Girit'in Fethi / BARBOROS
01 Ocak 1970
Kandiye fethiyle oldı cümle âlem-i kâmyâb ile
Çelebi Sultan Mehmed Han ki lütf-i Hakla
Oldı mâlik böyle bir mülke olub nusret ile
Devletinde oldı bu mâbed yine İslâm'a zam
Akdeniz'deki beş büyük adadan biri olan Girit, Akdeniz'in doğusu ile Osmanlı sahillerinin arasında olması ve kıtalar ve denizler arası geçiş güzergahında bulunması sebebiyle stratejik açıdan çok önemli bir konuma sahipdi. Frenkler adayı eski merkezi ve en büyük şehri olan Kandiye veya Krete (Crete) ismiyle anmaktadırlar. Kıyıları son dereceye girintili - çıkıntılı bir yapıya sahip olan ada Kıbrıs Adası büyüklüğündedir.
Kıbrıs'ın müslümanlar tarafından 648 yılında ele geçirilmesinden sonra ilk kez 826 yılında müslümanların eline geçen Girit Adası müslümanların adadaki 134 yıllık hakimiyetlerinden sonra Bizanslılar tarafından 960 yılında geri alınmış ve 12 Ağustos 1204 yılında yapılan bir anlaşma ile dördüncü haçlı seferi sonunda Montferrat Markisi Bonifas tarafından Venediklilere 100.000 gümüş karşılığında satılmıştır.
Adaya Türkler tarafından yapılan ilk sefer, 1341 yılında Aydınoğlu Umur Bey tarafından yapılmıştır. Daha sonra 1427 yılında başka bir hücum yapılmış, adadakiler karşı koymuşlarsa da Venedik Cumhuriyeti'nin buradaki nüfuzu sarsılmış, burayı savunma zorunluluğu doğmuştur. Osmanlılarla dostane ilişkilerine ağırlık vermelerine rağmen, 1469'da çeşitli taarruzlardan kurtulamamıştır. 1533'te adanın çeşitli noktalarına çıkılmış, 1538 Osmanlı-Venedik savaşında Barboros Hayreddin Paşa tarafından oldukça hasara uğratılmıştır.
Osmanlıların, 1521 yılında Rodos ve 1571 yılında Kıbrıs adalarını almaları, ciddi bir Akdeniz egemenliği politikaları olduğunu göstermektedir. Girit Seferi de uzun bir zaman tasarlanmış ve hazırlığı son derece gizli tutulmuştur. 1644 yılında Darüssaade ağası Sünbül Ağanın Mısır'a giderken Malta korsanları tarafından saldırıya uğraması ve elde ettikleri ganimeti Girit'e getirmeleri Osmanlılar için bir fırsat olarak görülmüş, Malta'ya hareket olarak açıklanan Girit Seferi'nin hazırlıkları büyük bir gizlilik içinde yapılmıştır. 1645 ilkbaharında başlayan ve dış destekçilerin katkılarıyla birlikte bir satranç oyununa dönüşen savaş 1669 sonbaharına dek sürdü. Bu çeyrek asır süren savaş Osmanlı tarihi için de Venedik tarihi için de farklı bir anlam kazandı.
"Girid Cezire Tarihi" adlı eserde Adanın coğrafî durumu şu şekilde ifade edilmektedir: "Kitâb-ı Atlasda mestûr olduğı üzere Girid cezire bir tulânî ceziredir ki şarkdan garb ile yüzyetmiş mil imtidâdı ve elli mil kadar 'arz vardır çevresinin devri beş yüz seksen sekiz mil olub içinde 'azîm tağlar ve sular vardır ma'mûr ve mahsûldâr ceziredir..."
Adanın şehirleri konusunda ise şu bilgiler mevcuttur:
"evvelâ Kandiya başşehridir ve cezirenin orta yerinde ve denizin kenarındadır ve gayet metin kal'adır ve pek eyü limânı vardır ve limânın iki tarafında iki kal'a kulesi vardır ve nice kal'a güb tobları üzerlerinde olur ve ehl-i İslâm bu kal'ayı nice seneler muhasara idüb ve bunca kanlu cenkler ve yürüyüşler eyledikten sonra yigirmi beş seneden sonra cümlesin feth itmişlerdir ve Hanya Kandiya'dan evvel feth olunmuşdır ve Hanya kal'ası garb tarafında deniz kenarında bir eyü ve metin kal'adır ve bunca büyük tersâneleri dahi vardır her biri hazta olmağla muhtâcdır ve cümlesi yontma taşlardır ve Hanyanın bir eyü limânı vardır bin elli beş senesinden berü ehl-i İslâm cenk idüb tâki bin seksânda mâhı Cemâziye'l- âhirin gurresine kadar feth itmişlerdir ve bin yüz üç senesinde Venedik küffârı ile muhasara idüb hasarât ve nedâmet ile girü dönmüşdir ve Resmo kal'ası Kandiye ile Hanya arasında bir kal'adır ve iç kal'ası var ve limânı dahi vardır bin elli altısında sene-i mübârekede bu kal'a feth olunmuşdır ve dahi bundan başka İstiyâ Kandiyeden şark cânibine deniz kenarında bir küçük kal'ası vardır ve lâkin metin kal'adır ve Ağranbosa Giridin tâ kenarında garb cânibinde bir kal'adır ol dahi gâyet metin ve yüksek kal'adır ve Suda Hanyanın önünde ve deniz içinde bir metin kal'adır ve üzerinde bunca büyük tobları vardır bir boğaz limânı olurki yedi kıralının dahi donanması gelürse cümle içinde sagar ve mahfûz olacak yerleri vardır şöyleki Akdenizde öyle bir metin limânı yokdur şöyleki dil ile vasf olacak değildir ve üzerinde sarınclar hazr idüb kış eyyâmda havayla mâl-a-mâl dolar ve kal'a üzerinde iki bin kadar nüfûs sâkin olacak yerleri ve evleri vardır ve İsperlanka Kandiye ile İstiyâ kal'alarının arasında ve deniz içinde bir metin kal'adır ve anın dahi iki boğazı vardır ve anın içinde yüz beğ gemileri girüb sığınacak yerleri vardır ve evleri bir kaya üzerinde binâ olunmuşdır ve zikr olunan kal'aların cümlesi Giridin cânib-i şimâlindedir ve cânib-i cenûbundadır ve bundan başka deniz etrâflarında ve kara taraflarında bunun gibi metin kal'aları vardır"
Doğu Akdeniz hakimiyetinin üç adımda gerçekleştiği kabul edilirse Kanuni Sultan Süleyman 1522 yılında Doğu Akdeniz'de tarihî ticaret yollarının hareketliliğini sağlamak ve İstanbul-İskenderiye deniz yolunu emniyet altına almak bakımından önemli olan Rodos'u alarak birinci adımı atmış, 48 yıl sonra Kıbrıs'ı fethederek ikinci adımı atmış, üçüncü adım ise uzun bir mücadeleden sonra ele geçirilen Girit'in fethi olmuştur.
