DİN VE TOPLUM
ALPARSLAN TÜRKEŞ (DOKUZ IŞIK VE TÜRKİYE sh: 45-51) 01 Ağustos 2006
İnsanlar inanç sahibi olmak ihtiyacındadırlar; inanmak ihtiyacındadırlar. İnançsız insan boş bir kabuk gibidir. İnançsız insan pusulasız, dümensiz gemi gibidir. En eski çağlardan beri insan toplulukları gerek kâinat hakkında, gerek sürdükleri yaşayışla ilgili olarak belirli inançlara sahip olmuşlar ve bu inançlara göre münasebetlerini, yaşayışlarını düzenlemişlerdir.
Her toplumun bir dini vardır. Din insanlara nasıl hareket etmesi gerektiğini, birbirleriyle en iyi münasebetleri ne şekilde yürütebileceklerini ve insanlara mutluluk sağlama yollarını gösteren bir inançlar topluluğudur. Her toplumda din müessesesi olagelmiştir. Din müessesesi sosyal bir müessesedir. Hiç bir toplumun dinsiz bulunmadığını ve dinsiz yaşayamadığını bugün tesbit etmiş durumdayız. Dini halkın afyonu diye niteleyen Marksist görüşler bugün komünizmle idare edilen ülkelerde dahi terkedilme yoluna gitmiştir. Bugün büyük komünist ülkelerden biri olan Sovyet Rusya'da özellikle kiliseye, Hıristiyan dinine eskisine yaklaşan bir yer ve itibar verilme yoluna dönülmüştür. Gerçekten çeşitli toplumların tarihine baktığımız zaman, din müessesesinin insanların hayatını tanzim eden, insanların daha mutlu yaşamasını sağlayan ve insanlar arasında kardeşliği telkin eden, iyiliği telkin eden bir müessese olarak faydalı hizmetler yaptığını görmekteyiz.
Gerçi kendi dininden olmayanlara karşı, başka toplumlara karşı ayrı dinlerden olmak dolayısıyla zaman zaman düşmanlıklar, zaman zaman çatışmalar, kışkırtmalar meydana gelmiştir. Fakat bunların sebep olduğu zararların yanında din müessesesinin insan topluluklarına sağladığı faydalar kıyaslanamıyacak derecede büyüktür. Türk Milletinin, kendi toplum hayatında dinin büyük yeri olmuştur. Türkler İslâmiyet'i kabul edinceye kadar çeşitli dinlere mensup olarak yaşamışlardır. Şamanlık Türklerin en eski çağlardan beri kendi bünyelerinin oluşturduğu bir din müessesesi olmuş, Türklerin hayatına yön vermiş, bununla beraber Türkler Budizme de girmişler. Bir kısmı Çin'le münasebetler neticesi Konfiçyüs dinine de girmişlerdir. Ayrıca Hıristiyanlığı da kabul etmişlerdir. Müslümanlıktan önceki çağlarda Orta-Asya'ya ulaşan misyonerlerin telkinleriyle bir kısım Türklerin Hıristiyan oldukları da tesbit edilmiştir. Selçuklular'ı meydana getiren, Büyük Selçuklu ailesi bildiğimiz gibi İslâmiyet'e girmeden önce Hıristiyan olmuş ve Hıristiyan isimler almışlardı.
Fakat Türkler bin iki yüz yıl önce İslâmiyet'le temasa gelmişler ve İslâmiyet'i kendi bünyelerine, kendi tarihî gelişmelerine çok uygun bir din olarak görmüşler ve büyük bir iman heyecanı içinde bunu benimsemişlerdir ve İslâmiyet'in kendilerine verdiği yüksek inanç, büyük heyecan ile yeni bir harekete sahip olmuşlar, yeni bir enerjiye sahip olmuşlar ve bu enerji ile büyük medeniyetler meydana getirmişler, yeni büyük devletler kurmuşlardır. Nitekim Selçuklu İmparatorluğu ve ondan doğarak dünyanın en büyük imparatorluğu haline gelmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, Türklerin İslâmiyet'i kabullerinden sonra meydana getirdikleri büyük varlıklardır. Din, toplum içersinde sosyal bir müessese olduğuna göre, toplumun refahını, kalkındırılmasını ve devamlı mutluluk içinde yaşatılmasını öngören yöneticilerin bu sosyal müesseseye gerekli büyük önemi göstermeleri çok lüzumludur.
