Gaspıralı'nın İstanbul'daki Konferansı
Hazırlayan: Muzaffer Çandır 01 Ocak 1970
[Temmuz'un 19.uncu akşamı, Pazartesi gecesi, saat birbuçukda Ahmet Mithat Efendi hazretleri kolunda İsmail Bey Gasprinski hazretleri oldukları hâlde sahne-i hitabeti teşrif buyurdular. Şiddetli alkışlarla karşılandıktan sonra Ahmet Midhat Efendi, Gasprinski hazretlerini huzzâra takdim etti]
- Efendilerim! Size bu akşam İsmail Bey Gasprinski hazretlerini takdim ile müşerrefim. Tahsil-i ibtidâî hakkında umûmî bir idâre-i efkâra dair bir güzel makale îrâd buyuracaklardır. Vakıa, "söyleyene bakma, söylenen söze bak" denilmişse de biraz da söyleyene bakmak lâzımdır. Hakikat her kimin ağzından çıksa hakikattir, ama bihakkın takdir eden âdemin ağzından çıkması başka letafet gösterir.
İsmail Bey Gasprinski ... içinizden pek çoğunuz bu büyük ismi işitmiştir. Yirmi sekiz seneden beri Kırım'da neşrolonunan Tercüman gazetesi her ne kadar Memâlik-i Osmaniyyeye duhul şerefinden mahrum edilmek istenilmişse de duhûlü menn'olunmak istenen sair asar-ı mütebere gibi o da dahil olunmuştur. İsmail Bey Gasprinski hazretleri Bahçesaray ahalisindendir. Bundan yirmi sekiz-otuz sene evvel memleketin ahvaline nazar etmiş, bu ahâliyi meâric-i terakkiye sevketmeyi kendine emel, emel-i mahz edinmiş. O zaman Kırım'ın Kazan'dan, Kazan'ın Orenburg'dan haberi yok iken aksâm-ı İslâmiye meyânında irtibat bulunmuyorken Tercüman ile Rusya sâha-i vâsiindeki aksam-ı İslamiyeyi birbirine tanıtmış, bunların maarifçe ne kadar noksanı bulunduğunu tefhim etmiş. Bir yandan gazetesi ve diğer taraftan kütüp ve resail ile ilkâât ve irşâdâtta devam ile beraber memlekette, tedrisat-ı ibtidâye usulünü yerleştirmiş. Kendisi İstanbul'a gelerek, Mısır'a giderek, tedrisatın mahiyetini iyice tedkik ettikden sonra, onu süzerek, bir güzel analizden* [metinde yanlış yazılmıştır, tarafımızdan bu şekilde düzeltilmesi uygun görüldü.] geçirerek kendi hemşehrilerine takdim etmiş. Rus müslümanları için bir lisan-ı umûmî lâzım olduğunu düşünmüş. Zira lisan bir kavmin hayatıdır. Her şeyden evvel bu cihete büyük himmetler sarfı iktiza eder. Bakmış ki, lisanlar pek muhtelif . O kadar milyon halk aynı lisanı tekellüm ettikleri hâlde çokları birbirinin dediğini anlayamıyor; doğrudan doğruya bi's-sühûle konuşamıyorlar.. Bu muhtelif lisanları ıslâh ve tevhide çok gayret etmiş ve fakat bununla beraber İstanbul'un Osmanlıcasından da ayrılamamış. Zira biz lisanı bu hâle getirinceye kadar neler çekdik... Nergisîlerin, Veysîlerin şan ve şerefini tevkif ederek biraz da kendi anlayacağımız lisanı söyleyelim dedik. Hayli çalıştık.Vakıa mümkün mertebe muvaffak olduk, lâkin güç muvaffak olduk. Bununla beraber hâlâ bazı büyük kalemlerden çıkan eserleri kiminiz rahatla anlayamıyorsunuz. İsmail Bey Gasprinski hazretleri bunu gördüğü için lisanı herkesin rahat rahat anlayabileceği bir surete koymuş; "süzmüş", dediğim bu.
