Hedefini küçült; mutlu ol!
Servet Avcı 01 Ocak 1970
Suat Başaran'ın sosyal medyada paylaştığı şu yazısı ne çok şey anlatıyor değil mi?
"HEDEFİNİ KÜÇÜLT; MUTLU OL!
Bu yazıda kendimi yazacağım...
Kimse üzerine alınmasın...
Mutsuz olmak için her özelliğe sahibim...
Bir kere Trabzonsporluyum... 84 yılından beri şampiyonluğa hasretim...
MHP'liyim, hiç tek başına iktidarı tatmadım...
2009'un son aylarından beri muhalifim, bir kongrede bile yüzüm gülmedi...
Hep yenilgi hep yenilgi...
Oysa hedef küçülterek ittifaklar yaparak mutlu olabilirdim...
Meselâ şunu diyebilirdim: Şu İstanbul takımlarından bize şampiyonluk düşmez...
Nüfusumuz belli, paramız pulumuz belli... Bırak şampiyonluk hedefini... Hedefin ilk on olsun... Mutlu ol...
'Beşiktaş şampiyon oldu, biz de olmuş sayılırız... Bak başında Şenol Hoca var!' gibi tesellilere sığınmam da mümkündü...
Bazen Fenerbahçe'yi dış güçlerin maşası olarak ilân ederek, yerli ve millî olduğu iddiasıyla Galatasaray'ı destekleyebilir, bazen de süslü püslü uyduruk gerekçelerle tam tersi bir tutumu savunabilirdim...
Hele partide...
İlke, ölçü, ülkücülük, arkadaşlık, gibi yapay(!) değerler yerine, 'menfaatine odaklan' şeklinde gayet sade ve küçük gayenin sahibi de olabilir ve -kimilerinin ifadesiyle- korunaklı(!) statümü muhafaza edebilirdim...
Olmadı, yapamadım...
Yapamadım, çünkü 70'li ve 80'li yıllar gözümün önünden gitmiyor...
Hedefimi küçültmek, o yılların sevdasına ihanet gibi geliyor...
Ne yapayım, elimde değil...
Şampiyonluk dışındaki hiç bir sonuç mutsuzluğuma çare olamıyor...
Başkasının şampiyonluğundan rol çalmak da..."
***
Başkalarının başarısından 'zafer' çıkaranları gördükçe Başaran'a hak vermeden edemiyor insan... Ki bizler 'güçlünün ve kazananın yanında' değil, hep 'zayıfın ve mazlumun yanında' olmayı 'en önemli siyasî düstur' bilmişken...
Nedir insanları, daha doğrusu toplulukları bu denli değiştiren, siyaset ve mücadele kültürünü bu kadar başkalaştıran, farkında olmadığı toplu cinnete, acınası sefalete sürükleyen?
Sürekli yeniliyor olmanın yol açtığı eziklik mi? Savunageldiği bütün değerleri bir çırpıda yok saydıktan sonra, bu utancı skor tabelasıyla bastırma ucuzluğu mu? Yoksa zaten içinde barındırdığı ama bir türlü açık edemediği ruh hâlini artık bir başkasının başarısına ortak ederek açık etme duygusu mu?
Sonuç, fikre tecavüz ediyor... Tuhaf bir rekabet duygusu, 'büyük' olanın yanında saf tutma utancını ortadan kaldırıyor... 'Kuralsız da olsa kazanma' veya 'kazananın başarısıyla övünme' rezaleti, yarım yüzyıldır biriktirdiğin ne varsa, siyaset adına, ahlâk adına, mücadele kültürü adına ne varsa, tarifsiz bir iştahla kemiriyor... Geriye anlamsız, tutarsız, kof bir 'zafer nârâsı' kalıyor... Üstelik başkalarının 'zafer'inin gölgesine sığınılıp, oradan diğer başkalarına hava basılırken, 'esas zafer sahibi'nin kuru bir teşekkürüne bile mazhar olunmadan!..
Bizler gerçekten yıllarca aynı yoldan mı yürüdük, aynı siyasî kültürden mi beslendik, aynı tehlike karşısında aynı inançla mı yumruk sıktık, gerçekten aynı hayalin peşinden mi koştuk? Mücadele kültürü arasındaki farklılaşma, insanı hem şaşırtıyor hem de çok üzüyor...
İngiltere, Kamerun'la maç yaptığında nasıl ki kazanacak da olsa 'beyaz adam'ı hiç tutmadıysam, şahsen şuna inanıyorum ve bunu Allah'ın izniyle hiç değiştirmeyeceğim: "Yenilmek bir 'son', yenmek de 'mutlak zafer' anlamına gelseydi, bugün gönlümüzde yaşattığımız Hz. Hüseyin değil, Yezid olurdu..."
***
Bu arada önemli bir not aktarayım: Önceki gün 'Yaptıkları, yıktıkları, yorumları' hiç unutulmayacak bir gazeteciler ve anketçiler listesi yayınlandı... O listede bizim gazeteden 8 isim vardı ve bunlardan birisi de Ankara Temsilcimiz Ahmet Takan'dı...
Takan, yurt dışında olduğu için bir süre yazılarına ara vermek zorunda kalmıştı... Listeyi duyunca çok üzüldü, kalbi kırıldı, fazlasıyla incindi... Kendisi bir iki gün daha yazamayacağı için daha fazla gecikmemek adına benden rica etti, "Yazar mısın?" diye...
Ben de aktarıyorum... Sıralamadaki yerini beğenmemişti!.. Daha yukarılarda, daha iyi yerlere lâyık olduğunu düşünüyordu!.. Onun için çok kırılmıştı, çok!..