« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

06 Mar

2007

Ekonomide Milliyetçilik Şart!

Doç. Dr. Erol GÖKA 06 Mart 2007

Aydınlarımız endişeli: Milliyetçilik yükseliyor! Milliyetçilik bir suç mu? Bulaşıcı bir hastalık mı? Niye korkuyoruz? Ya da: Korktuğumuz gelişmelere milliyetçilik adını takmakta niçin ısrarlıyız? Galeyan, taşkınlık, meydan dayağı, linç, çatışma… bunları niçin milliyetçilikle birlikte anıyoruz? Bunları niçin milliyetçilikten uzaklaşmanın sonuçları olarak görmüyoruz? Bu topraklarda milli, yani milleti, milletin refahını, huzurunu, kardeşliğini, birliğini amaçlayan bir politika izlendi de mi bu hale düşüldü? Tam tersine: Millet unutuldu, yok sayıldı, halklara bölündü, azınlıklaştırıldı. En önemlisi de, yoksul düşürüldü.

Bugün milliyetçiliği tartışmamız lazım. Ama sadece, canımız kadar kıymet verdiğimiz bayrak üzerinden değil. Milletten kaçırılan, milletin aleyhine işleyen bir mekanizma gibi kurulan, kurgulanan ekonomi üzerinden. İnsanların öfkeyle sokaklara boşalttıkları enerji, bugünkü şekliyle işleri daha da kötüye götürmekten başka işe yaramayacak. Ama bu enerji, milletten kaçırılan bir alanı, ekonomiyi yeniden ele geçirmeye yöneltilebilirse, yani ekonomik bir milliyetçilik ortaya konabilirse, o zaman gerçek bir kazanç milletin hanesine yazılabilir.



EKONOMİK PATLAMA

Nevruz kutlamalarında Mersin’de yaşanan bayrak yakma olayına, Trabzon’da TAYAD (Tutuklu ve Hükümlü Yakınları Derneği ) adına bildiri okuyan beş kişiye meydan dayağı atarak hatta linç girişimiyle “karşılık verildi”. Bunları daha küçük çapta ve az çok farklı nitelikte olsa da, Sakarya ve Balıkesir’deki sürtüşmeler takip etti. Herkes kaygılı: 1980 öncesi günlere mi dönülüyor?

Bütün bu olayları “toplumsal patlama” olarak yorumlayanlar var. Fakat tesadüfe bakın, Türkiye’de patlayan tek şey toplum değil. Geçtiğimiz hafta çıkan bir habere göre Türkiye’de ithalat da patlamış: “Dünyanın en fazla ithalat yapan ülkeleri arasında Türkiye 2004 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 40 oranındaki artış ile ithalatı en fazla artan ülke oldu. Dünya Ticaret Örgütü verilerinden yapılan hesaplamaya göre, dünya mal ithalatında, Türkiye 97.2 milyar dolarlık ithalat ile 22. sırada” (Radikal,18.4.2005). İthalattaki patlama ile toplumdaki patlama, yani toplum ile ekonomi arasındaki bağı anlamadıkça, selamete çıkma şansımız olabilir mi?

İthalatın patlaması demek, hayatımızı başkalarının ürettiği malları satın alarak sürdürdüğümüz anlamına geliyor. Demek ki tükettiğimiz malları artık kendimiz üretmiyoruz. Bu malları üretecek fabrikaları, tarlaları, işletmeleri kapatıyoruz. Demek ki işlerimizi kaybediyoruz, işsizleşiyoruz. Para kazanamıyoruz. Para kazanamayan insanlar olarak, dışarıdan mal almayı nasıl beceriyoruz? Tabii ki borçlanarak. Türkiye’de, son 25 yılın acı özeti bu aslında: Üretme, tüket; kazanma, borç al. Türkiye’de ithalat patladı, borçlanma patladı; şimdi de toplum patlıyor. Toplumsal patlamaya da, “milliyetçilik” yaftası basılıp millet mahkum ediliyor.



