden tutuklanır. Ama Mağcan sorgulama sırasında maruz kaldığı işkencelere dayanamaz... Suçlamayı kabullenir. 19 Mart 1938’de kurşuna dizilerek öldürülür. Sovyet işgali altında bulunan Türk yurtlarındaki aydınlardan biri daha böylece susturulmuştur.
Mağcan, milli istiklal ve milli istikbal âşığıdır. Onun milleti Türk, yurdu Türkistan’dır. Boycu, soycu değildir. Turancıdır. Onun Turancılığında, Türkistan olarak bilinen Türk yurtlarında Türk topluluklarının bağımsız yaşaması vardır. Türk boylarının eski günlerde, Altay Dağlarının eteklerinde yaşadığı günlerde olduğu gibi, yeniden altın günlerini yaşamasının hayaliyle kıvranmaktadır. Bizim, Anadolu’da yedi düvele karşı vuruştuğumuz günlerde kaleme aldığı “Alıstaki Bavırıma” (Uzaktaki Kardeşime) adlı şiirinde bu tarih bilinicini ve özlemini ortaya koymuştur. Şair bu şiirinde Altay Dağlarının çevresinde Türk Milleti’nin yaşadığı altın günleri yâd ettikten sonra, Anadolu Türklüğüne şu mısralarla seslenir:
Bavırım, sen o jakta, ben bu jakta /Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kaygıdan kan jutamız. Bizdin atka /Kederden kan yutuyoruz. Bizim adımıza
Layık pa kul bop turuv? Kel ketelik /Yaraşır mı kul olup durmak. Gel gidelim
Altayga, ata mıras altın takka /Altay’a, ata mirası altın tahta
Ve...
Korgasın jas jurekke ogı battı /Kurşunlar genç yüreğime saplandı
Kunesiz taza kanım suday aktı /Günahsız taze kanım su gibi aktı
Kansırap elim kurup, esten tandım /Kansız kaldım, kurudum, bayıldım
Karangı abaktıga berik japtı /Karanlık, hapse sıkıca kapattı
Mısralarıyla da Kazak halkının çektiği sıkıntıları, eziyetleri ve kendi halini ifade eder.
Mağcan, Büyük devlet adamı Nur Sultan Nazarbayoğlu’nun talimatıyla, 100. doğum yılında, 1993’de, Kazak Devleti tarafından özel bir anma programı ile anıldı. Kuzey Kazakistan’da bulunan Petropavl şehrindeki üniversiteye Mağcan adı verildi. Kazakistan’da bir çok okul ve cadde şimdi onun adı ile anılıyor. Her yıl Mağcan adına edebiyat ödülleri verilmeye başlandı. 1938’de “Milletini Sevmek” suçundan ötürü katledilen Mağcan, şimdi, uğruna hayatını feda ettiği Kazak halkının gönlünde yaşıyor. O, fikirleri, ülküleri, eserleri ve heyecanıyla Türk Dünyası’nın ulularından biri olarak yaşamaya devam edecektir. Yattığın yer nur olsun Mağcan...
suhbat.com
Kazakistan'ın Büyük Şairi Mağcan Cumabayev
Çanakkale'de yedi düvele karşı savaşan Türk askerine yazdığı ünlü şiirin Türkiye Türkçesine çevirisi:
UZAKTAKİ KARDEŞİME
Uzakta ağır azap çeken kardeşim!
Kurumuş lale gibi çöken kardeşim!
Etrafını sarmış düşman ortasında
Göl kılıp gözyaşını döken kardeşim!
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim!
Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim!
Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman
Diri diri derini soymuş kardeşim!...
Ey pirim! Değil miydi Altın ALTAY
Anamız bizim? Bizlerse birer tay,
Bağrında, yürümedik mi serazat?
Yüzümüz değil miydi ışık saçan ay?
Alaca altın aşık atışmadık mı?
Tepişip bir döşekte yatışmadık mı?
Anamız olan ALTAY'ın ak sütünden
Beraber emip beraber tatışmadık mı?
Akmadı mı bizim için dupduru bulak,
Şarıldayıp şarıl şarıl dağdan inerek?
Hazırdı uçan kuş, kopan yel gibi
Dilesek bir bir atlar, tıpkı burak!
ALTAY'ın altın günü nazlanarak
Gelende, sen pars gibi bir er olarak,
Akdeniz, Karadeniz ötelerine,
Kardeşim, gittin beni bırakarak!...
Ben kaldım yavru balaban, kanat açamam,
Uçam diye davramsam bir türlü uçamam,
Yön bulduran, yol gösteren can kalmadı;
Yavuz düşman koyar mı şimdi beni vurmadan?
Kurşunlar genç yüreğime saplandı,
Günahsız taze kanım su gibi aktı;
Kansız kalıp, kuruyup bayıldım,
Karanlık mahbese sıkıca kapattı.
Görmüyorum artık gece gezdiğimiz kırı,ovayı,
Gündüz güneşi, gece gümüş nurlu ayı;
Nazlı nazlı ipek kundaklara sarmalayıp
Bizi büyüten altın ANAM ALTAY'ı
Ey pirim! Ayrıldık mı ulu bütünden?
Dağılmayıp yılmayan yağan oklardan
Türk'ün pars gibi yüreği varken
Gerçekten korkak kul mu olduk sinip düşmandan?
Kudretli olmak isteyen Türk'ün canı
Gerçekten bitap düşüp kalmadı mı hali?
Yürekteki ateş söndü mü, kurudu mu
DAMARINDA KAYNAYAN ATALAR KANI?
