HALİT ZİYA UŞAKLIGİL (1865-1945)
ZEYNEP KERMAN 01 Ocak 1970
Edebiyât-ı Cedîde’ye mensup romancı ve yazar.
Eyüp’te dünyaya geldi. Uşşâkizâdeler diye anılan ve bir kolu İzmir’e yerleşerek halı ticaretiyle uğraşan Uşaklı Helvacızâdeler ailesine mensuptur. Dedesi Hacı Ali Efendi, İstanbul’daki dükkânının başına oğlu Hacı Halil Efendi’yi getirdi. Halit Ziya ticaretle ilgisi bulunmayan, zarif yaratılışlı, Mevlânâ Celâleddin ve Hâfız-ı Şîrâzî hayranı, yaşam tarzı bakımından Avrupaî olan Hacı Halil Efendi’nin üçüncü çocuğudur. Mercan’daki bir mahalle mektebinde başlayan eğitimi yeni usulde öğrenim veren sıbyan mektebinde sürdü. Daha sonra ailesinden izinsiz Fâtih Askerî Rüşdiyesi’ne kaydoldu. Okuma aşkı, edebiyat ve tiyatroya ilgisi dolayısıyla Türkçe’de yayımlanan telif ve tercüme eserleri okudu. İşleri bozulan babasının İzmir’e dönmesi üzerine burada önce İzmir Rüşdiyesi’ne yazıldı. Eğitim sisteminden memnun olmayan dedesi yabancı dil dersleri için Farsça, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Rumca’yı iyi bilen avukat Auguste de Jaba’yı, matematik dersleri için Ermeni kâtip Antuan’ı özel hoca tuttu. Hocalarının yardımıyla Ponson de Terrail’ın bir romanını Türkçe’ye çeviren Halit Ziya, Ermeni Katolik rahiplerinin açtığı özel Mechitariste Okulu’na kaydedildi. Bu çevre ailesinden gelen alafranga eğilimini daha da kuvvetlendirdi. Okulda Eugène Sue, Jules Verne, Louis Figuier, Camille Flammarion, Paul Féval, Alexandre Dumas, Eugène Scribe, Racine gibi yabancı ve Nâmık Kemal, Abdülhak Hâmid gibi Türk yazarlarının eserlerini okudu; Dumas, Scribe ve Racine’den tercümeler yaptı.
1883’te Mechitariste Okulu’ndan mezun oldu. Maddî imkânsızlıklar yüzünden öğrenimine devam edemediyse de yeteneğini keşfeden hocaları Pierre Vassal ve Raymond Père’in tavsiyesiyle Paris’ten getirtilen klasik, romantik ve natüralist yazarların eserlerini okudu. Bir yandan da İngilizce ve Almanca dersleri alıyordu. İzmir’e gelen bütün İtalyan ve Fransız operet kumpanyalarının oyunlarını seyretti. İlk yazısı Hazîne-i Evrak’ta çıkan “Deniz Danası”dır (II, nr. 6, 3 Mart 1883, s. 88-89). İlk edebî yazısı (mensur şiir) “Aşkımın Mezarı” ise Tercümân-ı Hakîkat’te yayımlandı (nr. 1461, 23 Nisan 1883). 1884’te Envâr-ı Zekâ’ya tercümeler yaptı. Tevfik Nevzat ve Bıçakçızâde Hakkı’yla birlikte Nevruz dergisini çıkarmaya başladı (13 Mart - 27 Ağustos 1884 arasında on sayı). Burada Alfred de Musset, Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden nesir halinde şiir tercümeleri, Louis Figuier’den popüler fennî yazılar ve derginin ilâvesi olarak George Ohnet’nin Demirhane Müdürü adlı romanını yayımladı.
