« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

10 Eyl

2018

ŞİNÂSİ (1826-1871)

Alim Kahraman 01 Ocak 1970

Batılılaşma dönemi öncülerinden, şair ve gazeteci.

İbrâhim Şinâsi’nin doğum tarihiyle ilgili farklı rivayetler vardır. Hakkındaki ilk kaynakta doğum yılı önce 1242 (1826), sonra da 1240 şeklinde belirtilmiştir (Ebüzziyâ Mehmed Tevfik, Numûne-i Edebiyyât-ı Osmâniyye, İstanbul 1308, s. 214; İstanbul 1329, s. 226). Bir belgeye dayanmamasına rağmen bu tarihler araştırmacıların hareket noktasını oluşturmuş, doğumu için 1824 veya 1826 yılı öne çıkarılmıştır. İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Babası, Şumnu kuşatması sırasında (1829) şehid düşen Bolulu bir topçu yüzbaşısı yahut topçubaşıdır. Onun aslen Bitlisli veya Taşköprülü, adının da Mehmed Ağa olduğu şeklindeki rivayetlerden Mehmed adı son dönemde ele geçen bazı tapu kayıtlarınca doğrulanmaktadır (Ziyad Ebüzziya, s. 336-337). Annesinin adı Esma’dır.

İbrâhim Şinâsi önce mahalle mektebine gönderildi. Annesi Tophane Müşirliği’nde binbaşı rütbesiyle görevli bir kişiyle evlenince üvey babası tarafından oradaki kalemlerden birine devamı sağlandı. On beş yaşından evvel başladığı tahmin edilen kalemdeki hayatı on yıl kadar devam etti; zamanla Tophane Mektûbî Odası’nda hulefâ sınıfına geçip hâcelik derecesine yükseldi. Burada İbrâhim Efendi’den başta Arapça olmak üzere klasik bilgileri öğrendi; hocasının tavsiyesiyle Fîrûzâbâdî’nin el-?amûsü’l-mu?î?’inin önemli bir kısmını ezberledi. Asıl adı Châteauneuf olup Tophane Müşirliği’ne uzman sıfatıyla geldikten sonra Müslümanlığı kabul eden ve Mehmed Reşad adını alan bir Fransız subayından Fransızca öğrenmesinin yanında Batı ilimleri ve edebiyatı zevkini aldı. Bu arada Avrupa’ya talebe gönderileceğinden haberdar olunca Reşad Bey’in tavsiyesi üzerine arzusunu Tophane Müşiri Fethi Paşa’ya bildirdi, onun yardımıyla Sultan Abdülmecid’in huzuruna kabul edilerek Paris’e gidiş iznini aldı. Padişah iradesiyle hem kendisine hem geride kalan annesine maaş bağlandı, 5000 kuruş harcırah verildi ve muhtemelen 1849 Nisanı başında Paris’e ulaştı. Önceleri Paris’in yakın banliyösü Fontenay-aux-Roses’da kalan Şinâsi, burada Fransızca’sını ve Batı kültürünü geliştirecek bir koleje iki yıl devam etmiş olmalıdır. Silvestre de Sacy’nin oğlu, Fransız Akademisi üyesi ve Journal des débats’nın başyazarlarından Samuel Silvestre de Sacy başta olmak üzere ilim ve edebiyat çevresinden bazı önemli kişilerle tanışıp yakınlık kurdu. Annesine yazdığı 30 Kânunusâni 1266 (11 Şubat 1851) tarihli mektubundaki, “Şu günlerde işimi bitirmek üzereyim” sözü eğitiminde bir aşamanın sonuna geldiğini göstermektedir. Mevcut ipuçlarından hareketle kolejde iki yıl (1849-1851) okuduktan sonra 1851 yaz ayları içinde Paris’e yerleştiği söylenebilir. 25 Haziran 1851 tarihinde Société Asiatique’e üye kabul edildiği Journal asiatique’teki kayıtlara dayanılarak tesbit edilmiştir (İA, XI, 547). Buraya Kemal Efendi’den (Mart 1850) sonra üye olan ikinci Türk’tür. Société Asiatique kayıtlarında kendisinden “Şinâsi Efendi, Bâbıâli hükümetinin yüksek memuru” diye söz edilmektedir. Genç yaşına rağmen ilim öğrenmeye olan aşkı ve Arapça bilgisiyle o çevrede kendisine bir yer edindiği anlaşılmaktadır.