Usul-i tedris de böyle. Fazlaları çıkarıp eksikleri itmam etmiş. Öyle mekatib te'sis eylemiş ki hakikaten miftahü'l-ulûm yolunu tutmuştur.
Zanneder misiniz ki bu muvaffakiyâtı bilâ-müşkilât husûl-pezir oldu? Mümkün mü? O saadet kime müyesser olmuş? Bu gayûr zatın da önüne bir çok mevâni çıktı. Birincisi kendi içimizden zuhûr etti. Bu yolda teceddüdat ve terakkiyatı menfaatlerine mugayir gören bir kısım halk, münanaât edilmez müşkilat çıkardılar; mezahim ihdas ettiler. Bunu iktiham hakikaten büyük kahramanlıktır.
Sonra orası, bir sene evvel bizim memleketimizi ezen, bâr-ı tazyîkî altında inleten bir hâl ile musâb idi. Akvâmın tayakkuzatı bir cinayet idi. Lâkin bu gayûr ve dirayetli zât-ı muhterem maksadını icra hususunu öyle bir suret-i âkılânede tertip etmiş ki uğraştığı meselelerin siyasiyata zerre kadar taalluku olmadığını Rusya'ya temin ederek onun pençesinden kendini kurtarmıştır.
Bir yandan kendi hemşehrilerinden edilecek mümânaat, diğer cihetten Rusya'nın meslek-i şedid ve mişvâr-ı garibi bu teşebbüsâtı semeresiz bırakmak pek kâbil iken Gasprinski hazretleri, işi ileri götürmeye muvaffak olmuş. O kadar ki Kırım, Kazan, Orenburg taraflarından terâkkiyat–ı lisâniye ve ilmiye hakikatten bir süret-i hasene peyda etmiş, her sene yüzlerce tullâb burada tahsil-i maariften sonra giderler, memleketlerinde hizmet ederler.
Meslisi şereflendirmek üzere bunların içerisinde birinin ismini zikrediyorum: Fatih Kerimof hazretleri (şiddetli alkışlar) Bu zât Oranburg'da bir matbaa açtı. Üstadı bulunan büyük İsmail Bey Gasprinski hazretlerinin peyrevi oluyor.
Hatta daha ziyade memnuniyetimizi mucip ahvaldendir. Ahiren şu birkaç gün evvel Buhara'dan buraya birkaç efendiler geldiler, otuzbeş seneden beri bu millete hizmetkârlıkla iftihar eden acizleriyle görüşerek bazı mekâtib-i leyliyeyi temaşâ ettiler. Alacakları misâl üzere memleketlerine gidip ıslah-ı tedrisata çalışacaklardır. O da bu zât-ı muhteremin -İsmail Bey Gasprinski- gayretidir.
Diğer cihetten Çin müslümanları daha evvel davranmışlar İsmail Bey Gasprinski hazretlerinin irşâdatından aldıkları misâl üzerine Çin'de güzel bir mektep yapmışlar. İçlerinden bir zâtı, Ma'sum Efendi'yi buraya göndermişler. Bu zât senelerce burada tetkikâtta bulunduktan sonra şimdi memleketinde tedrisatla meşguldür.
İşte bu zat -Gaspirinski- bir taraftan kendi memleketine hizmetle beraber, diğer cihetten de bütün dünyadaki müslümanların terakki ve teâlisini nuhbe-i âmâl edinmiş.