1571 yılında Venedikliler Kıbrıs'ı da kaybettikten sonra, sıranın Girit'e geldiğini ve bu konunun Divan'da konuşulduğunu İstanbul'da bulunan temsilcilerinin hükümetlerine bildirmesi üzerine, buranın da ellerinden çıkmaması için adadaki kalelerin kuvvetlendirilmesine bütün güçleri ile girişmişler, her ne kadar dostluk politikasını korumaya çalışmışlarsa da korsanlık faaliyetlerini desteklemekten de geri kalmamışlardır. I. Ahmed döneminde iyice konsan yatağı haline gelen adanın fethi ciddi bir şekilde düşünülmeye başlanmıştır.
XVI. yüzyılın sonunda Venedik Cumhuriyeti'nin elinde sadece Girit ve İonian adaları kalmış, Rodos adasının Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra sıra Girit'e gelmiş, Akdeniz egemenliği için son nokta olarak kabul edilen adanın fethi için bir fırsat beklemeye başlanmıştır. Oysa ki Kanuni Sultan Süleyman devrinde Girit'i elinde bulunduran Venedik'in Türkler karşısında yalnız kalmamak için ticari menfaatlerini kaybetmemek gayesiyle Doğu politikasını Osmanlılarla dost geçinmek ve onlar aleyhindeki ittifaklara katılmamak olarak belirlemiştir.
1644 yılında Darüssaade ağası Sünbül Ağanın Mısır'a giderken Malta korsanları tarafından saldırıya uğraması ve elde ettikleri ganimeti Girit'e getirmeleri üzerine sefer hazırlıkları başlatılmıştır.
Seferin Başlaması:
Sultan İbrahim, öteden beri Girit fethine taraftar olan Silahdar Yusuf Paşa'nın Sadrazam Semin Mehmed Paşa'nın tüm muhalefetine rağmen ikna çabaları neticesinde sefer kararını aldıktan sonra esas hedef gizlenmiş Malta'ya sefer yapılacağı duyurulmuştur. 1565 tarihinde Malta'ya yapılan seferin tekrarı olacağı görüntüsü verilmeye çalışılmışsa da, Venedik balyozu Soranzo Beyoğlu'ndan gönderdiği mektuplarla Kandiye ve Korfu'nun tehdide maruz kalacağına dikkat çekmek istemiştir. Osmanlı donanması Mora'nın batı kıyısındaki Navarin'e aslında bu niyetlerini saklamak için gitmişler, fakat donanma 23 Haziran'da Girit'in güneybatı kıyılarında göründüğünde Venedikliler Osmanlılarla yeni bir savaşın başladığını anlamışlardır. Sefer hazırlıkları için Silahdar Yusuf Paşa'ya kara ve denizde serdarlık görevi verilmiştir.
"…Kapudân-ı müşârü'n-ileyh Yusuf Paşa dahi mâh-ı Rebiyü'l-evvelinin dördünci rûz-ı yekşenbedeki mâhevâ redi-i şitekin yigirmi birincide azîm donanma ve şenlikler ile Malta seferi nâmıyla azm-i gazâ idüb cânib-i bahr-i sefide bâdbân gûşa-yı müteveccih oldı…" Bu ifadeden de anlaşılacağı üzere, sefer Malta olarak bildirilmişse de asıl hedefin Girit olduğu açıktır.
"...Rumili ümerâsına ahkâm-ı şerife gönderdi ki evvel baharda mahrûse-i Selânike varub âlât-ı piyâde ile mirmirânları yanında mevcûd olalar ve Anatolı eyâletinden Kastamonı ve Saruhan ve Hamid ve Teke ve Ankara ve Aydın sancaklarına ve eyâlet-i Karamanda Kırşehri ve Niğde ve Aksaray beğlerine ve eyâlet-i Sivasdan Çorum ve Amasya ve Bozok beğlerine ve sâ'ir 'askeriyeye hükm gönderdikim cümlesi Sakız mukâbelesinde Çeşme dimeğe ma'rûf iskeleye varub mirmirânları me'mûr olmağla serdârları olan mirâhûr-ı sâbık bi'l-fi'il Amasya beği Ahmed Paşa yanında mevcûd bulunan vâli-i vilâyet-i Karaman Turak Paşa bu cümle sefineye koyûb göndere..." .
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığı üzere, asker temini için eyaletlere fermanlar yollanmıştır. Toplanan askerlerden Rumeli askerinin Selanik'ten, Anadolu askerinin Çeşme limanından gemilere bindirilmesine karar verilmiş, Amasya beği Ahmed Paşa görevlendirilmiştir. Donanma ilk önce Sakız'a giderek, burada Çeşme'den gelen kafileyle birleşecek Termis limanında Selanik'ten gelen gemiler birleştikten sonra topluca Navarin limanına gidilecekti.
