Yoğun emek sömürge ülkesi, kalitesizleşme
Orhan Bursalı 01 Ocak 1970
Ataköy’de parkta oturuyoruz. Türkmen olduğunu öğrendiğimiz genç bir kadın servis yapıyor. 10 yıldır buradaymış, gidip geliyor. “Türkmenistan’ın doğalgazı var ama halka vermiyor ki” diyor. 1800 TL alıyor, ama daha yüksek ücretle hasta bakımında veya eve yardımcı olarak çalışma arayışı içinde. Hızlı para biriktirecek. Tabii ki kaçaklar...
Kadıköy Altıyol’da arada yemek yediğimiz lokantada çalışanların bir kısmı değişmiş, Türk Cumhuriyetlerinden değiller, Afganız diyorlar, tabii ki sigortasızlar.
Kaç Afgan var ülkemizde, ne zamandır geliyorlar ve bunların kaçı TC kimliği aldı... Haberlerde İran üzerinden ülkemize girdiklerini okuyoruz. Resmi mi giriyorlar yoksa kaçak mı? Resmi ise neden izin veriliyor, kaçaksa burası yol geçen hanı mı?
Çevrede hizmet veren bu tür yerlere bakıyoruz, bu etnik değişimin izleri her yerde.Adalar’da da benzer durum var. Dil ancak birkaç cümle, menü ile sınırlı. Ekmek, su, balık, hesap, çorba vb.
Büyük bir nüfus değişimi yeni değil. Yüz binlercesi, on yıllardır evlerde yaşlılara hizmet veriyor, başka kimse yok, sağ olsunlar.. Şimdi ise evlerden dışarıya, hizmet sektörüne taştı olay. Anadolu’da gelişmiş kentler diyordur ki şimdi: Ooo merhaba İstanbul, İzmir, Ankara, bizler çoktan istila edilmiş durumdayız. Çoğumuz işsizlik parası alıyoruz. Çünkü köle gibi çalışan mülteciler var...
Türkiye bir emek sömürge ülkesine de dönüştü.
Görünür olanın dışında, merdivenaltı ekonomide, inşaatlarda vb. kimbilir ekmek parasına hangi yüz binler çalıştırılıyor.
Ücret kırıcılığı
Tam bir emek ücreti kırıcılığı mekanizması devrede.
Türkiye ekonomisi ağırlıklı olarak, yüzde 70 gibi, emek-yoğun yapıda, düşük ve orta teknolojik ağırlıkta. Daha çok ihracat yapacaksan, emeği daha ucuza mal edeceksin ki, rekabet edebilesin.
Çöktü çöküyor diye epey bir süredir yazıp çizdiğimiz ekonominin bugünkü felaketini de yine çalışanlar, emekçiler üstlenecek. Tabii akılsızca borçlananlar da batacak. Emme basma tulumbanın çalıştığı kuyunun dibinde su kalmadı, saadet zinciri koptu. Bu kopuş ve batış süreci aslında 6-yıl önce başladı, her şeyi bilen iktidar seyretti..
Gelinen nokta: Aaaa battık!
BİR MEKTUP:
Okurumuz Murat Yasa, Türk vatandaşlık kimliği alan yabancı uyruklular başlıklı, büyük bir çoğunluğun paylaştığı bir mektup gönderdi, katılırsınız katılmazsınız:
“Sayın Bursalı, gittiğim plajda yer göstermekle görevli çocuğun kederli hali dikkatimi çekti. Türkmen olduğunu, bu plajdaki görevi sona erince kışın ne yapacağını bilmediğini, ama eylül ayı sonunda vatandaşlık belgesi alacağını söyledi.
Kadıköy çarşısında bir manavda çalışan Afgan bir çocuk da vatandaşlık belgesi beklediğini söylemişti. Genelde Türkiye’ye seyahat edeceği zaman, şirketimizden davet mektubu isteyen Mısır’da yatırım yapmış bir Suriye vatandaşı da son Mısır seyahatimde sırıtarak Türk vatandaşlık kimliğini gösterdi ve artık davet mektubuna gerek olmadığını söyledi. Bu 3 olay şunları düşündürdü:
1-Vatandaşlık kimliği alan veya alacak bu 3 kişi de çalışma hayatı için vasıfsız sınıflamasında. Durum böyle iken Türkiye’de yüzde 15’leri bulan işsizliği artırmayacaklar mı?
2- Sevr Antlaşması’nın ağır şartlarını, Lozan Antlaşması ile yırtıp atan Türki-ye, bugün 4 milyon Suriyeli, 200-300 bin Afgan vb. mülteci tarafından işgal edilmiş durumda.. Türk vatandaşlığı bu kadar ucuz mu?
3-Türkiye’yi (gemiyi) terk edenler Portekiz, Malta, Yunan vatandaşlığı alabilmek için 500.000 Avro ödeyip yıllarca beklediği halde, bizim vatandaşlığımızı bu şekilde ayaklar altına düşürmemizin anlamı ne? Gelişmiş ülkelere akan beyin göçünün başlıca nedenlerinden biri de bu mülteci akınıyla toplumumuzun kalitesizleşmesi değil mi?
4-Türk gençleri, bu ülke vatandaş-ları için şehit olurken, bu ülke gençleri neden ülkeleri için çarpışmıyor? Havaalanı pisti tipi kesilmiş saçlarıyla, sakalla örtülmüş yüzleriyle etrafta fink atıyorlar. Bu vasıfsız kişiler yoksa seçimlerde lehte oy verecek bir oy deposu olarak mı görülüyor?”