1885 yılında Hariciye’ye girmek üzere İstanbul’a gittiyse de bu girişim başarısız olunca İzmir’e döndü. Abdülhalim Memduh vasıtasıyla tanıştığı kitapçı Arakel’in teklifiyle Fransız edebiyatı tarihi yazmaya başladı. I. cildini kısa sürede yazdığı Garptan Şarka Seyyâle-i Edebiyye: Fransa Edebiyatının Nümune ve Tarihi adlı eserini (I. cilt, Medhal: Ezmine-i Mutavassıta ve On Altıncı Asır, İstanbul 1303) bir anlaşmazlık sebebiyle tamamlayamadı. İzmir’e dönüşünde İzmir Rüşdiyesi’nde Fransızca, 1886’da açılan İzmir İdâdîsi’nde Fransızca, Türkçe ve edebiyat öğretmenliğiyle Osmanlı Bankası’nda tercümanlık ve muhasiplik yaptı. 18 Kasım 1886’da Tevfik Nevzat’la birlikte çıkarmaya başladığı Hizmet gazetesindeki faaliyeti yazarın edebî hayatında bir dönüm noktası oldu. Telif ve tercüme roman ve hikâyeleri, mensur şiirleri, Türk ve dünya edebiyatları ile edebiyatın meselelerine ait makaleleri, “Garâib-i Fenniyye” başlığı altındaki yazıları, “Letâif” başlıklı fıkraları, “Cüzdan” başlıklı özdeyişler ve çeviri hikâyeleriyle İstanbul’da da adından söz ettirmeye başladı. O sıralarda Mekteb ve Servet-i Fünûn’da yazıları çıkan Halit Ziya’nın Bir Muhtıranın Son Yaprakları adlı hikâyesi (1888) İzmir’de yayımlandı.
1888’de annesini kaybeden romancı, 1889’da amcasıyla çıktığı iki aylık Avrupa gezisi izlenimlerini Hizmet ve Tarîk’e gönderdiği mektuplarda anlattı. Bu izlenimleri bazı hikâyelerinde de kullandı. Sabah gazetesinde çıkan hikâyeler (24 Ocak 1899 - 6 Nisan 1899) daha sonra Bir Şi’r-i Hayâl’de “Şâdan’ın Gevezelikleri” başlığı altında toplandı (1914). Aynı yıl Köse Râif Paşa’nın yeğeni Memnune Hanım’la evlendi. Bir süre sonra peşpeşe dedesini, amcasını, ilk çocuğu Vedide’yi kaybetti. Bir aralık Vilâyet Mesâlih-i Ecnebiyye Kalemi başkâtipliği yaptı (1893). İki ay kadar bu görevde kaldıktan sonra İstanbul’a giderek Reji İdâre-i Umûmiyyesi Muhâberât-ı Türkiyye başkâtibi, aynı yıl içinde Muhâberât-ı Türkiyye ve Tercüme Kalemi müdürü oldu. 1909 yılına kadar meşguliyeti az olan bu işte çalıştı ve zamanını edebî çalışmalarına ayırdı. Bu sırada Ali Ekrem, Ahmed İhsan, Hüseyin Cahit, Ahmed Hikmet, Saffetî Ziya, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin’le tanıştı. İstanbul’a geldikten sonra Servet-i Fünûn’da neşrettiği ilk hikâye “Cambaz Kız”dır (nr. 109, 13 Nisan 1893). Mekteb dergisine verdiği “Sanskrit Târîh-i Edebiyyâtı: Vedalar” adlı makalesi dolayısıyla (nr. 1, 11 Ocak 1894, s. 19-20) bir soruşturma geçirdi; aklanmasına rağmen 1896 yılında Servet-i Fünûn’un Tevfik Fikret’in idaresine geçmesine kadar fazla bir şey yayımlamadı. Mâi ve Siyah’ın Servet-i Fünûn’da tefrika edilmesi onu Edebiyât-ı Cedîde’nin tartışmasız en önemli romancı ve hikâyecisi yaptı. Daha geniş kitlelere ulaşmak amacıyla İkdam ve Sabah gazetelerinde yazmaya başladı. 1896-1901 yılları arasında edebî hayatının en başarılı, en verimli dönemini geçirdi. Mâi ve Siyah (1896), Bu muydu? (1896), Küçük Fıkralar I-III (1897-1899), Heyhat (1898), Aşk-ı Memnû (1899), Bir Yazın Tarihi (1900) ve Solgun Demet’i (1901) yayımladı. Buna karşılık aile hayatı acılarla devam eden yazar çocukları Sadun ile Güzin’in ardından babasını kaybetti. 1902 yılında doğan Halil Vedat da yıllar sonra Tiran’da görevli olduğu elçilikte intihar edecektir (1942).