"...Hasan Paşa Selânik'e varûb Rumili ümerâsını da'vet ve cem' eyledi ve bu tarafdan ücret ile elliden mütecâviz bazargân gemileri dahi isticâr olunub 'asker-i mezkûrenin zâd ü zevâdelerini tahmîl idüb donanmadan evvel irsâl kılındı toksan pâre karamürsel kalyon ve şayka Selânik'e irsâl olunub ve altmış pâre sefine dahi Çeşme'ye varûb limanlara lengerendâz oldılar..."
"...Rumili beğlerbeğisi Hasan Paşa Rumili 'askeriyle ve yeniçeri kethüdâsı Murad ağa ve Samsoncubaşı İbrahim ağa yeniçerinin önüne düşüb gemilerden mühimmât ihrâc olundukdan sonra Hanya hisarı muhasarası fermân buyrulmağın ahşam vakti hisâr-ı mezbûr cânibine teveccüh olundı..."
Yusuf Paşa'nın ilk hedefi Hanya ve Aya Todori kalelerini almaktı. Çünkü buraların Osmanlılarca stratejik önemi büyük idi ve de savunmaları da oldukça zayıftı. Aya Todori'de bulunan iki kale iki günde ele geçirilebilmiştir. 23-24 Haziran 1645 tarihinde Girit'in kuzeybatı kıyılarına varılmıştır. Küçük Hasan Paşa'nın kuvvetleri Hanya'yı 57 günlük bir muhasaradan sonra 22 Ağustos'ta ele geçirmişlerdir.
Kışın hazırlıklarla geçirilmesinden sonra, 1646 yazında önce Apokorona, ardından Resmo kuşatması başlamıştır. Bir süre kuşatıldıktan sonra bu kale de fethedilmiştir. İki gün sonra Milapotamo, ertesi yılda da Yerapetre ve Mirabelo Osmanlı topraklarına katılmıştır. Hüseyin Paşa cesareti ve gözüpekliğinden dolayı "deli" lakabıyla anılmıştır.
Baharda Çanakkale Boğazı Venedik Amirali Morosini tarafından ablukaya alınmış, böylece Osmanlı kuvvetlerinin adaya takviye göndermesine engel olmaya çalışmışlardır. 7 Nisan 1646 tarihinde Morosini Bozcaada'yı muhasara altına almış, bu konuda Sultan İbrahim sadrazamlıktan azlettiği Semin Mehmed Paşa'yı İstanbul'dan uzaklaştırmak gayesiyle Girit seferlerine serdar-ı ekrem olarak atamış ve o da Kapudan-ı derya Koca Musa Paşa ve Küçük Hüseyin Paşa'yı yanına alarak Girit'e gitmiştir.
"...bu tarafdan kapudân Musa Paşa Hanya limânına vâsıl olduktan sonra gemilerden zâhire ihrâc iderken hikmet-i hüdâ kış eyyâmı olmağın azîm fırtuna olub liman ağzında lengerendâz olan gemilerden beş pâre şayka zâhire ve ekseri ademler gark ve helâk olub bâkileri dahi demür üzerinde durmak mümkün olmayub ve hâli keyfiyetleri mükedder olmağla Hanya limânında durmak mümkün olmadığından merkûm kapudân paşa donanma ile yelkene kaldırub Mora tarafına teveccüh eyledi ve yol açığında Ağriboz ceziresi önünde bir harbî küffâr kalyonuna rast gelüb sarıldıkda 'asker-i islâm göz açdırmayub küffâra gâlib olacak mahalde -biemrillahi'l -ve'l-kahhâr( )- mezbûr kapudânın vâdesi tamâm olmağın bir kurşun dahi isâbet etmekle şerbet-i şehâdet nûş idüb ve gâm-ı dünyayı ferâmûş eyledi".
Venedik elçisi barış görüşmeleri için talepte bulunmuş, karşılığında şu şartlarla karşılaşmıştır:
"..evvelâ sulh içün gelecek elçi bir def'a yüz bin altun getürüb ve Kandiye kal'ası cizyesi olmak üzere beher sene on iki bin altun vire ve bu sene aldıkları kal'aları Kandiye kal'ası karşusunda olan yeni kal'ayı hedm ve Suda kal'asın ve limânını virüb yedi kal'ada olan esirleri ıtlâk olunmak..."116
Bu şartları duyan elçi, her maddeyi kabul ettiklerini lakin Suda kalesini teslime razı olmadıklarını bildirmiştir:
"Suda kal'ası bizin sermâyemiz olûb ve iftihârımız olmağla şöyleki bir taşı bir cevher taşa zimem olub şöyleki bir taşını virmeğe rıza olmağa teslim etmeğe ihtimâlimiz yokdur".
Suda kalesinin verilemeyeceği Venedik tarafından bildirildikten sonra, Osmanlılar tarafından gerekli tedbirler alınarak tekrar muhasaraya ağırlık verilmiştir. Bir süre sonra tekrar sulh talebinde bulunan Venedik Cumhurunun bu talebi samimi görülmediğinden ve bir hilekar kavim olduklarını her fırsatta ispat etmiş olduklarından dolayı geri çevrilmiştir
Venedik elçisi Kaymakam Kara Mustafa Paşa'ya gelerek tekrar barış görüşmelerinde bulunmuş, paşa da onlara her yıl yirmi beş bin altun ve Kilis ve Kandiye kalelerinin teslim edilmesini, buna ruhsatı yoksa hiç gelmemesini bildirmiştir. Bundan sonra gelen elçilerin sulh görüşmelerinden de sonuç alınamamıştır. Savaş durumu söz konusu olduğu için bir önceki maddelerden başka herhangi bir taleple gelmediklerinden dolayı tevkıf edilmelerine karar verilmiştir.