Şinâsi, Paris’te hangi alanda uzmanlık eğitimi göreceği konusunda tavsiyesini almak için mektup yazdığı Mustafa Reşid Paşa tarafından maliye eğitimine yönlendirildi. 22 Safer 1268 (17 Aralık 1851) tarihli sadâret tezkiresi ve altındaki padişah iradesi tahsisatının önemli miktarda arttırıldığını göstermektedir. Maliye eğitimine hazırlık olmak üzere riyâziye öğrendikten başka tabii ilimlerle de ilgilendi, bu yoldaki eğitimi devam ederken edebiyat ve dile olan eğilimi arttı. Sacy ailesi ve Société Asiatique üyelerinden Ernest Renan ve Littré sayesinde Alphonse de Lamartine’in meclisine devam etmeye başladı. Bu arada geniş araştırmaları gerektiren Durûb-i Emsâl-i Osmâniyye adlı eserini hazırladı (1851-1852). Annesinin vefatı da bu döneme rastlar (1269/1852-53). Paris’teki resmî eğitiminin ayrıntıları hakkında bilgi yoksa da kendi beyanlarından bir ara Fransa Maliye Bakanlığı’na staj mahiyetinde devam ettiği anlaşılmaktadır (Bilgegil, s. 16). 1852 yılı sonuna doğru maiyet kâtibi ve özel kalem müdürü sıfatıyla Paris’e gelen Âgâh Efendi ve Said Sermedî Bey’le tanıştı.

Dört beş yıl kaldığı Paris’ten dönüş tarihi kesin değildir. Ancak döndükten sonra 4 Temmuz 1855’te Meclis-i Maârif üyeliğine tayin edildiği, 18 Eylül 1856’da kesintiye uğrayan görevine 8 Mayıs 1857’de affedilerek devam ettiği bilinmektedir (a.g.e., s. 18-20). Meclis-i Maârif üyeliğine tayini ve azli sırasında sadrazamlık makamında Âlî Paşa bulunmaktadır. Görevinden uzaklaştırılmasına sebep olarak memuriyete ve rütbesine yakışmayacak davranışlarda bulunması ve hatta sakalını tıraş etmesi gösterilmektedir. Sakalını kestiği günlerde Eflak’ta vergi mükelleflerini ve hesaplarını denetlemek için Bükreş tarafına geçici görevlendirilmesi söz konusu oldu. Gidiş hazırlıklarını yaptığı sırada Meclis-i Maârif’teki memuriyeti yanında bu geçici görevinden de uzaklaştırıldı. Mustafa Reşid Paşa’ya yazdığı kasidesindeki, “Huzûrun encümen-i dâniş olmuş ehl-i dile / Ki anda nüsha-i zâtım olunmada tevkîr” mısralarının yanlış yorumlanmasından, Paris’ten döndükten sonra Encümen-i Dâniş’e üye olduğunu yazanlar varsa da Encümen-i Dâniş üyelerinin resmî listesi bunu doğrulamamaktadır.

1858-1859 yılları içinde Şinâsi’nin Tiryal Sultan’ın sarayından Nâvekter Hanım’la evlendiği, ilk kitabı Tercüme-i Manzûme’yi yayımladığı ve Kuleli Vak‘ası diye bilinen (14 Eylül 1859), Sultan Abdülmecid’e karşı düzenlenmiş bir suikast olayına adının karıştığı bilinmektedir. Bu suikast dolayısıyla tutuklananların çoğu Tophane Müşirliği’nin Şinâsi’nin de tanıdığı yüksek memurlarıdır; bunlardan Tophane müftüsü Bekir Efendi ise çok yakın arkadaşıdır. Ebüzziyâ Mehmed Tevfik, Şinâsi’nin bu örgüte üye olduğunu belirtir. Ancak açıklanan isimler arasında adına rastlanmamıştır. Suikast olayının ucu daha sonra tahta geçecek olan Abdülaziz’e kadar uzandığı için Kuleli Vak‘ası’nın bir noktadan sonra örtbas edildiğini söyleyenler vardır.