[Yaşasın İslâmiyet...hayret fezâ alkışlar... Yaşasın Gasprinski hazretleri ... şiddetli alkışlar... ]
Bundan iki sene mukaddem Mısır'da ilk dâî kendisi olmak üzere bir mü‘temer-i İslâmiyeye, bir müslüman kongresine davet etmiş. Mısır'ın bütün ulema-yı fehhâmı, ricâl-i siyasiyesi yani İslâmın erbâb-ı gayret ve hamiyeti bu davete icâbet etmişler. Her ne kadar bazı taraflardan bu hareket mucib–i tevehhüm olmuşsa da Gasprinski hazretleri temin etmiş ki siyasiyâtla iştigal yok. Zaten bu gayret, bu hareket ictimâî, ilmî, medenî. O kongrede İslâmın terakkiyat-ı umumiye-i beşeriyeye mukabil nasıl bir medar-ı tahsil bulunduğunu meydana koymuş. İslâmın bir noktaya muhtaç olduğunu isbat etmiş. Demiş ki: İslamın bütün aksâmı birbirini tanımalı. Hevâyic-i iktisâdîye ve ictimâîyelerini anlamalı. Yekdiğere muavenette bulunmalı. Bütün milletlerin ilerledikleri şehrâh-ı terakkide onlar da, bütün müslümanlar da büyük adımlarla kat'-ı mesâfe etmeli. [Yaşasın âlem-i İslâma hizmet edenler...]
Şimdi bu kongre hâsıldır. Fakat gerek burada, gerek İran'da kardaşlarımız bir inkilab üzere bulunduğumuzdan, şu yerleşip ahvâl-i tabiîye takarrur edinceye kadar o kongrenin ikinci ictimâı teahhur etmiştir. Kongre vardır, nizamnâmesi muntazamdır; neşrolunmuştur. Bir müddet sonra o büyük kongre burada da ictima edecek ve şüphe yok ki bütün civanmerd Osmaniyan lebbeyk-zen-i icâbet olacakdır. [Paydâr olsun ittihâd-ı efkâr, ... alkışlar...]
İşte gerek memleketin ahvâline ve gerek bütün âlem-i İslâm'a büyük hizmetler etmiş ve muvaffak olmuş olan bu gayretli ve muhterem zât, bu akşam size tedrisât-ı umumiye hakkında tetkikatının neticesini söyleyecek. Bu malumâtı bir yere cem'edebilmek hakikaten çalışkan bir adamı yoracak himmetlere vâbestedir. Fakat himmetleri dağları yerinden koparacak bu gibi zevât-ı âliye için bu yorgunluklar bî-hemtâ bir zevkdir. Bu akşam böyle bir zâtı size takdim şerefiyle kesb-i iftihar ederim .[Alkışlar bütün şiddetiyle bir kaç dakika devamdan sonra Gasprinski hazretleri söze başladılar ]
.....
Hazerât! bu akşam bizim Rusya talebelerinin cemiyetine teşrif ve benim olur olmaz sözlerimi dinlemeye tenezzül buyurduğunuz için teşekkür ederim.
Ûstad-ı ekrem Ahmet Midhat Efendi hazretleri şimdi buyurdukları lütufda bir söz söylediler: "Büyük İsmail Gasprinski" buyurdular. Benim için bu sözü reddetmek vallahi vicdanıma pek ağır gelecektir. Fakat tasdikını da yapamayacağım. Ben o "büyük" sözüyle ibraz buyurulan teveccuh ve iltifatı başka bir kelime ile tebdil etmek isterim: Bahtiyar İsmail... Ben büyük değilim, fakat bahtiyarım.
Hazerât! Vaktiyle hükümdarın biri fena hâlde hastalanmış tedavisine son derece gayret edildiği hâlde hiçbir çare bulunamamış. Nihayet doktorlar anlamışlar, demişler ki: Bu rahatsızlık bedenî değildir, manevîdir. Bunun şifayab olması için ilk elde bahtiyar bir adam bulunmalı, onun gömleğini buna giydirmeli o vakit belki şifayab olur...
Her tarafa adamlar gönderdiler, "bahtiyar" bir zât aradılar. Fakat mümkün mü? Bulamadılar. Nihayet avdet edecekleri sırada yetmiş-seksen yaşlarında bir adama tesadüf ettiler. "Buna da bir soralım" dediler, sordular :
- Sen kimsin?
- Ben işte kendi yağıyla kavrulan bir adamım.
- Senin bu dünyada hiç bir gamın yok mu?
- Hayır, hiç bir gamım , hiç bir derdim yok.
- Demek sen bahtiyarsın?