Nitekim uzun ve zahmetli bir muhasaranın neticesinde barış için istek doğmuştur. 28 Ağustos 1669'da Venedik tarafı barış istemiş, görüşmelerin uzamasından dolayı 8 Rebiyü'lahir 1080/ 5 Eylül 1669 tarihinde anlaşma imzalanmıştır.
Voltaire der ki: "Türkler askerlik fennine Hıristiyanlara karşı üstün olduklarını bu muhasara (Kandiye) esnasında göstermişlerdir. Avrupa'da görülmemiş büyüklükte toplar karargahında dökülmüştür. İlk defa hendekler bu kadar düzgün yapılmıştır. Bu usulü Fransızlar Türklerden almışlardır."
Sonuçta şunu da eklemek gerekirse, Osmanlılar Kıbrıs örneğinde olduğu gibi Venedik'e karşı Akdeniz'deki Katolik devletlerin müşterek kuvvetlerine karşı savaşmak zorunda kalmışlardır. Özellikle, Fransa'nın açık veya gizli yardımlarıyla Kandiye muhasarası uzamış, Fransız asilzadeler topladıkları gönüllü askerler ve harp gemileri ile imdada gelmişler, fakat onların bu hareketleri savaşın gereksiz yere uzaması ve daha fazla kan dökülmesinden başka bir netice sağlamamıştır. Özellikle zağarcıbaşı Zülfikar ağanın Kandiye önündeki tahkimatına karşı hiçbir şekilde başarılı olamamışlar, Mart 1669 tarihinde kuvvetlerinin yarısını burada bırakarak Fransa'ya geri dönmek zorunda kalmışlardır.
5 Eylül 1669 tarihinde Osmanlı Devleti adına Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa ile Venedik adına Françesco Morosini arasında yapılan bir barış anlaşmasıyla bu savaşa son verilmiştir.
"Girid Cezire Tarihi"adlı eserde anlaşmanın ondört madde açıklanmaktadır.
Anlaşma maddeleri şunlardır:
"Birinci Madde: Zikr olan Kandiye kal'ası bi'l-cümle mühimmât ve cephanesiyle ehl-i islâma teslim oluna,
İkinci Madde: Suda, İsperlanka ve Granbosa palankaları kemâkân Venedik keferesi elinde kala,
Üçüncü Madde: İki tarafından esirleri habsden halâs idüb koyvire,
Dördüncü Madde: Akdeniz'de vâki' devlet-i aliyye zabtında olan adalara bir ziyân yâhûd bir muhâlif iş olunmaya,
Beşinci Madde:Akdeniz'de bir kayık zâyi' olursa Venedik tarafından tazmîn ve bahasını vire,
Altıncı Madde: Galata'da Venedik balyozu oturub ve bir mukîn hânesi ola,
Yedinci Madde: Sa'ir iskelelerde dahi balyozları ola,
Sekizinci Madde: Bu senede vâki' olan Kilise palankası Venedik elinde ola,
Dokuzuncu Madde: Sulh akd oluncaya değin iki tarafından rehnler ola,
Onuncu Madde: Kandiye'den ılımanlı havada karşu İstendiye adasına taşınmak için ve on iki gün mühlet virile,
Onbirinci Madde: İstendiye'den tez kalkûb dahi dinlenmeyüb gemilerimiz donanınca birkaç gün oturalar,
Onikinci Madde: Kal'ada sâkin olmak isteyene kimse mâni olmaya, malına ve canına zarar olunmaya,
Onüçüncü Madde: Ahdnâme-i hümâyûn mukaddemâ virildiği gibi virile,
Ondördüncü Madde: Venedik büyükelçisi hedâye ile gele. Ve gayrı Kandiye teslimine müte'allik olan dört madde mutazammın temessükler tahrîr olunub ve mâhı Rebiyü'l-ahirin tokuzıncı güni mükâleme iden kâfirleri alûb huzûr-ı serdâra getürüb…"
Muahedat Mecmuası'nda anlaşmanın 17 maddesi de bulunurken farklı olan maddeler şunlardır:
1.Mauna ve sâir çekdiri gemilerin toblarının girü Venedik gemilerine konulmaya,
2. Bu on iki gün mühlette iki tarafın askerleri bulunduğu yerlerde karâr idüb ilerüye hareket etmeyeler,
3. Gemilerine bir saat evvel binip gitmek için yanlarına iki adam tayin edile,
4. Venedik donanması limândan kalkdıkdan sonra gitmek tedârik görüp gidince, dahl ü taarruz olunmaya,
5. Bu cümle mevâd iki lisan üzere imzalanub icrâsı ve ibkâsı içün ahd ü peymân oluna,
6. Kapudân ceneral bir az cebehâne taleb eyledikde dört kıt'a tob ihsân edile.
Anlaşma metnine bakıldığında yerli halka zulüm yapılmadığı, hareketlerinde ve tercihlerinde serbest bırakıldıkları ve hatta taşınmalarına bile yardım edildiği görülmektedir.
27 Eylül günü (Cemâziye'l-evvelinin gurresi) saat üçte Kandiye'nin 80 civarında olan anahtarları iki gümüş tepsi içinde Fazıl Ahmed Paşa'ya teslim edilmiştir
Fazıl Ahmed Paşa 1669-70 kışını Girit'te geçirmiş, kış boyu Kandiye ve diğer şehirlerin imarı için uğraşmış, 5 Mayıs 1670 tarihinde buradan ayrılmış ve Girit valiliğini Ankebut Ahmed Paşa'ya tevcih ettikten sonra 1 Temmuz 1670 tarihinde Edirne'ye ulaşmıştır.
"...devletlü sadr-ı azam ve serdâr-ı ekrem hazretleri bin seksân bir senesi Muharremü'lharem onuncı güni ta'am-ı aşûreyi fakir ü fukârâya ihsân olunub ve donanma-yı hümâyûn gemilerine girüb âsitâne-i devlet-i aliyye tarafına müteveccih ve revâne olub..."