Şinâsi, 1860 yılı içinde imtiyazı Âgâh Efendi adına alınan Tercümân-ı Ahvâl adıyla bir gazete çıkarmaya teşebbüs etti. İmtiyazın kesin tarihi bilinmemekle beraber yazışmaların önemli bir aşamasını oluşturan Meclis-i Maârif raporu 12 Ramazan 1276 (3 Nisan 1860) tarihini taşımaktadır. Gazetenin ilk sayısı 6 Rebîülevvel 1277’de (22 Eylül 1860) çıktı ve bununla ilk özel Türk gazetesi neşir hayatına girmiş oldu. 24. sayıya kadar altı ay Âgâh Efendi’yle beraber çıkardıkları Tercümân-ı Ahvâl’de iki makaleyle bir teşekkür kıtası imzalı, ilk sayıdaki “Tefrika” makalesiyle bunun ardından tefrika edilen Şair Evlenmesi piyesi imzasız yayımlandı. Böylece Şinâsi, “Mukaddime” adlı başyazısındaki yeni fikirlerden başka “tefrika” ve “abone” gibi gazetecilik terimlerini, Batılı tarzda ilk tiyatro eserini Türk edebiyatına kazandırdı. Yine o sırada yayımlanmakta olan Takvîm-i Vekayi‘ ve Cerîde-i Havâdis’ten farklı olarak nesir dilinde bazı düzenlemelere gidildi, gazetenin tertibi ve yazıların seçimiyle yeni bir biçim ortaya kondu.

Tercümân-ı Ahvâl’de fazla kalmayan Şinâsi, Nisan 1861’de kendi başına çıkaracağı bir gazete için başvuruda bulundu. 4 Zilkade 1277 (14 Mayıs 1861) tarihli padişah iradesiyle olumlu sonuca ulaşmasının ardından bir matbaa kurmak ve gazetesinin teknik alt yapısını hazırlamak için on üç ay sürecek yorucu bir çalışma içine girdi. Bir iki çeşitten başka harfin bulunmadığı, klişenin bilinmediği bir ortamda gazetede oluşturmayı düşündüğü bölüm başlıkları için hattatlara yazdırdığı yazıların kalıplarını hazırlattı. Gazetesi Tasvîr-i Efkâr’ın ilk sayısı 29 Zilhicce 1278’de (27 Haziran 1862) yayımlandı. Bu tarihten bir buçuk ay sonra Müntehabât-ı Eş‘âr’ı neşreden Şinâsi’nin kitap yayımcılığı Tercümân-ı Ahvâl’de ilân edip de tam olarak gerçekleştiremediği bir düşüncesidir. Teknik konularda, dil ve biçimde, içerikte ayıklayıcı, sadeleştirici ve yeniden şekillendirici komple bir programa sahip bulunduğu yaptığı veya yapmaya teşebbüs ettiği işlerden anlaşılan Şinâsi’nin etrafında serbest fikirli gençler toplanmaya başladı. Nâmık Kemal’in Tasvîr-i Efkâr’a gelişi gazetenin çıkışından dört ay sonradır. Ebüzziyâ Mehmed Tevfik ise Nâmık Kemal’le tanışarak 1864’te gazeteye geldiğinde daha çok gençti. Yazılarına açıkça yansımasa bile siyasî otoriteyi rahatsız edecek bazı hicivleri ve genellikle eleştirici tutumu yüzünden Şinâsi, hükümetin bir talebi olmaksızın doğrudan Sultan Abdülaziz’in iradesiyle 4 Temmuz 1863’te Meclis-i Maârif’teki işine son verilerek memuriyetten ihraç edildi (Akyüz, III/31 [1954], s. 404-405). Buna rağmen altı ay kadar sonra Tasvîr-i Efkâr’da yayımladığı Cerîde-i Askeriyye hakkındaki yazısı üzerine Sadrazam Fuad Paşa kendisine bir mektup göndererek bu dergiyle ilgilenmesini istedi.