1908’de Reji komiserliğine tayin edildi; Dârülfünun’da Batı edebiyatı tarihi ve estetik dersleri verdi. II. Meşrutiyet’in ilânıyla meydana gelen heyecanlı ve coşkulu fikrî ve edebî ortam yazarı âdeta yeniden canlandırdı; Sabah gazetesinde sosyal, kültürel ve siyasal makalelerinin yanı sıra II. Meşrutiyet öncesinde yetişen, çeşitli mesleklere mensup gençlerin özlemlerini, hayat karşısında aldıkları tavrı romanlaştıran Nesl-i Ahîr’i tefrika ettirmeye başladı. 1908’de kurulan Sahne-i Osmânî’nin edebî heyetine, Türk Derneği ile İttihat ve Terakkî Cemiyeti’ne girdi. Ardından mâbeyin başkâtibi oldu (Nisan 1909). 1912 yılı Temmuzuna kadar kaldığı bu görevi sırasında âyan üyeliği de yaptı. Ahmed Muhtar Paşa’nın kurduğu “Büyük Kabine” onu azledince yeniden üniversitedeki derslerine döndü, ayrıca Tütün İnhisarı İdare Meclisi reisliğine tayin edildi. Maarif Nezâreti’nin kurduğu Istılâhât-ı İlmiyye Encümeni ile Dârülbedayi’in edebî heyetinde görev aldı; bu dönemdeki edebî ürünleri Tanin’de yayımlandı.
İttihat ve Terakkî’nin görevlendirmesiyle 1913’te Paris’e ve Bükreş’e, 1914’te tedavi için Almanya’ya gitti. I. Dünya Savaşı sırasında (1915) Almanya’da bulunan Halit Ziya, Saray ve Ötesi ile (1940-1942) Bir Acı Hikâye adlı hâtıratında burayla ilgili geniş bilgi verdi; seyahat notlarını “Almanya Mektupları” (Tanin, nr. 2383-2685, 6 Ağustos 1915 - 3 Haziran 1916) ve “Alman Hayatı” (Tanin, nr. 2579-2719, 18 Şubat 1916 - 7 Temmuz 1916) başlıkları altında neşretti. Memuriyeti Millî Mücadele döneminde sona erince Yeşilköy’deki köşküne çekilerek yoğun bir edebî faaliyete girişti. Çocukluk hâtıralarını Şehbal’de neşretti. İkdam, Vakit, Peyâm-ı Sabah’ta yazılar yazdı. 1923’ten sonra Millî Mecmua, Güneş, Resimli Ay, Hayat dergilerinde hikâye ve gezi intibalarını, kısmen Vakit ve Cumhuriyet’te Kırk Yıl’ı, yine Cumhuriyet’te Saray ve Ötesi’ni, Son Posta’da Bir Acı Hikâye’yi tefrika suretiyle yayımladıktan sonra kitap haline getirdi. Akşam, Muhit, Varlık, Yedigün, Anayurt dergilerinde de bazı makale ve hikâyeleri çıktı. Dil inkılâbına gönülden inanan yazar I. Türk Dili Kurultayı’na (26 Eylül 1932) sunduğu, Türkçe’nin geçirdiği evreleri ve dil sevgisini sanatkârane bir üslûpla dile getirdiği, çok ses getiren tebliğinden sonra Hepsinden Acı (1934) ve Aşka Dair’i (1935), Mâi ve Siyah ile (1938) Aşk-ı Memnû’yu (1939) sadeleştirerek yayımladı. Oğlu Halil Vedat’ın trajik ölümünden sonra hayatla bağlarını âdeta koparan yazar her türlü tedaviyi reddettiği uzun bir hastalığın ardından öldü ve Bakırköy Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedildi (27 Mart 1945).
Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilen Halit Ziya, 1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme almıştır. Bunlardan Sefile (Hizmet, nr. 1-73, 30 Temmuz 1887; yeni harflerle Ömer Faruk Huyugüzel, İstanbul 2006) ve Nesl-i Ahîr (Sabah, nr. 6808-6996, 7 Eylül 1908 - 16 Şubat 1909; yeni harflerle Alev Sınar Uğurlu, İstanbul 2009) uzun yıllar gazete sütunlarında kalmış, dolayısıyla üzerlerinde çok az inceleme yapılmıştır. Yazarın romancılığını üç döneme ayırmak mümkündür. İzmir’de yazıp yayımladığı ve düşmüş kadına acıma konusunu işlediği Sefile, ev içinde geçen üçlü bir aşk macerasının ele alındığı Nemide ve Bir Ölünün Defteri acemilik döneminin ürünleridir. Ferdi ve Şürekâsı evin içinden dışarıya açıldığı ilk romandır. Bu eserle birlikte olgunluk dönemine giren yazar Servet-i Fünûn’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme alır; eserin kahramanı Ahmet Cemil vasıtasıyla bu neslin özlemlerini, edebiyat ve hayat karşısındaki tavrını romanlaştırır. Aşk-ı Memnû’da yeniden ev içine dönen romancı, Kırık Hayatlar’da önceki romanlarından farklı şekilde realist akımın temalarından biri olan sosyal çevrenin bireyleri etkilemesini işler. Bu roman da bir aile dramını, üçüzlü bir aşk macerasını işlemekle beraber yazar bu çerçeveyi genişleterek âdeta bütün bir şehre teşmil eder. Dolayısıyla romanın adındaki çoğul eki anlamlıdır ve tek bir ailenin değil çeşitli sebeplerle hayatları kırılan, bozulan, sarsılan fertlerin ve ailelerin dramını dile getirir. Burada bütün bir toplum sel halinde âdeta uçuruma doğru gider. Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme alan Halit Ziya modern Türk edebiyatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Kendisinden önce Türk romancılığına hâkim olan Ahmed Midhat Efendi tarzında görüldüğü gibi basit bir üslûpla vak‘a-yı ön plana çıkaran anlayış onunla değişmiş, olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir. Ayrıca Halit Ziya’nın bir önceki dönemde olduğu gibi roman vasıtasıyla okuyucuya toplumsal mesaj verme endişesi yoktur. Türk edebiyatının aynı zamanda büyük bir üslûp ustası kabul edilen Halit Ziya özellikle Mâi ve Siyah romanında bunu bütün ayrıntılarıyla ortaya koymuştur.
Halit Ziya’nın yukarıda geçen eserlerinin dışında kalanlar şöylece sınıflanabilir: Mensur şiir: Mensur Şiirler (İzmir 1307), Mezardan Sesler (İzmir 1307). Piyes: Füruzan (A. Dumas Fils’in Francillon’undan uyarlama, İstanbul 1334), Kâbus (İstanbul 1334), Fare (Edouard Pierrot’nun Le Souris’sinden uyarlama, İstanbul 1341). Makale: Kenarda Kalmış (İstanbul 1342), Sanata Dair (I-IV, İstanbul 1938, 1939, 1955, 1963). Hâtırat: Kırk Yıl (I-V, İstanbul 1936), Saray ve Ötesi (I-III, İstanbul 1940-1942), Bir Acı Hikâye (1942). Tenkit: Hikâye (1889). Tercüme: Esrâr-ı Serendib (Louis Jacolliot’dan, İstanbul 1305), Nâkil (tercüme hikâyeler, 4 cüz, İstanbul 1310-1312). İlmî eserleri. Haml ve Vaz‘-ı Haml (İstanbul 1306), Hesap Oyunları (İzmir 1308), Simyâ-i Kimyâ (İzmir 1308), Mebhasü’l-Kıhf (İzmir 1308), Kanun ve Fenn-i Velâde (İstanbul 1311), İlm-i Sîmâ (İstanbul 1311), Birkaç Yaprak (İstanbul 1316).
Halit Ziya’nın Saliha Hanım, Aşk-ı Memnû gibi eserleri Fehim Spaho tarafından Boşnakça’ya çevrilmiştir (Saraybosna 1923; Zagreb 1953). Sevdâ-yı Çetin ve Nikâh-ı Sânî hikâyelerini Saccad Haydar Yıldırım Urduca’ya çevirerek Hindistan’da Mahzen adlı bir dergide yayımlamıştır (Haziran 1907, Ağustos 1908). Servet-i Fünûn’dan Cumhuriyet dönemine kadar uzanan bir zaman diliminde yaşayan Halit Ziya’nın çok sayıdaki eseri üzerinde çeşitli araştırmaların yanı sıra yüksek lisans ve doktora tezi yapılmış, mensur şiirleri hakkında yurt dışında bir makale yayımlanmıştır (bk. bibl.).