Osmanlı Devleti'nin Ege Denizi'ne yönelik egemenlik mücadelesi böylece Girit'in fethedilmesiyle birlikte İstendil adası hariç tamamlanmıştır. 1715 yılında bu adanın da ele geçirilmesiyle -ki 21 Temmuz 1718 tarihli Pasarofça Antlaşması ile- egemenlik tamamlanmıştır.
Fransa'nın Venedik'e maddi-manevi yardımlarının Osmanlılar tarafından bilinmesine rağmen, Fransa nakliye gemileriyle Girit'e asker sevkıyatı sağlanmıştır. Ticaret sürse de Fransızların da Venedikliler gibi ticari itibarları zedelenmiştir. 1659 yılında Fransa elçisi Jean de La Haye'nin Venedik Cumhuriyeti'nin şifreli mektuplarını açıklamadığı gerekçesiyle Köprülü Mehmed Paşa tarafından Yedikule'de hapsedilmiş olması dikkat çekicidir. Yerine gönderilen elçiler de bu gerginliği düzeltememiş, savaşlar sona erene kadar Osmanlı-Fransız ilişkilerinde iyileşme olmamıştır. Denis de la Haye'nin Fransa'ya geri döneceği sırada, Kaymakam Kara Mustafa Paşa Tırhala'da onu kabulü sırasında şöyle söylüyor: "Kandiye yalnız Fransızların yardımıyla ayakta duruyor, orada bulunan gemiler, para Fransız kaynaklıdır. İyi niyetle dostluğa güvenerek ve bol para vererek askerlerimizi taşımak üzere kullandığımız Fransız nakliyat gemileri gidip yolda Venedik ve Maltalılara teslim oluyorlar" Bu sıralarda XIV. Louis'nin yanında başbakan olarak görevde olan, daha önce Papa'nın diplomatik temsilcisi ve en güvenilir adamı olarak görünen Mazarin, Venediklilere parasal ve askerî yardım yapmaktan geri kalmamıştır. 20 Haziran 1658 tarihinde Mazarin'in yazdığı bir mektupta Türklere karşı mücadele için Venedik'e 100 bin ekü gönderildiği belirtilmiştir.Ayrıca Köprülü Mehmed Paşa'nın Fransa elçisinin hapsolup, daha sonra da sınırdışı edilmesini bildiren mektubu için Fransa XVII. yüzyılda -birbiriyle çelişen- iki farklı politika izlemiş, bir yandan dostluk adına kapitülasyonların yenilenmesini isterken, diğer yandan gizli veya açık Venedik'e yardımda bulunmuşlardır. Fakat Osmanlılar, Fransızların bu çift taraflı siyasetlerinin farkında olmuşlar, çoğu kez şiddetle tepkiler göstermişler, bu elçinin hapse atılması ve sınırdışı edilmesi şeklinde olmuştur. 1658-1665 yılları arasında ilişkiler neredeyse kopmuştur.
1645 yılından itibaren Osmanlı Devleti kendi yönetim örgütü kurmayı amaçlamış, Resmo fethedildikten kısa bir süre buraya bir kadı tayin etmiştir. Adanın ilk Müslüman sakinleri fethi yapan yeniçeriler ve merkezden tayin edilen görevlilerdir. İlk fetihten sonra hemen göç ve şenlendirme politikası uygulanmamış, XVII. yüzyılın sonunda yoğun ihtida süreciyle adanın Müslüman kitlesi oluşmuştur. Hoşgörü siyasetiyle adada etnik dönüşüm ve huzurun sağlanması amaçlanmıştır. Daha önce Rodos adası Türkler tarafından fethedildiği zaman, oturanların bir kısmı adayı terk ederek şövalyelerle gitmiş, bir kısmı da Girit adasına göç etmiştir. Buraya başka yerlerden nüfus nakledilmiştir. İnsanlara cazip kılmak için her türlü din ve mezhep serbestisi yanında vergiden beş yıl muafiyet de tanınmıştır.Bu uzun süren savaş esnasında adadan göçler de olmuş, özellikle Kandiye savaşları sırasında Nakşa adasına 300 kişi kaçmış, Kaşot adasına da Giritliler göç etmişlerdir. Yine Kandiye savaşları sırasında kaleden kaçan "kefere"nin Müslüman olmalarından sonra kaledeki geri kalan "kefereler" zor durumda kalmışlardır. Bir başka olayda da, birkaç yüz nefer "hırvat ve soltat küffar" serdara gelip İslama geçmiş, bunlara serdar-ı ekrem "inam ve ihsanda" bulunmuş, yüz nefer bir kapudan başbuğ tayin olunmuş, Torbalı Mehmed Paşa da bunların üzerine komutan tayin olunmuş ve bunlara ulufe ve tımar tevcih edilmiştir.
"...taraf-ı küffârdan cânib-i ordu-yı hümâyûna yüz kâfir gelüb ve yine ertesi olacak ve yine on dört kâfir küffâr 'askerinden bizim 'askerimize gelüb ale't-tarik üzere islâma gelüb ehli imân oldılar ve serdâr-ı ekrem bunlara ta'yin..."
"...Kandiye kal'asından birer ikişer üçer kadar kefere firâr idüb ve gelüb ehl-i islâma mülhâk olûb ve din-i islâma gelürdi ve gelân kefer(e) eylerlerdiki kal'ada olan kefereler gâyet zebûndur ve zâhire dahi yoğdur ve lâkin lağımlar ziyâdesiyle mukayyed olunmuşdır ve lâkin birkaç gün geçüb her iki tarafdan cenk olmayub asûdehâl oldılar üç günden sonra beş on kefere kal'adan kaçûb islâm leşkere geldiler ve gelen keferelerden müslüman olanlara iktâsına göre riâyet ve ikrâm eyleyüb ve müslüman olmayanlara dahi ta'in virilüb ve ayruca çadırlar virüb tımar ağaların yanında olurlardı..."