- Hay hay... dedi.
Sevindiler, böyle bahtiyarlığını itiraf eden bir adam buldular, bir de ne baksınlar gömleği yok...
Bendenizin gömleği var: Ben gömlekli bahtiyar... Fakat ne cihetle bahtiyar olduğunu sorsanız size derim ki: benim bahtiyarlığım milletime, pek sevdiğim müslüman kardaşlarıma hizmet etmekliğimdir. Her tarafı gezdim, hemen ekser âlem-i İslâmı dolaştım. Gezdiğim yerlerde birçok şeyler söyledim. İyi mi söyledim, faideli mi söyledim, her ne söylediysem muhatablarım olan hamiyetli ve hakikat-perver müslümanlar kabul ettiler ve tatbik ile âlem-i İslâm faidesini gördü. Demek ki âlem-i İslâma velev ki naciz olsun. Bir hizmetim, bir sayim geçti ve semere-dâr oldu. İşte bunun için bahtiyarım. Milletimin doğru sözü kabulde ve icrâdaki istidâd-ı fevkalâdesi beni pek bahtiyar ediyor... [ Bahtiyar olsun erbâb-ı hamiyyet... alkışlar. ]
Şimdi gelelim bahsimize....
Eminim ki meclis, bendelerinden pek parlak bir lisan beklemez. Ben perişan ve kaba Türkçe söylerim. Rica ederim lisanımdaki pürüzlere bakmayınız, asıl manaya dikkat ediniz. İbtidâî tahsilden, tahsil-i umumiden ve icmalen mektepden bahsedeceğim.
Tarihe nazar edildikte görülür ki bu tahsil- umumî hakkında pek az malumat var. Yalnız Avrupa'nın ilm-i tedris hususunda tahsil–i umumî ve mektep hakkında iki rey görüyoruz.
1 - Tahsil-i umumînin Luter zamanından, yani Avrupa'da reformanisyonun zuhuru esnasında ortaya çıktığını iddia ediyorlar.
2 - Fransa'nın büyük inkilâbına hamlediyorlar.
Bu iki fikrin her ikisi bir dereceye kadar haklıdır. Fakat her ikisi de tamam değildir. Biraz sonra söyleyeceğim zaman anlaşılacaktır. Medeniyetin her bir kökü, başlangıcı şark tarafında olduğu gibi tahsil-i umumînin de mekân-ı zuhuru şarkdır. Bu fikir şarkda doğmuştur. Sonra adım adım ilerleyerek teali etmiştir.
En eski zamanlarda da mektep ve tahsil-i ibtidaî mevcut olduğunu tarih gösteriyor. Tarihe nazar edilince Hind'de , Çin'de, Babil'de mektebin bulunduğu görülüyor. Badehu bu fikir Mısır'dan Yunanistan'a, Yunanistan'dan Roma'ya intikal eyleyerek, sonra da Roma harabelerinde vücut bulan Hıristiyanlık aleminde görülür.
Fakat o devirlerde olan mektep ve tahsil-i ibtidâi bizim şimdi anladığımız tarzda değildir. Arada büyük fark vardır. Ezcümle o zamanlar yazı yazmak ve yazılan şeyi okumak- Çin'de olsun, Hind'de olsun, Babil'de, Mısır'da olsun ahâliye, millete ait bir şey değildir. Bu yalnız bir sınıfa mahsus idi, bir imtiyaz gibi idi. Öyle mektep ve tahsilin beni âdemin saadetine hizmet eder bir âdet olduğu fikri yoktu. Belki ahâliyi istibdâd altında tutmak için yalnız kâhinlere mahsûs bir âlet Pek çok zaman, otuz asır kadar bu hâl devam etti.
Çin'de "okumak-yazmak" ahâliyi kullanmak içindi. Zaten o vakitler beşer, hukuk-ı insaniyesine malik değildi ki. Her taraftan istibdat zincirleriyle bağlı idi. Velev ki meşru olsun, istediğini yapamıyor, hürriyete nâil olamıyordu. Ahâli kâhinlerin menâfi–i mahsusalarına hizmet eder esirler idi. Bütün hâlk bir esaret-i umumiyeye zebûn olmuştu.