Bir süre sonra Tasvîr-i Efkâr ile Rûznâme-i Cerîde-i Havâdis arasında önemli bir dil tartışması başladı. “Mebhûsetün anhâ” terkibinden dolayı aynı adla anılan bu kalem mücadelesinde Şinâsi’ye karşı Rûznâme’de yazılan imzasız yazıların Said Bey’e (Küçük Said Paşa) ait olduğu bilinmektedir. Konu ancak uzmanlarının kavrayabileceği bir dil tartışması olmasına rağmen kamuoyunda Arapça ve Farsça’dan Türkçe’ye geçmiş kelimelerin bu dillerin kurallarını koruyarak kullanılması veya değiştirilebilmesi tezleri etrafında şekillenmiştir. Şinâsi’nin tezi bu tür kelimelerin Türk dilinin kurallarına uydurulması gerektiği şeklinde özetlenebilir. Dışarıdan başka kişilerin de karıştığı, gazete satışlarını bir hayli arttıran tartışma, konusundan çok Şinâsi’nin tutumu ve eleştiri için ortaya koyduğu özlü kurallar bakımından önem taşımaktadır. Şinâsi’nin 27 Aralık 1864’te tartışmayı birdenbire kesmesi ve bir süre sonra Paris’e kaçmasının arkasında, Osmanlı ülkesinde ilk defa olmak üzere 1 Ocak 1865’te yürürlüğe konacak olan Matbuat Nizamnâmesi’nin ağır şartlarının bulunduğu tahmin edilmektedir. Bu nizam-nâme imtiyaz sahiplerini birçok açıdan zora sokarken devlet yönetiminin eline büyük imkânlar vermekteydi. Tartışma devam ederken Said Paşa’nın Meclis-i Vâlâ Tahrir İdaresi başkâtipliğine getirilmesi de Şinâsi açısından bir talihsizlik sayılmıştır. Çünkü onaylanma aşamasında haberdar olunan Matbuat Nizamnâmesi’nin getirdiği yasaklardan biri de hükümet memurlarını küçük düşürücü yayınları kapsamaktadır ve Şinâsi’nin tartışmayı birdenbire kesmesi bu yüzdendir. Gazetesini istenen şartlara uygun hale getirdikten sonra kendisini baskı altında hissettiği bu ortamdan ilk fırsatta uzaklaşmıştır (28-30 Ocak 1865; bk. Ziyad Ebüzziya, s. 242).