Bu durumda da yine Osmanlı'nın hoşgörü siyaseti ve adaleti dikkati çekmektedir. Her reayaya uygulanan hükümler, sonradan Müslüman olanlara da aynen uygulanmıştır. Aslı Nemçe olan bir nevmüslim lağımcının bir lağımda yaptığı faaliyet de ilginçtir:
"...aslı nemçe olan bir nevmüslim lağımcı gördükde lağım yolu kadar meşinden bir uzun sucuk ve lağım ağzından bir kürek peydâ idüb ve taşra ol körük çekildikçe sucukdan lağmın nihâyetine havanüfûz peydâ idüb ve kandiller ittifâdan masûn olmağla lağımcı elli kulaç yir giderim dirken meşveret olub ve düşmân-ı hâksârın lağmına başartımızdan haberdârdır şâyed ki ta'tilinde tâ'cil ideler ve münâsib olan ateş virilmekdir deyû hazinesi bağlayub ateş virildikde..." .
Görüldüğü gibi, bu hoşgörü siyasetinin bir neticesi olarak, sonradan Müslüman olan Nemçe asıllı bir kişi, tıpkı bir Osmanlı askeri gibi fedakarca hareket etmiş, kendi bilgi ve tecrübelerini Osmanlılar için kullanmıştır.
Adanın fethinin gerçekleşmesinden sonra İslam ile şereflenen "kefere" askerinin sayısı 1920 olarak belirtilmiştir. Osmanlıların fethettikleri yerin en büyük kilisesini camiye dönüştürüp, orada ilk Cuma namazını kılmaları artık alışılagelmiş bir usuldü. Girit'te de fethedilen yerlerin kiliseleri de camiye çevrilmiş, adada birçok hayır kurumları vücuda getirilmiştir.
Özellikle Girit ile münasebetleri yüz yıla yakın süren Köprülü ailesi, Kandiye kalesi içinde üçü türbe, ikisi mezar, biri çeşme, biri sebilhane ve diğeri de cami olmak üzere birçok hayrat yaptırmıştır. Kandiye'deki Fazıl Ahmet Paşa Camii, fetihten sonra bizzat paşa tarafından inşa edilmiştir. Hanya'da Hünkâr Camii ve Yusuf Paşa Camii, Musa Paşa Camii, Resmo'da Sultan İbrahim Camii, Valide Turhan Sultan Camii, Kandiye'dekiler, IV. Mehmed Camii, Fazıl Ahmed Paşa Camii, Defterdar Ahmed Paşa Camii, Sultan İbrahim Camii, Defterdar Mehmed Paşa Camii, Valide Turhan Sultan Camii, Sadaret Kethüdası Mahmud Paşa Camii, Ankebut Ahmed Paşa Camii, Reisülküttab Acemzade Hüseyin Efendi Camii, Zülfikar Ağa Camii, Halep Valisi İbrahim Paşa Camii, Yeniçeri Ağası Abdurrahman Ağa Camii, Kaplan Mustafa Paşa Camii adında toplam 18 caminin yapıldığı dikkati çekmektedir.
Girit'te birçok yerin fethedilmesinde çok büyük gayret sarf etmiş olan Deli Gazi Hüseyin Paşa, Resmo'nun fethinden sonra burada yaptırdığı eserlerle de bu çabalarını perçinlemiştir. Su kenarında bir cami, bir zaviye, mülkhaneler, dükkanlar ve uçsuz bucaksız tarlalar vakfetmiştir.
Hanya'nın fethinden sonra Santa Nikola denilen kilise Hünkâr Camii'ne dönüştürülmüştür:
"... üçü dahi câmi kılınub biri Yusuf Paşa ve biri Musa Paşaya mansûb oldı. Bu mû'idler bût-ı utâdan ve mezâristan ehli tuğyandan pâk olub tob rahneleri yayıldı. Hünkâr câmi minber ve mihrâb ve mahfele muhtâc olmayûb bunların her birine münâsib içinde birer makam olundı ancak tarz-ı İslâma nâsib kurdılar ve bunlara mâl-i gazâdan evkâf-ı azîme ta'yin olundı ve iki hamam binâsı içün bir mu'temed tenbih ve ta'yin buyruldı..."
Yine Resmo'da büyük kilise IV. Mehmed'in emriyle camiye çevrilmiştir:
"...emr-i Sultan Mehmed Gazi Han Resmo'da büyük kilisanın biri pa(di)şah-ı 'alempenâh ehl-i islâma câmi kılınub ve beş pâre karye vakf olundı".
Yazmamızda bütün kiliselerin sayısının 300 olduğu belirtilmektedir
Girit savaşı sırasında; Ağriboz, İnebahtı, Midilli, Kocaeli, Karlıeli, Biga, Sakız, Nakşe, Mehdiye, Lefkoşa, Baf, Gerine sancaklarının beyleri birer gemi ile, Rodos Beyi kendisinin bir, tersaneden verilmiş dört gemi ile, Mezestire beyi biri yedek olmak üzere iki gemi ile donanmaya katılmışlardır. Selanik, Değirmenlik, İskenderiye ve Dimyat beyleri de birer gemi ile donanmaya ilhak etmişlerdir. Cezayir, Tunus ve Trablus gibi Arap ocaklarının denizcileri de Osmanlı donanmasının en değerli ve fedakar kısmını teşkil etmiştir. Donanma sefere çıkacağı zaman şu uygulamalar yapılırdı. Donanma tersaneden ayrılmasına az bir zaman kala kaptanpaşa baştardasına fener konur. Çıkmaya bir hafta kala hareket alameti olarak filandıra çekilirdi. Bu filandıra için müneccimbaşı tarafından uğurlu bir saat belirlenirdi. Donanma Akdeniz'e çıktıktan sonra muharebe tertibatı alırdı. XVII. yüzyıl ortalarından itibaren kaide üzerine yelkenli kalyonlar önde, arkasından maunalar ve daha geriden de çekdiri denilen kürekli gemiler yürürlerdi.
