Bizde basın ‘partizan’ mı? Hayır, bugünkü durum ondan çok daha ileri ve vahim…
Fehmi Koru 01 Ocak 1970
Bir mecliste, siyaseti yakından gözlediğini bildiğim biri, “Medya hiç bu kadar partizan olmuş muydu?” sorusunu bana yöneltince, meramını yanlış yansıttığını anlayacağını umarak, “Ne zaman öyle değildi ki?” cevabını verdim.
Elbette bugünkü durum başka ülkelerden ve bizim geçmişte yaşadıklarımızdan farklı ama, medya bizde her zaman taraflı oldu çünkü.
O kişiye vermeye çalıştığım cevabı sizlerle de paylaşayım.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e basın mirası
Konunun Osmanlı dönemine kadar uzanmayı gerektiren boyutları da var, ancak dikkatimizi Cumhuriyet’in kuruluşu sonrasında yoğunlaştırdığımızda da ‘partili gazete’ kavramıyla karşılaşabiliyoruz.
Cumhuriyet’i kuracak kadro Ankara’ya geldiğinde, ilk iş olarak, kendi tezlerini yaymayı sağlayacak bir basın arayışına girişti. Hakimiyet-i Milliye gazetesi ve Anadolu Ajansı o arayışın sonucudur.
Halide Edip (Adıvar) ‘Türk’ün Ateşle İmtihanı’ adını verdiği anılarında kendisinin Ankara’ya geçişinin sebebi olarak “Anadolu’daki milliyet hareketinin en zayıf tarafı gazeteci ve propaganda yokluğu” açıklığını gidermek olduğunu anlatır. Kendisi bu açıklığı gidermesi için Ankara’ya çağrıldığını bilir ve ona göre davranır (s. 64).
Hakimiyet-i Milliye kadrosundan Mazhar Müfit de (Kansu) ‘Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber’ kitabında aynı amaçla Ankara’ya gelmiş gazeteci-yazar kadrosunun heyacanlarını ilk elden aktarır (C. II, s. 503).
Mustafa Kemal, bir yandan ‘başkomutan’ olarak İstiklal Savaşı‘nı yürütür ve BMM başkanı olarak yeni devletin siyasi temellerini atma çabasını sürdürürken, bir yandan da zengin bir yazar kadrosu (Halide Edip, Dr. Adnan, Mehmet Akif, Müfide Ferit, Yakup Kadri, Ruşen Eşref, Hamdullah Suphi, Mehmet Emin, Celal Nuri, İsmail Hami) bulunan Hakimiyet-i Milliye gazetesine imzalı-imzasız yazılarla katkıda bulunmaktadır.
Sonraları (1934) ‘Ulus’ adını alan gazete uzun yıllar CHP’nin yayın organı olarak varlığını sürdürmüştür.
Yenigün adıyla yine aynı kadrodan Yunus Nadi tarafından çıkarılan gazete de CHP çizgisinde yayınlarıyla basın hayatında yerini alacak, daha sonraları da Cumhuriyet adıyla günümüze kadar gelecektir.
CHP’nin gazeteleri olur da rakibi Demokrat Parti (DP) boş oturur mu? Zafer gazetesi Ulus‘un karşısında DP’yi tutan yayınlarıyla yerini çoktan almıştır.
Darbeler ve Türk basını
Darbeler öncesi, sırası ve sonrasında belli başlı gazetelerin görev üstlendiği bir ülkedir Türkiye. ‘İhtilalciler arasında’ bulunduğunu kitabının adıyla övünerek ilan etmiş bir gazetecimiz (Bedii Faik) olduğu gibi, başarısız bir darbe girişiminin arkasında (1962) yer almış bir gazete patronu da (Erol Simavi) vardır.
Türkiye için geçerli değil… Hâkimiyet, elbette, ‘Kayıtsız şartsız milletindir’… O, başka… Ama birinci kuvvet, Türkiye’de ordu mu? Hayır… Basındır… İkincisi, ordudur… Çünkü orduyu ihtilallere basın hazırlar.” (Hürriyet, Nisan 1988).
Orduyu ihtilallere hazırlama görevi içerisinde bulunmuş bir kadronun yayın organında (Devrim gazetesi) çalışmış Hasan Cemal, ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ kitabında darbeler-basın ilişkisinin pek çok örneğini sıralamıştır.
‘Post-modern darbe’ diye anılan 28 Şubat (1997 ve sonrası) sürecinde yaşananlar, artık devreye televizyonlar da girdiği için, zihinlerimizde canlılığını koruyor olmalı.
Sözün kısası şu: Bizde basının taraf tutması, partizanlığı yeni bir olgu değildir.
Bizde böyledir de başka ülkelerde durum çok mu farklıdır?
Hayır, oralarda da ‘partili’ olduğu bilinen gazeteler her zaman olmuştur.
‘Morning Star’ İngiliz Komünist Partisi’nin yayın organıdır. Daily Telegraph Muhafazakar, Guardian ise İşçi Partisi eğilimli gazetelerdir.
Gerçek bu iken, “Basın hiç bu kadar partizan olmuş muydu?” sorusu elbette havada kalıyor.
Bugünkü durum daha vahim
Ancak yine de o soruyu sormayı akla düşüren bir gerçeği var bu gün ülkemizin; o da şu: Gazeteler ve gazetelerde köşeleri bulunan, televizyonlardaki tartışma programlarına ‘gazeteci’ sıfatıyla çıkan kişiler yalnızca bir partinin tarafını tutmakla yetinmiyor, kendileri dışında olanların da onların tuttukları tarafı tutmaları gerekirmiş gibi yazıp konuşuyorlar.
Farklı ses olmasını istemiyor, öyle olduğunu düşündükleri kalemler ile görüş sahiplerinin yok olmasını arzu ediyorlar.
Yok ettiklerine taktıkları bir de sıfat var: ‘Medeni ölü’…
Medyanın yaklaşık yüzde 90’ının tek sesli olması onlara yeterli görünmüyor, diğer yüzde 10’nun varlığına tahammül edemiyorlar.
24 Haziran seçimleri arzuladıkları sonucu verirse medyada yeniden büyük çaplı bir tasfiye yaşanacağını şimdiden ‘müjdeleyen’ yazılar çıkıyor iktidarın itibar ettiği köşelerde.
Herhalde kabul edersiniz ki, bu, ‘partizanlık’ ile izah edilebilecek bir tavır değildir.
Nedir bu?
Bu sorunun cevabını -belki- 24 Haziran sonrasında verebileceğiz.