Cumhuriyet tarihinde, Osmanlı Devleti'nin son devirlerinde İslâmiyet'in gerçek esaslarını örten hurafeler ve bâtıl inançların sebep olduğu durgunluk ve birçok zararlar dolayısıyla dine karşı ve özellikle İslâmiyet'e karşı tepkiler gösterilmiştir. Bu tepkiler ölçüyü aşacak derecede olmuştur. Adetâ toplum içinde din müessesesine gerek yoktur gibi bir zihniyetle bir kısım yöneticiler halkı horlamışlardır ve dinî inançlarından dolayı halka baskı yapmışlar, halkı büyük sıkıntılara maruz bırakmışlardır. Bu sebepten dolayı memleketin kalkındırılması yönünde girişilmiş olan birçok hareketler tepkiyle karşılanmıştır ve yahut en azından halk tarafından gerekli şekilde benimsenmemiş, destek görmemiştir. Halkın işbirliğini sağlamada, halkın desteğini ve çoşkunluğunu temin etmede bu büyük müessesenin varlığı ihmal edilmiştir. Bunları böylece belirttikten sonra, milletimizin bin iki yüz yıldan beri benimsemekle şeref kazandığı İslâmiyet üzerinde de görüşlerimizi belirtmek lâzımdır.
Müslümanlık yeryüzüne en son gönderilmiş olan en ileri, en iyi gelişmiş bir dindir. İslâmiyet'in yüksek esasları insanlar arasında kardeşliği, insanların birbirlerini sevmelerini, insanların birbirleriyle münasebetlerinde hakkı, adaleti gözetmeyi öngören ilâhi bir dindir ve İslâmiyet milletimize kuvvet vermiştir. Milletimizin büyük enerjisini disiplin içinde kullanmasını sağlamıştır. Bu büyük ruh ve bu büyük inançla Türk Milleti dünya üzerine yeni bir nizam getirmiş ve eski çağlarda bilinen dünyanın hemen her köşesini kendi medeniyet ışıklarıyla aydınlatmışlar ve kendi lekesiz adalet sistemleriyle bütün insanlığın hayatında ümitler meydana getirmişlerdir. Nitekim Avrupa'da Protestanlığın kurucusu olan Luther dahi Türkleri bir kurtarıcı olarak görmüş ve Türklerin Almanya'yı da işgal ederek orada da vicdan hürriyetini sağlamalarını, lekesiz bir adalet nizamı getirmelerini beklediğini ifade etmiştir.
İslâmiyet vicdan hürriyetini temel alan bir din durumundadır. Başka inanç sahibi, başka dine mensup olanlara karşı zulmü, zor kullanmayı reddeden bir görüş sahibidir. Bu dinin müsamahası, bu dinin getirdiği yüksek insani esaslar milletimiz için eski tarihinden alıp getirdiği değerlerle beraber büyük güç kaynağı olmuştur. İnançtan yoksun bırakılma, insanların ihtiraslarına kendilerini kapıp koyuvermelerine yol açar. Tamamıyla bencil, başkalarına zarar verecek insan ihtiraslarının sınırlanması, kontrol altına alınması, insanların sağlam din duygusuna ve bunlarla beslenen ahlâk görüşlerine sahip olmalarıyla mümkündür. Polisle, jandarmayla kanun hâkimiyetini sağlayabilmek, polisle jandarmayla ahlâk kurallarını koruyabilmek mümkün değildir. Her insanın içinde kendisinin dürüst yolda olmasını kontrol edecek, başkalarına zarar vermeden yaşamasını hatta başkalarına faydalı olacak şekilde, başkalarının sıkıntılarını giderecek şekilde faaliyetlerini düzenlemesini sağlayacak bir inanç kaynağına sahip olması gerekmektedir. İşte bu inanç kaynağını insanların içine yerleştiren dindir. Türk Milletinin de bin iki yüz yıldan beri dini İslâmiyet'tir ve İslâmiyet toplumumuzun mutluluğunu sağlamaya yetecek inanç kaynağıdır. Bu kaynak kutsal bir kaynaktır. Bu kaynak verimliliğini ve kudretini geçmiş tarihte ispat etmiş olan bir kaynaktır. Bu kaynağın bugün de toplumumuzun düzenlenmesi için, insanlarımızın mutlu olması için, tekrar yerini alması, yerine konulması gereklidir. Bunları belirttikten sonra, laiklik ilkesi üzerinde de görüşlerimizi söylemekte yarar vardır.