BİRİNCİ TEHDİT YOKSULLUK

Geçen hafta toplanan Milli Güvenlik Kurulu “gelir dağılımındaki bozukluğu ve yoksulluğu” görüşmüş. Yoksulluk, işsizlik nihayet MGK tarafından tehdit listesine alınıyor mu? Bunun için, Mersin’de, Trabzon’da insanların birbirine yan gözle bakmalarını beklemek mi gerekiyordu? “4.5 saat süren toplantıda, Mersin'deki Türk bayrağına yönelik saldırı girişimiyle başlayan, Trabzon ve Sakarya gibi illere de yayılan toplumsal olaylar ve özellikle büyük şehirlerde artan hırsızlık olayları” değerlendirilmiş. “Göç konusunda kurul üyelerine sunum yapan Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Fevzi Türkeri, İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Antalya'nın da aralarında olduğu 14 ilin aşırı göç aldığını” söylemiş. Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinin göç vermede kritik noktayı aştığını belirten orgeneral “iç göçün önlenmesi için bu bölgelerdeki kalkınma ve gelişmişliğin sağlanmasına yönelik adımların atılması gerektiğini” vurgulamış ve yaşanan toplumsal olayların temelinde yatan nedenin de yoksulluk olduğunu saptamış. Bu çarpıcı tespitler karşısında bize ne demek düşer? Herhalde “Günaydın!” demeliyiz.

Türkiye’nin karşı karşıya olduğu birinci tehdit ve sorun ne terördür, ne kürt sorunudur, ne dini hareketlerdir, ne de bugünlerde birilerinin ortaya sürmeye çalıştığı gibi “yükselen milliyetçilik”tir. Türkiye’nin birinci sorunu yoksulluktur, gelir dağılımındaki adaletsizliktir, her ikisini kalıcı kılmaya ve derinleştirmeye dönük ekonomi politikalarının sürmesidir.

ENFLASYONUN CANAVARLIKLARI

Türkiye’de halkın en çok konuştuğu ama üzerinde en az etkiye sahip olduğu şey ekonomidir. Ekonomi, halktan kaçırıldı. Siyaset dışı ilan edildi. Türk siyaseti, ekonomik görüşlerin, çözüm önerilerinin rekabet edebildiği bir arena olmaktan çıkarıldı. Türkiye’de, farklı bir ekonomi politikası öneren siyasi parti bırakılmadı. Serbest pazar, rekabetçi ekonomi diyenlerin ekonomik görüşlerine rakip istemediklerini, serbestiyet tanımadıklarını gördük. Ekonomi, siyasetin dışına itildi.

Yıllardır, ekonomi politikaları bir canavarla mücadeleye indirgendi: Enflasyon canavarı. Canavar varsa, masal vardır. Ekonomi politikası diye, Türk milletine bir masal anlatıldı. Enflasyon canavarıyla mücadele ediyoruz denilerek yatırımlar durduruldu, en değerli kamu kurumları çökertildi, bankacılık öldürüldü, sosyal harcamalar kısılıp yok edildi, eğitim, sağlık dahil her şey özelleştirilme yoluna sokuldu. Enflasyonla mücadele adı altında, gerçekten ekonomi namına neyimiz varsa çalındı.

İşte, sonunda bir “kahraman” çıktı, enflasyon canavarını öldürdü. Ne oldu peki? Hiç. Ekonomi yok edildiği için, ne işimiz ne de aşımız var. Toplumsal patlamadan başka bir şey kalmadı elimizde.