Mareşal Montecuccoli, bir çok batı diline çevrilerek klasik olmuş tabiye kitabında Osmanlı Ordu ve Donanması'nı şöyle anlatıyor: "Osmanlı Devleti o kadar kudretli ve kuvvetli bir İmparatorluktur ki, mükemmel eğitim görmüş sayısız askerlerden oluşan ordusu her an savaşa hazırdır. İstenildiği anda yürüyüşe geçebilen bu ordu her zaman emre âmadedir. Türkler'in 1660 yılında gemilere manda ve öküzleri koşarak Tuna yoluyla Belgrat, Osiyek ve Budapeşte'ye çektirdikleri gemiler, taşıdıkları yiyecek ve ağırlıklar akıl alacak gibi değildir. Osmanlılar bütün hileleri kullanarak düşman casuslarına daima ters hedef verirler. Her seferindeki hileleri de bir öncekinden farklıdır. Nitekim herkesi Venedik seferi yapacaklarına inandırıp birden Transilvanya'da görünen Türk Donanması, şaşkınlığa sebep olmuştur. Tıpkı Malta'ya gidecekleri söylentisini yayıp Girit'e sefer yaptıkları gibi.. Osmanlı Ordusu'ndaki sanat erbabı işçi çeşit ve sayısı şaşılacak kadar çok olduğu gibi kılavuz ve casusları da çoktur. Diğer milletlerin dayanamadıkları zorluklara ise Osmanlı Ordusu alışıktır."
Sarf olunan mühimmat, adanın iaşesi:
Osmanlı ordusu ve donanmasında kullanılan malzemeler çok çeşitliydi. Bunlardan en önemlileri top (şahi, balyemez, darbzen, kolonborna, havan vb.), kumbaralar, tüfek, barut, top arabaları, zift, neft, kürek, balta, deri torbalar, ok, yay, kılıç, nakil hayvanları, çeşitli madenler (demir, kurşun, kalay, bakır vs.), top kalıpları için iyi toprak, kereste, fitil vb. gibi malzemelerdir.
"Girid Cezire Tarihi" adlı eserde; top güllesi 199775, barut kantar 111313, kazan kumbarası 75325, şişe kumbara 126885, tunç kumbara 185852, havan taşı 132822, lağımlar 3960, kafirden atılan boş kalan lağımlar 2429 adet olarak verilmektedir.
Vahit Çabuk, Kandiye kuşatması sırasında 1999.70 adet gülle, 1.113.000 kantar barut, 428.000'den fazla humbara ve 139.000 havan güllesi kullanılmış olduğunu belirtmektedir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde ise bu sayılar şu şekildedir:
"Bizden atılan büyük kazan kumbaralar: 55222, bizden atılan küçük kumbaralar: 200.000, barud-ı siyah: 111312, bizden atılan sagir ve kebir top güllesi: 1.471.475, lağımlar: 2660".
Tevârih-i Feth-i Kal'a-i Kandiyeli Köprülü Sadr-ı a'zam Ahmed Paşa isimli eserde ise şu şekildedir:
"iki senede giden barut ber mûcib-i defter elli bin kantar barut masraf olûb beher kantar kırkar guruşa olmak üzeredir ve otuz bin kebir kumbaraki her dânesi yigirmişer guruşa olmuşdur gülle ve sâ'ir âlât ve tunç el kumbaraya gelmen iki yüz bin vukıyye bakır ve tunç el kumbarasına masraf olmuşdur sekiz bin beldâr beher nefer yüz guruşa ve üstâd olanlara yüz elli ve iki yüz guruş ile dutulurdı, bu kadar cenk ve harb ve hazine masrafı bir tarihde olmuş değildir ve ne olacakdır..."
Bir tabyanın fethi sırasında ele geçirilen bir küffarın "müslümanların el kumbarası olmasaydı bu divarı ve tabur parmaklığını bir senede söküb hendeğe dahi geçemezler" demesi üzerine bir gün içinde bin adet tunc el kumbarası dökülmüştür. Ayrıca yine bu muhasara esnasında donanma, kara askerine de yardım etmiş, Kara Hace Paşa ile 2000 kadar levend, 4000 kadar kürekci, 10 adet balyemez top, zağarcıbaşı ile 2500 levend daha gönderilmiştir.
Muhtelif zamanlarda çeşitli asker grupları, çok miktarda mühimmat ve levazım (özellikle Eyüp çamuru) bakır, kurşun gibi ihtiyaçlar gönderilmiştir. Bazan adanın iaşesi konusunda zorluklarla karşılaşılmış, donanma zahire ve mühimmatı uygun bir limana bırakacağı yerde ulaşılması daha güç olan yerlere bırakmıştır:
"...cenâb-ı serdâr-ı bülend-i iktidâr Girid ceziresinin cümleden 'asir olan ahvâl-i Hanya ve Resmo ve Yerapetre nâm iskelelere boşadılan zâhire ve cebhâne ve mühimmât-ı sâ'irenin ordu-yı hümâyûna nakl olunmasıdır ve zikr olan iskeleler ise pek yakın olanı on dört on beş sa'atlik yerdür ve dahi yolları dağıstan ve sa'ab ve inişi ve yokuşı ziyâde olmağın a'mâl olunan davar dahi çok dayanmayub telef olmağla bi'z-zarûre tedâriki ile tekayyüd iktizâ etmeğin orduyı hümûyûna beş sa'atlik yerde Çanak limanı nâmına bir küçük liman olub gecede ve gündüzde Resmo ve Hanya'da olan zâhire karadan nakli mümkün olmayacağına ve bundan ma'âdâ iri tob dahi kundakları ve tobhâne mühimmâtı kâh çekdirme gemisi ve kâh fırkatuna ve kayıklara ile vâzı' idüb nakli ve getürmek olunub düşmân gemileri üzerlerine gelürse şerrinden emin olmağın mezbûrda bir palanka yapılub ve birkaç tobları vâzı' olmak üzere karar virilüb..."