Laiklik ilkesi devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulmasını öngörmektir. Ancak, (M. Kaplan) laiklik insanların, vatandaşların dinî faaliyetlerine karışmak, dini yaşayışlarına baskı yapmak anlamına alınamaz. Laikliği devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulması görüşü olarak kabul etmek ve bu ilkeyi muhafaza etmek de yurdumuz için yarar vardır. Bu toplumumuz için din müessesesi gerekli değildir anlamına gelmez. İnsanlar kendi inançlarında hürdürler, kendi yaşayışlarında inançlarına göre dinî faaliyetlerini düzenlemekte, yapmakta hürdürler. Bunu yaptıklarından dolayı hiç kimse onları rahatsız edemez, yapmadıklarından dolayı da hiç kimse onlara karışamaz, onları rahatsız edemez. Bu böyle olmakla beraber, ilk okullardan itibaren Müslüman bir toplum olan Türk Milleti için çocuklarımıza Müslümanlığın temel esasları hakkında bilgi vermek, onları yetiştirmek mutlaka gereklidir. Gerek aile yuvasında, gerek okullarda çocuklarımıza toplumumuzun dinî terbiyesini ve dinî esaslarını öğretmek, vermek gereklidir. Çocuk belirli çağa geldikten sonra kendi hayatına kendisi yön verir; o zaman istediği dinî faaliyeti yapar veya yapmaz. Fakat Müslüman bir toplum olan Türk toplumunun mensup olduğu dinî terbiyeyi almalı ve kendi toplumunun dininin esasları hakkında geniş bilgi sahibi olarak yetişmelidir. Bugün her toplumda bütün yönetim ve eğitim buna göre ayarlanmıştır.
En ileri batı toplumlarını ele aldığımızda, onların da durumunun aynı olduğunu görmekteyiz. O toplumlarda da toplumun din müessesesi çok tesirli ve çok önemli bir faaliyet içindedir ve bu faaliyetleri de toplum için de yararlı olmaktadır. Toplumu teşkilştlandıran çok zaman din müessesesi olmaktadır. Hele bizim komşularımız olan bazı ülkelerde din müessesesi her şeyi tanzim eden bir kuruluş halindedir. Buna misal olarak Yunanistan'ı gösterebiliriz. Yunanistan'da toplumun hayatının her safhasında kiliseyi görmekteyiz. Siyasî faaliyetlere yön veren, toplum içinde kişilerin münasebetlerine yön veren, eğitime yön veren, ekonomik faaliyetlere yön veren en büyük, en tesirli, en güçlü müessese olarak Yunan kilisesini görmekteyiz. Bu gerçekleri kendi yurdumuz bakımından da ele aldığımızda, biraz önce işaret edildiği gibi laiklik ilkesini korumakla beraber yüzde doksan sekizi Müslüman olan Türk toplumunun dinî ihtiyaçlarının tam olarak gözetilmesi ve çocuklarımızın ilk okullara başladıkları çağlardan itibaren sağlam bir din eğitimi görerek din bilgisi sahibi olmaları ve toplumumuzun dinî terbiyesi ile yetişmeleri, yurdumuzun kalkınması ve milletimizin mutluluğu için önemli bir gerektir.