Hem İslam hem demokrasi mi, ya İslam ya demokrasi mi?
Aydın Engin 01 Ocak 1970
Başlık benden değil, önceki günkü NYT’de (New York Times) yayımlanan bir yazıdan. Hem de gazetenin yazıişleri ekibinin ortak imzasıyla yayımlanan bir yazı. Yani adeta bir başyazı...
Yazının iki cümlelik son paragrafını aynen aktarayım:
“Türkiye’nin iç karartıcı yakın tarihi, İslamcı değerlerin demokrasiyle yan yana bir arada var olup var olamayacağı sorusunu bir kez daha gündeme getiriyor. Sadece seçimlerle temsil edilen demokrasi değil, eşitlik ve basın, ifade ve inanç özgürlükleri gibi temel değerlere dayanan liberal demokrasi.”
Önemli soru.
Ancak bu soruyu tartışmaya açmak NYT’ye kalmamalıydı. Türkiye bu soruyu enine boyuna ve cesurca tartışabilmeliydi.
Öyle ya, 16 yıldır Türkiye’de iktidarda olan, Ortadoğu’da siyasal İslamın en ilginç temsilcilerinden bir parti var: AKP.
Reis’i (“Başkan”ı, “İmam”ı, “Emir”i, “Sultan”ı diye de okunabilir) yıllar önce “Dindar ve kindar nesiller yetiştirme” hedefini pervasızca ve resmen dillendirmiş bir parti. “Dindar”dan kasıt belli: Müslüman bir gençlik. “Kindar”dan kasıt da belli: Kemalizme, daha da genişletirsek yüzünü Batı’ya dönmüş, Batı’nın değerlerini benimsemişlere kin duyan bir gençlik.
İktidarının ilk yıllarında, yerini pekiştirmek, ordudan gelebilecek bir darbeye karşı sırtını Batı’ya dayamak için kendini “Müslüman Demokrat” olarak tanımlamış bir partiden söz ediyorum. Yani Batı’nın “Hıristiyan demokrat” partilerinin Türkiye’deki eşi bir parti.
2004 Ocak’ında İstanbul’da bir “Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu” topladılar (Sanırım konferansı baştan sona izleyen tek haberci bendim). Yurtdışından adı ünü pek de duyulmamış profesör unvanlı birkaç akademisyen getirdiler, “Müslüman demokrat” bir partinin ideolojik çizgisini ve tanımını yapmaya çabaladılar. Açılışında o zamanlar Başbakan olan Tayyip Erdoğan konuştu ve “Ak Parti, muhafazakâr demokratlık temelinde siyaset yapan bir kitle partisidir” dedi.
Bu iğreti ve parti kitlesinde herhangi bir “heyecan” yaratmayan yönelim uzun ömürlü olmadı. Mesela her yıl toplanması öngörülen sempozyum bir daha toplanmadı. “Muhafazakâr demokrat” ya da “Müslüman demokrat” terimi de bir daha kullanılmadı.
Buna karşılık 2010 anayasa değişikliği referandumu ve 2011 genel seçiminin ardından laik kesimden yani ordudan gelebilecek bir darbe tehlikesini büyük ölçüde önlediğine inanan AKP iktidarının (Artık “Erdoğan iktidarı” diye de nitelenebilir ve doğru olur) hukuk devletini, özgürlükleri ve demokrasiyi pervasızca ve hoyratça budamaya başlamasına, yurttaşların yaşam tarzını küstahça belirlemeye yönelmesine karşı patlak veren 2013 Haziranı’ndaki Gezi Direnişi sırasında ilginç bir “demokrasi tartışması” patlak verdi. Dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gezi Direnişi’ne katılanlarla ilgili olarak “Demokrasi sadece sandık değildir, onları da anlamamız lazım” deyince, o sırada -galiba- Tunus gezisinde olan Tayyip Erdoğan, taa oralardan cevap yetiştirdi:
-Demokrasi sandıktır, seçimdir...
Şimdi, NYT’nin alıntıladığım uzun paragrafının son cümlesini dilerseniz bir kez daha okuyun.
***
Kanımca “Demokrasi ve İslam bağdaşır mı? Kendini hem Müslüman hem de demokrasi olarak tanımlayan bir ülke mümkün mü” tartışmasına Türkiye özelinde AKP Reisi’nin bu cevabı ile başlamakta yarar var.
Eğer demokrasi salt seçimden yani sandıktan ibaretse Mısır’da, İran’da, Irak’ta, Suriye’de, hatta Sudan’da da sandık kuruluyor ve seçim yapılıyor.
Ancak bu ülkeleri “demokratik ülke” olarak tanımlayanları da “Demokrasi nedir” dersinden yeniden sınava sokmak gerekiyor.
***
Yerim bitti. Bu yaşamsal önem taşıyan tartışmayı tek Tırmık’ta noktalamak mümkün değil.
Yani, köşeyi pehlivan tefrikasına döndürmeyi göze alıp bir hatta iki gün daha bu konuya ayırmak gerekecek.
Sabrınıza sığınıp öyle de yapacağım...