Şinâsi’nin bu ikinci Paris seyahatinde zamanı Bibliothèque Nationale ile evi arasında bir sükûnet ortamı içinde geçti. Kendini büyük bir lugat çalışmasına adadı. Paris’te kaldığı süre içinde masrafları Mustafa Fâzıl Paşa tarafından karşılandı, Jean Pietri vasıtasıyla Nâmık Kemal’le haberleşti. Ancak kendisinden sonra Yeni Osmanlılar adıyla siyasî bir cemiyet kuranlar (Haziran 1865) ve gazetesini bıraktığı Nâmık Kemal iki yıl sonra Paris’e geldiklerinde onlara karşı soğuk davrandı, bu hareketten uzak durarak çalışmalarına devam etti. Sultan Abdülaziz Paris’e gelince (30 Haziran - 10 Temmuz 1867), Mustafa Fâzıl Paşa ile görüşerek İstanbul’a dönmesini istedi. Padişaha refakat eden Fuad Paşa da Şinâsi ile görüşüp İstanbul’a dönmesi konusunda kendisinden söz aldı. Padişahın maiyetiyle beraber Peşte’ye giden Şinâsi, padişahın ayrılmasının (31 Temmuz 1867) ardından orada bir süre daha kalıp Macar dil bilginleri ve şarkiyatçılarla görüştü. Muhtemelen 24 Eylül 1867’de Köstence yoluyla İstanbul’a dönen Mustafa Fâzıl Paşa, Peşte’den onu da alıp İstanbul’a getirdi. Bu gelişinde sadece birkaç ay kalan Şinâsi bu arada, Fuad Paşa’ya bir dilekçeyle başvurup İstanbul’a dönmesi yolunda yardım ricasında bulunan karısını bu davranışından dolayı boşadı. Şinâsi’nin üçüncü Paris dönemi aynı çalışma havası içinde Yeni Osmanlılar’a kapalı olarak geçti; 1869 yılı sonuna doğru İstanbul’a döndü. Önce Bâbıâli’deki matbaasına yerleşip dizgi işlerini kolaylaştırıcı bir sistem arayışına girdi, ilâveleriyle beraber 5-600 çeşidi bulan harf sayısını 112’ye indirdi ve bu yeni teknikle eserlerini bastı. Kötü hayat şartları ve yoğun çalışma temposu yüzünden daha önce başladığı anlaşılan beynindeki rahatsızlığı ilerleyen Şinâsi, bir ara Mustafa Fâzıl Paşa’nın ilgisiyle iyileşir gibi olduysa da tekrar ağırlaşarak 13 Eylül 1871’de öldü. Ayas Paşa Mezarlığı’ndaki kabri sonraki yıllarda yapılan inşaatlar sırasında kaybolmuştur.

Mustafa Reşid Paşa ve arkadaşlarının özellikle yazışma dilinde açtıkları sadeleşme çığırını şiire ve gazete diline, geniş anlamıyla edebiyata Şinâsi uygulamıştır. Aslında usta bir şair olmamasına rağmen gerçekleştirdiği şekil ve muhteva değişiklikleri “yeniliğin alfabesi” diye adlandırılmıştır. Henüz Paris öncesi yıllarda Karaköy Köprüsü, Tophane Çeşmesi’nin tamiri ve Âdile Sultan Sarayı için düşürdüğü tarihler bu mekânlara kitâbe olarak yerleştirilmiş, Paris’e gideceği zaman Mustafa Reşid Paşa için ilk kasidesini yazmış, oradan gönderdiği bir tebriknâmeye dikkate değer manzum parçalar eklemiştir. Ancak Türk şiir çizgisi üzerinde bir kırılma noktası oluşturarak yeni bir yolu işaret edecek özellikteki asıl çalışmalarını yurda döndükten sonra ortaya koymuştur. Bilhassa Mustafa Reşid Paşa hakkındaki methiyelerinde geleneğe değil olaylara dayanması, şiirden çok makale terkibi içindeki mantıkî silsile, manzum atasözleri, “sâfi Türkçe” takdimiyle yazdığı beyitler, bu yenileşmenin kendinden sonraki şairlere gönderdiği bir programı şeklinde değerlendirilmiştir. Mustafa Reşid Paşa kasideleriyle tanzimat, millet, sadr-ı millet, kanun, devlet, reisicumhur, medeniyet, taassup, encümen-i dâniş gibi kavramlara şiirinde yer yerip siyasal içerikli edebiyatın da kuruculuğunu ve öncülüğünü yapmıştır. Modern kâinat kavrayışı, aklın öne çıkarılması ve kader anlayışı onu kendinden öncekilerden farklı kılar. “Arz-ı Muhabbet” şiirinde kadına geleneksel mazmunun dışında tabii ve hakiki bir hüviyet vermiştir. Şiirlerine bağımsız birer başlık koyması da Türk edebiyatı için yeni bir uygulamadır (İA, XI, 554-556). Ayrıca şiirde geleneğin dışına çıkış dinî algıda da kendini gösterir. Özellikle “Münâcât”ında Allah’ın varlığına, büyüklüğüne ve kudretine inancını dile getirdiği halde divançesine na‘t yazmaması, İslâm peygamberinden hiç söz etmemesi gibi verilerden yola çıkarak onun bir tabii dinin mümini veya bir çeşit deist olarak telakki edilebileceği belirtilmiştir. Mustafa Reşid Paşa için kaleme aldığı kasidelerinde Hz. Peygamber için kullanılagelen resul, mûcize, fahr-i cihan, vakt-i saâdet gibi kavramları Reşid Paşa’yı övmek için kullanmıştır (a.g.e., XI, 555, Okay, s. 309-310). Batı şiirinden yaptığı çevirileri bir kitapta toplayarak bu yolda ilk eseri ortaya koymakla Türk okuyucusunun dikkatini Batı şiir dünyasına çevirmiştir. Tercümân-ı Ahvâl’in mukaddimesinde de belirttiği gibi halkın kolayca anlayabileceği bir nesir dili Şinâsi’nin kendi yazılarında başarıyla uyguladığı ve kendisinden sonrakileri etkilediği bir başka özelliğidir.