Tophaneye lazım olan çamur ve tuğla gemilerle irsal olunmuş, Kağıdhane çamuru diğer devletlere de lazım olduğundan Fransız, Felemenk, İngiliz ve Ceneviz taifelerinin bazargan gemileri sandallar ile gece sefinelerine götürmelerinin padişah tarafından duyulup, yasaklanması uygun görülmüştür.
Yine Girit'te savaşan asker için gerekli olan levazım konusunda da çeşitli emirler gönderilmiş ve bunların teminine çalışılmıştır. Dört bin kıyye revgan-ı zeyt, dört bin kıyye revgan-ı sade, üç bin kile hınta ve bin kıyye asel ve peksimat tedariki konusunda İzmir Kadısı'na emir gönderilmiş, bunların gemilere yüklenerek Girit'e gönderilmiş ve Girit defterine mesarifat olarak kaydedilmiştir.
Kandiye muhasarası esnasında ehl-i islamın sıkıntı çekmemesine gayret edilmiş ve asker bundan dolayı memnun olmuştur. Oysa ki Deli Gazi Hüseyin Paşa'nın döneminde kapudan paşadan top, barut, asker vesair levazımat talep edilmiş, kapudan paşa "biz derya memurız" diyerek talebini reddetmiştir. Yine Deli Hüseyin Paşa'nın Kandiye muhasarası esnasında askere imdad gelmemiş ve açlıktan sefere soğukluk gelmiştir. Girit savaşı için salınan fermanlarla Anadolu'dan çeşitli zamanlarda malzeme toplanmıştır. Örneğin; Gelibolu kadısından elli bin, Silistre ve Babadağı'ndan yirmi bin ok istenmiştir.
Şehit olanların sayısı:
"Girid Cezire Tarihi" adlı eserde şu sayı listesi verilmiştir:
"Zilhicce 1077'den fethine dek şehid olanlar: Paşalar: 15, Çorbacılar: 84, Çavuş: 164, Yeniçeri: 25.639, Zu'amâ ve Erbâb-ı Tımar: 37.645, Serdengecdi Sipahileri: 42.965, Alaybeyleri: 799, Cebeciler: 69.850, Tobcılar: 22.965, Lağımcılar: 29.965, Garip Yiğitler: 7.900, YEKÛN: 244.647"
Bu yekun, verilen rakamlar toplandığında tutmamaktadır. Burada da bir istinsah hatası olabileceği ihtimali vardır. Bu sayı, Hikâyet-i Azîmet-i Sefer-i Kandiye isimli eserin verdiği sayıyla aynıdır. Hıristiyanların sayısı hakkında herhangi bir bilgi bulunmazken firar eden kafirlerin sayısı 1925 olarak verilir.
Nuri Adıyeke, 1645 yılındaki savaşlarda 20 bin Osmanlı askerinin şehit olduğunu yazar. Hikâyet-i Azîmet-i Sefer-i Kandiye isimli yazma eseri konu alan çalışmasında belirttiği Kandiye muhasarası esnasında şehit olanlara ait 244.647 kişilik liste de ona göre yanlış istinsahların sonucu ortaya çıkmış abartılı bir rakamdır. Bu eserin Ankara nüshasında belirtilen 100.185 sayısını daha gerçeğe yakın bulur. Feth-i Kandiye'de ise 78.586 sayısı sadece burada ölenlerin sayısıdır. Ahmed Refik'in verdiği sayı 108.000'dir. Fosses 100.000 Türk öldüğünü yazarken, bazı Batılı yazarlar da 110.000 rakamını verir.
Ölen Hıristiyan askerler konusunda Evliya Çelebi'nin ifadesinde şu sayı yer almaktadır: "Kale içinde bizim attığımız top, lağım vs. ile ölenlerin sayısı 88.000 olmuştur."
"Kandiya muhasarası ve cenk ve harbi bu güne gelince iki sene ve bir ay oldı bin yetmiş yedi senesinin Zi'l-hiccesinden bin seksen Muharreminin ibtidâsına gelince vâki' olan harb ü kıttâl üç bin lağımdan mütecâviz oldı, sadr-ı a'zam sekbânlarından hemân bin beşyüz sekbân şehid olmuşdur kalan ağvâs ve hizmetkârdan gayri yeniçeri kapusu dört beş kerre kapu olub üçer dörder bir nefer yazılub ve şehid olmuşdur sadr-ı a'zama gelen on sekiz bin yeniçeri kapusu dört beş kerre yeniçeriden gayridir ve sipâh ve silahdâr ve serdengecdileri dört bin nefer yazılub ancak bu güne gelince bin altıyüz baki kalmışdır ve iki def'a dörder bin beldâr ve lağımcıdan ancak bin nefer kalmışdır erbâb-ı tımardan ve paşalı bunlar bu hesabda dâhil değillerdir".
Osmanlı Devleti, stratejik bir mevkide bulunan Girit adasını uzun süreden beri fethetmenin fırsatını kollamış, siyasî ve ekonomik şartların uygun olduğunun düşünüldüğü ilk anda, Sünbül Ağa hadisesi vesilesiyle, Venedik Cumhuriyeti'ne savaş ilan etmiştir. 24 yıl süren ve birçok cephede sürdürülen mücadeleler neticesinde 5 Eylül 1669 tarihinde yapılan bir barış anlaşmasıyla bu fetih gerçekleştirilmiştir. Yirmi dört yıl süren bu savaşın sonunda 5 Eylül 1669 tarihinde 18 maddelik bir barış anlaşması imzalanmıştır.