Yeni bir kalkınma zihniyeti!
Selçuk Şirin 01 Ocak 1970
ÇARE bir dizi alanda yapısal reformdan geçiyor.
Bir kere genç nüfusumuzu bu yüzyılda rekabet edebilecek seviyede eğitmemiz gerekiyor. Eğitim sorunuyla ekonomi sorunu bu anlamda aynı sorun. Biri olmadan öbürü olmuyor, özellikle bu çağda. Bakın Kore’den söz ettim. Onlar çocuklarına fen ve matematik gibi becerileri kazandırma bakımından dünyada zirvede, biz ise ilk 50 arasında bile yokuz! Bunun nedeni kaynak sıkıntısı değil zira Kore ve Türkiye milli gelirden benzer oranlarda kaynağı eğitime ayırıyor. Ama onlar öyle bir eğitim sistemi kurmuş ki aldıkları sonuç bizi fersah fersah geride bırakıyor. Eğitimimizi çağın gerektirdiği beceri setine odaklamamız gerekiyor. Birinci sınıf fen ve teknoloji liselerini her ile, her ilçeye açmayı ertelediğimiz her gün, hamallık yapmayı kabul ettiğimiz gündür.
EĞİTİM YETMEZ!
Eğitim sisteminde reform yapmak yetmez. Tıpkı İsrail’in, tıpkı Finlandiya’nın, tıpkı Estonya’nın yaptığı gibi eğitimin yanına girişimciliği de koymak zorundayız. Gençlerimizi ‘atanamayan’ olmak için değil, girişimci olmak için yetiştirmeliyiz. Bunun için de gençlerimizi özgür bırakmaya cesaret etmemiz ve onlara adil bir rekabet ortamı sunmayı başarmamız lazım. Girişimcilik ancak bu ikisinin bir arada olduğu iklimde gelişiyor. İnsanlar fikirlerini özgürce tartışabildiği, bu fikirleriyle adil bir rekabet ortamında yarışabildiği oranda girişimci olabiliyor. Kalkınma zihniyetini öyle bir değiştirmeliyiz ki, hesabı montaj sanayi ya da inşaat üzerinden değil, eğitim ve girişimcilik üzerinden yapmalıyız. Yani diyeceğim şu: Eğer bu seçimlerde 80 milyonluk ülkede neden bu kadar az girişim çıkıyor sorusuna yanıt bulamazsak korkarım ki bir sonraki mucize için daha çok bekleyeceğiz.
Yeni bir kalkınma zihniyeti5 YILDA 1 MİLYAR KAZANDIRAN HAYAL
ÜÇ arkadaşın Bostancı’da bir apartmanın zemin katında kurduğu oyun şirketi bu hafta 1 milyarı aşkın bir fiyata (250 milyon dolar) satıldı. Gram Games’in bu muazzam başarı hikâyesini anlatacağım ama önce bu haberin neden bu günlerde tartışılması gerektiğinden bahsedeyim.
Biliyorsunuz kişi başına düşen milli gelirimizi 3 bin dolardan 10 bin dolara çıkarmayı başardık ama 10 yıldır da o bantta sıkışıp kaldık. Ekonomistler bu duruma orta gelir tuzağı diyor. Çünkü bizim gibi pek çok ülke 3 bin dolardan 10 bin dolara eski usul üretimle, doğal kaynaklarla, inşaatla çıkıyor ama 10 bin dolardan 20 bin dolara bu yoldan gitmek mümkün değil. Peki dünyada orta gelir tuzağını aşan ülke yok mu? Elbette var. Mesela Güney Kore. Mesela Finlandiya. Mesela İsrail. Son yıllarda Doğu Bloku ülkeleri de katılıyor bu kervana... Peki nedir bu ülkelerin yapıp da bizim yapamadığımız? Zihniyet devrimi. Bu ülkeler eski usul üretimi terk edip katma değeri yüksek üretime geçti. Ya biz?
MONTAJI BİZİM AMA MARKASI DEĞİL!