Eserleri. 1. Sadr-ı Esbak Merhum Reşid Paşa Hazretlerinin Sitâyişini Mutazammın Olan Bazı Kasâid-i Âcizânemdir. On beş sayfalık bu risâlenin yayın tarihi 1272 (1856) olarak görülmekteyse de (Özege, IV, 1507) adındaki “merhum” kelimesi -Mustafa Reşid Paşa’nın 1858’de vefat ettiği dikkate alındığında- aynı yıl içinde basıldığını göstermektedir. 2. Tercüme-i Manzûme (Fransız Lisanından Nazmen Tercüme Eylediğim Bazı Eş‘âr/Extrait de poésies et de proses traduits en vers du français en turc). Jean Pietri’nin matbaasında 1859’da yayımlanan eser on bir çift sayfadan oluşmaktadır. İçinde Racine, Lamartine, La Fontaine, Gilbert ve Fénelon’un eserlerinden çevrilen şiir parçaları Fransızca asıllarıyla beraber yer almaktadır. Yeni harflerle yayımı Süheyl Beken tarafından gerçekleştirilmiştir (1960). 3. Şair Evlenmesi. Saray tiyatrosunda oynanmak üzere 1859 yılının ilk ayları içinde yazılmış, Tercümân-ı Ahvâl gazetesinin 2-5. sayılarında tefrika edilmesinin hemen ardından kitap halinde basılmıştır (1277). 1290 (1873) yılında Selânik’te tekrar yayımlanan eser, Şinâsi’nin ölümünden sonra Von Hermann Vámbéry tarafından Eine Sittenbilder aus dem Morgenlande adıyla Almanca’ya çevrilmiştir (Leipzig 1876). İbrahim Necmi Dilmen Yarın mecmuasında (nr. 20, 2 Mart 1338/1922, s. 14-16), Ahmed Râsim İlk Büyük Muharrirlerden Şinâsi adlı kitabının içinde (İstanbul 1927) eseri yayımlamış, yeni harflerle İsmail Hikmet Ertaylan (1932), Mustafa Nihat Özön (1940, 1943), Cevdet Kudret (1959) ve Fevziye Abdullah Tansel (1960) tarafından neşredilmiştir. Metne dayalı ve basılmış ilk tiyatro eseri olan Şair Evlenmesi görücü usulüyle evlenmenin sakıncalarını ortaya koyan tek perdelik bir komedidir. Dilinin sadeliği, sahneye konabilme tekniği, entrikası ve tamamen yerli karakterde olması bakımından uzun zaman rakipsiz kalmıştır. 4. Müntehabât-ı Eş‘âr (Dîvân-ı Şinâsî). 15 Safer 1279 (12 Ağustos 1862) tarihinde Tasvîr-i Efkâr Matbaası’nda Eş‘âr-ı Âcizânemden Bazı Müntehabât başlığıyla basılmış, bazı ilâvelerle 1287’de (1870) yine Şinâsi tarafından yayımlanmıştır. Eseri Mualla Anıl (1945) ve Süheyl Beken (1960) yeni harflerle neşretmiştir. Bu küçük hacimli eser eski tarz gazel ve nazîrelerle bazı tarih, kıta ve beyitler dışında Mustafa Reşid Paşa için siyasal ve sosyal içerikli dört kaside, manzum atasözleri, hayvan hikâyeleri ve nisbeten lirik bir manzume olan “Münâcât”la Türk şiirine önemli yenilikler getirmiştir. 5. Durûb-i Emsâl-i Osmâniyye. 