EN TEHLİKELİ MİLLİYETÇİLİK

Son bir yıldır, aydınlar, Amerika, Avrupa Birliği elele vermiş uyarıyorlar: “Milliyetçiliğe dikkat edin, yükseliyor”, “Kavgam çok satıyor, Naziliğe dikkat!”, “Türkçülük hortluyor, aman!”. Türkiye’de, hayal ettikleri cinsten bir “milliyetçilik” ortaya çıkınca en çok onlar bayram edecekler. Koşulları hazırladılar: İşsiz, aşsız, yoksul, bunalmış halkın bayrağına, birliğine, dinine, diline de dokunulunca, galeyana gelip çatışmaya sürüklenecek. Senaryo bu. Mersin’de, Trabzon’da, Sakarya’da, Balıkesir’de uç veren bu inceden inceye tasarlanmış bunalım onlar için sevindirici.

Milliyetçilik, bu çatışmalar içinde lanetli hale gelecek. 1980 öncesindeki gibi. Milliyetçilikle birlikte “millet” kavramı da. Burada, bu topraklarda bir millet olarak varolduğumuzu söylemeye utanacağız; beklenen bu.

Milliyetçiliği tanımlamayı başkalarına mı bırakacağız peki? Milliyetçilik mafyayla, sokak çatışmasıyla, etnik önyargılarla anlamdaş olamaya mahkum mu? Tam tersine, milliyetçilik bize lazım. Fakat Batının arzuladığı, bu topraklarda görmek istediği sürtüşmeci, sığ, kaba saba, bıçkın, sokak milliyetçiliği değil. Batı’nın en çok rahatsız olacağı milliyetçilik lazım bize: Ekonomide milliyetçilik.



EKONOMİ HALKTAN KOPARILDI

Ekonomide milliyetçi nasıl olunur? Ekonomi, piyasa kurallarının, matematiğin, tutkulardan arınmış bir salt ekonomik aklın alanı değil mi? Siyasetçilerin, halkın uzak durması gereken; Merkez Bakası başkanlarına, özerk kurullara, teknokratlara terk edilmesi gereken bir alan değil mi ekonomi? Asla değil.

25 senedir bu hepimize böyle anlatılıyor. Ekonomi, siyasetten temizleniyor. Siyasetten, yani halkın iradesinden. Siyasi partilerin ekonomik politika formüle etmeye cesaretleri kalmadı. Ekonomide “milli” lafını ağzına alan hükümet, bunun altını doldurmaya çalıştığı anda yıldırımları üzerine çekiyor. İşte, 1997’de Refahyol hükümetinin başına gelenler. Demogojik milliyetçiliği bir yana bırakıp borçlanmayı önleyici bir politika uygulamaya başladığı anda, hükümet yerle bir edildi. Milli ekonomi, Batının görmeyi istediği en son şey.

Milletimiz işsiz bırakıldı, yoksul düşürüldü. AB sürecinde en önemli değerleriyle alay edildi, sorgulandı, suçlandı. Bunaldı ve şimdi patlıyor. Bu patlamaya bakıp “işte milliyetçilik canavarı!” diyorlar. Hayır, bu milliyetçilik değil. Bu patlama, milliyetçilikten uzaklaşmanın sonucudur. Enflasyon canavarıyla oyalandık, şimdi milliyetçilik canavarı devrede…

Patlamanın, taşmanın olduğu yerde enerji vardır. Olumlu bakalım. Bu enerji sokaklarda heba olmasın, hele hele çatışmaya karışmasın, kana bulanmasın. Milliyetçiliğe asıl anlamını verelim, yeni bir milliyetçilik formüle edelim ve bu enerjiyi orada kullanalım: Ekonomik milliyetçi olalım.

Nihat Genç’in hep dediği gibi, bu ülkeyi sevmek, bu toprakların incirini, elmasını, tütününü, şeker pancarını, mısırını, pamuğunu sevmektir. Bu ülkenin atölyelerini, fabrikalarını, okullarını sevmektir. Bunlara sahip çıkacak, bunları bayraklaştıracak bir milliyetçilik, milletin refahını, huzurunu, kardeşliğini temin eder.

Ziyaret -> Toplam : 125,15 M - Bugn : 34532

ulkucudunya@ulkucudunya.com