Türkiye’de insanlar çok çalışıyor. Hatta bizim çalışanlarımız OECD içindeki en uzun çalışma saatlerine sahip. Ama maalesef çok çalışmak demek çok değer üretmek demek değil. Geri getirisi yüksek işler, yani yüksek teknoloji ürünleri bakımından üretimimiz içler acısı. Bildiğiniz bir hesap: Güney Kore’de üretilen bir akıllı telefon iki ton çay ediyor! İhracatımız içinde bu tarz yüksek teknoloji ürünlerinin oranı yüzde 3 bile değil. Daha evvel yazmıştım. Biz senede 3 milyar dolarlık fındık satıyoruz, İtalyanlar bizden aldığı fındığa marka ekleyip onlarca kat fazla kazanıyor. Sanayimiz de aynı durumda. Binlerce işçiyle ürettiğimiz arabaları ihraç ediyoruz ama bir hesaba göre 100 Euro bile zor kazanıyoruz. Kaymağı patenti olan yiyor. Parayı markası olan kazanıyor. Bizim de artık bu üst lige çıkıp katma değeri yüksek ekonomik düzene ayak uydurmamız şart.
İŞE AKIL VE TASARIM KATMAK ZORUNDAYIZ!
Katma değeri yüksek üretimi ben kısaca böyle tanımlıyorum: Ne üretiyorsanız o üretime daha çok akıl, daha çok tasarım katacaksınız. Domates üretirken daha uzun raf ömrüne sahip olan ürünü üreteceksiniz. Fındık değil fındık markası ihraç edeceksiniz. Zeytin değil, zeytinin markalaşmış yağını satacaksınız. Tekstil için de aynı formül geçerli. Sanayiye gelince, montaj sanayisine talip olmak yerine yeni, daha adı sanı konulmamış alanlara yöneleceksiniz. Daha evvel bu köşede yazdığım gibi 100 yıl evvel başlayan otomobil yarışına girmekten değil, önümüzdeki yüzyılın insansız otomobiline talip olmaktan söz ediyorum. Kısaca, montaja değil patente, hammaddeye değil markaya yatırım yapan bir ekonomik çark oluşturacaksınız. İşte tüm bunların olması için bizim her alanda yeni girişimlere ihtiyacımız var. Eski işlere değil, yeni hayallere ihtiyacımız var. Gram Games de işte bunlardan biri.
MUCİZELERLE BU İŞ OLMAZ!
Gram Games’in hikâyesini okurken insanın içinden ‘Bu bir mucize!’ diyesi geliyor. Çok değil bundan 5 yıl önce bir apartmanın zemin katında kurulan şirket 74 çalışanıyla 250 milyon dolarlık bir değere ulaşıyor. Türkiye’nin pek çok bilinen markasının değeri bu kadar değil! Zaten Yemek Sepeti’nden sonra bizden çıkan en büyük startup satışı bu. Peki geride kaç tane bu tarz startup var? Çok fazla yok maalesef. Tüm Türkiye’de çeşitli aşamalarda olan startup sayısı bir hesaba göre 2 bin! Nüfusunun yarısı 30 yaş ve altı olan bir ülkede bu kadar az girişimci çıkmasının nedenlerini sorgulamamız gerekiyor. Bakın Prof. Erhan Erkut, fikir vermesi bakımından İsrail’le bir kıyaslama yapmış blogunda (Bu arada Hoca’nın blogu bu konuda bir hazine!). Onların 8, bizim 80 milyon nüfusumuz var ama oradan 70 şirket yüksek teknoloji şirketlerinin kaydolduğu NASDAQ borsasına girerken bizden henüz tek bir şirket çıkmadı. İsrail’in sadece bir şehrinin haritasına baktığınızda irili ufaklı startup’ların sayısının bizim tüm ülkeden çok olduğunu göreceksiniz zaten. İsrail bu noktaya tıpkı Finlandiya, tıpkı Güney Kore ve mesela son yıllarda Estonya gibi yeni teknolojinin sunduğu fırsatları herkesten önce değerlendirerek ulaştı. Şimdi bizim de aynı formülü uygulamamızın zamanı geldi de geçiyor bile.