Kardeşim!Sen o yanda,ben bu yanda,
Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza
Layık mı kul olup durmak, gel gidelim
ALTAY'A ATADAN MİRAS ALTIN TAHTA.
Ve Mağcan'ın Turan ülküsü için yazdığı Türkistan şiiri:
TÜRKİSTAN
Türkistan iki dünya eşiğidir;
Türkistan Er Türk’ün beşiğidir.
Görkemli Türkistan da doğmak
Tanrı’nın Türk’e verdiği nasibidir.
Tarihte Türkistan’a Turan denildi
Turan da Er Türk’üm doğup büyüdü
Turan’ın kaderi çok dalgalıdır
Başından çok ilginç günler geçdi.
Turan’ın tarihi var ateş yeli gibi
Parlayıp göklere çıkar yangınlarla
Turan’ın yeri gibi suyu da başka
Denizlerce derin düşünceler verir.
Turan’ın uçsuz bucaksız bozkırı nasıl?
Deniz gibi kıyısız gölü nasıl?
Turan’ın derya adını alır ırmaklar,
Taştığı zaman kır basan seli nasıl?
Turan’ın dağları var gökleri aşan
Sonsuz başını al ak saçla basan
Bağrında nazlı akan bulak oynar
Dağda akan salkım sulardan oluşan.
Çöller var yelle esmez sapsarı kum
Mezar gibi hiçbir ses yok sonsuz tıptın
Olur mu can, hayvan sınırsız çölde
Kumlarda perilerle cinler oynar.
Turan deniz denilir gölleri var
Dalgalanan uçsuz bucaksız denizdir Aralık
Bir yandan kutalmış Isık Gölün
Bağrında dünyaya geldi gök yeleli Türk.
Eskiden Okıs, Yaksart Ceyhun Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Bu iki kutlu suyun kıyısında
Son atalarının mezarını bulursun.
Turan’ın Tiyanşan gibi dağı nasıl?
Dağlar Tiyanşan’a denk olamaz
Sen esir Er Türkleri düşünürsün
Gökleri aşan Han Tanrı’ya baka baka.
Balkası bağrına alan Tarbağatay
Heybetli yer göbeği Pamır, Alay
Kazıkurt kutalmış dağ olmasa
Tufanda Nuh Gemisi durur, nasıl?
Turan’ın yeri başka halkı başka
Başından geçen fırtınalı günü başka
Turan’ı birlik içinde yöneten
Geçmişte destan adam Alper Tunga.
Ezelden sıradan bir yer değildir O,
Bilirsin tarihi açsa Turan’ın yerini
Kutalmış Turan’a heveslenenler
Geçmişte Keyhüsrev ile Zülkarneyn.
Turan’a yer yüzünde yer yeter mi?
Türk’e insanoğlunda er yeter mi?
Geniş akıl, ateşli çaba, açık hayal
Turan’ın erlerine er yeter mi?
Doğmadı insanlarda Cengiz gibi er
Bilgili, derin düşünceli ve çelik ciğerli
Cengiz gibi aslanın sadece adı
Adamın yüreğine cüret verir.
Cengizden Çağatay, Ökkay, Çoci, Töle...
Ataya benzemişler hepsi bozkurt
Cengiz’in ordularında iki gözü
Pars Supıtay ile kök yeleli Cebe.
Turan’ın beyleri var Toragay gibi
O beyden Temir doğdu ateşle oynar
Ateş saçıp yer yüzüne Aksak Temir
Yıldırım gibi yeryüzüne parlayıp çıktı.
Turan’ı boşuna öğmüyorum.
Turan’ı onlarsızda yabancılar bilir
Evde oturup gökberk ile sırlaşan
Keskin zekalı Ulug Bey’e kim yetişir.
Türk’ün muzıkasını kim küçülttü?
Farabi dokuz telli tamburasını
Çaldığında doksan dokuz türlendirip
Kim dinleyip, duygulanıp ağlamamış?
Turan da Türk ateş gibi oynamış
Türk’ten başka kim ateş olup doğmuş?
Türkler ata mirasını paylaşanda
Kazaklara baba evi kalmamış mı?
Arslan gibi halka vatan olan Turan
Turan da Kazağım da hanlık kuran
Kazağın kolay yollu Kasım Hanı
Turan’ın çok yerini yönetmiştir.
Adil Han az bulunur Nazar gibi
Alaş’a Esim Han’ın kanunları hazır
Tevke gibi bilgin Han toplamıştır
Köl Töbe’nin başına kurultayın
Bu Turan ezelden Alaş yeridir
Turansız gün göremez Alaş
Turan’ın toprağında dinçlik alır
Alaş’ın Arslanı Abılay Han.
Turan’ın sarı arkasına ayrı deme
Turan altı Alaş’a gebe olmuştur
Turan’ın toprağın kucaklayıp yatar
Geçmiş kahramanı kök yeleli Kene
Çok özlese kim aramaz doğduğu yeri
Tulpar da özlemez mi doğduğu yeri?
Arkanın en saygılı kalın Alaş
Turan da bile bilsen senin yerin.
Kırağı Tiyanşan ile Pamir Alay
Gözlüyor çokta seni baka baka
Kene ile Abılay’ın yolunu sürmeden
Yabanda yayılmanın anlamı ne?
Eskiden Okıs, Yaksart, Ceyhun, Seyhun
Türkler bu ikisine derya derler
Kutalmış bu iki su yakasında
Olmaz mı gitsen izleyip ata meza