1280 (1863) ve 1287 (1870) baskıları Tasvîr-i Efkâr Matbaası’nda Şinâsi tarafından gerçekleştirilmiştir. Ebüzziyâ Mehmed Tevfik ilâve ettiği atasözleriyle genişleterek 1302’de (1884-85) tekrar basmıştır. Birinci basımda 1500, ikinci basımda 2000 kadar atasözü ve deyim divan şiirinden örnek beyitler ve Arap, Fars, Fransız atasözleriyle beraber kaydedilmiştir. Türk atasözlerinin alfabetik ve karşılaştırmalı olarak ilk sistematik derlemesi olan eser, halk düşünce ve birikimini değerlendirmede ve folklor araştırmalarında yol açıcı bir çalışma niteliğindedir. Yeni harflerle yayımı, harf sırasına göre yeni bir düzenleme yapılıp baş tarafına bir inceleme eklenerek A. Süreyya Beyzadeoğlu tarafından gerçekleştirilmiştir (İstanbul 2003). 6. Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr (Makaleler). Şinâsi’nin ölümünden sonra Ebüzziyâ Tevfik, Müntehabât-ı Edebiyye/Mes’ele-i Mebhûsetün anhâ alt başlığıyla “Mebhûsetün anhâ” tartışması yazılarını (1303/1885-86), Müntehabât-ı Tasvîr-i Efkâr başlığıyla da Tasvîr-i Efkâr’da çıkan bazı makaleleri (1311/1893-94) bir araya getirmiştir. Fevziye Abdullah Tansel eseri yeni harflerle ve ilâveli olarak Makaleler adıyla yayımlamıştır (Ankara 1960). Bedri Mermutlu, Tasvîr-i Efkâr’daki imzasız yazıların da Şinâsi’ye ait olması ihtimalinden hareketle bütün makalelerini din, bilim ve eğitim, medeniyet, siyaset, ekonomi, şehir ve fert açısından değerlendirmiş ve yorumlamıştır (bk. bibl.). 7. Fatîn Tezkiresi. Fatîn Efendi’nin Hâtimetü’l-eş‘âr adlı tezkiresinin, aralarındaki anlaşma gereğince Şinâsi tarafından yeni bir tertip ve ifadeyle hazırlanan baskısının ilk elli iki sayfasını (17-21 arası eksik) Ömer Faruk Akün formalar halinde ele geçirip geniş bir kritiğini yaparak ilim dünyasına sunmuştur (“Şinasi’nin Bugüne Kadar Ele Geçmeyen Fatin Tezkiresi Baskısı”, TDED, XI, 31 Aralık 1961, s. 67-98; “Şinasi’nin Fatin Tezkeresi Baskısındaki Yeni Biyografik Bilgiler”, TM, XIV, 1965, s. 277-336). Şinâsi’nin bunların dışında henüz ele geçmeyen Sarf ü Nahv-i Türkî ve Kamûs-ı Osmânî adlı çalışmaları bulunmaktadır. Birinci eser tamamlanıp başından bir bölümünün basıldığı Şinâsi tarafından bildirilen bir kitaptır. Kamûs-ı Osmânî ise Paris’e ikinci gidişinden itibaren neredeyse hayatının tek amacı haline gelmiş ve “tı” harfine kadar hazırlanmıştır. Ancak bu çalışmaların günümüze kadar hiçbir parçası ele geçmemiştir.

Ziyaret -> Toplam : 125,30 M - Bugn : 57618

ulkucudunya@ulkucudunya.com