Hindistan'da da böyle idi. İtiyadat-ı diniye ile ahâliyi kullanmak fikri kâhinlerin en birinci vasıta-i tahakkümü idi. Daima ahâliyi ezmek için, onların zimâm-ı manevîlerini, akide-i vicdâniyelerini elde etmişlerdi. Ahâli okumak, yazmak, öğrenmek hakkından mahrum idi. Kâhinler ne derse ona inanacak, kâhinler hangi yolu gösterirse oradan gitmeye mecbur olacak, irade ve ihtiyardan bi-nasib bir sürü hayvan... İşte ahâlinin varlığı, hukuku böyle idi.
Bâbil'de olsun, Mısır'da olsun hep bu hâl-i esâret hüküm-fermâ idi.
Yunanistan'a gelince,orada cüzî bir tagayyür görürüz. Isparta'da her ne kadar bu hâlde idiyse de Atina'da mektep ve tahsil başka türlü idi. Okumak ve yazmaktan başka biraz da terbiye-i fikriye matlabı var idi.
Mamafih, burada da okumak, yazmak bir sınıfa mahsus idi. O derecede ki o sınıftan hariç bir kimsenin kalem alması memnu' idi. Hatta esnaftan yahut tacirden birinin kitap okumak arzusunu izhar etmesi günah-ı kebairden addolunurdu.
Tâ onaltıncı asra kadar her tarafta bu hâl devam etti. Bu hususta müstesna olarak yalnız eski Yunanı görüyoruz ki, orada yazdırılmakla iktifa edilmeyip biraz da malumat vermek, şakirdanda terbiye-i fikriye husule getirmek matlabına hizmet edilirmiş. Fakat maattessüf din nazariyeleri Yunan'a işlenmiş olduğundan o güzel mektepler yavaş yavaş münkarız olmuş.
Okuyup yazmak sanatının intişarı pek yavaş yavaş olmuştur. Bu betaete şüphesiz okuma yazmanın güçlüğü de sebep oldu. Filhakika o mıh yazısını öğrenmek kolay bir şey değildi. Bununla beraber o güç tahsili güzel kullanmışlardır. Bu güç yazı ile idi ki, ilm-i heyetle hayli terakkiyat gösterdiler.
Mıh yazıları, dedim. Şüphesiz ekseriniz işitmişsinizdir, Bâbilin mıh yazısı en eski yazı addolunur. Cümle yazıların esası gibi kabul olunmuştur. Beş-on sene mukaddem Mogolistan kıtasında o granit kayaların üzerlerinde bir çok yazılar, nakışlar keşfolundu. İlm-i elsine uleması bunları görüp ne olduklarını anladılar ve bunlara "Arhun" namını verdiler. Şekilde, tertibatta o Arhun yazılarının Babil yazılarıyla münasebeti olduğu zahir oldu ve bazı ulemanın zannına göre Babil'den mukaddemdir.
Malum ya Türkler birçok vakitler âlem-i medeniyette çobanlık, çiftçilik ve her daima çapulculuk ile mahkûm olmuş bir millet idi. Şimdi tarih ve âsar-ı atika bize açıyor, gösteriyor ki, o çobanlar, o çapulcular âleme en ibtidâ yazıyı vermişler. Rahmet o çobanlara [alkışlar]
Her nasılsa okumak yazmak sanatı Yunanistan'dan Roma'ya geçti. Çiçeron'un tarihine ve itikadına göre mektep öyle bir yerdi ki, yazmak ve okumak orada tahsil olunurdu.
Sonra Roma münkariz oldu. Harabeleri üzerinde Hıristiyan cemiyeti vücut buldukta her ne kadar eski Yunan'ın illeti bunlara da intikal eylemişse de ruhban tarafından yazıya olan ihtiyaç takdir edildiğinden, tahsil kabul olunarak bir hayli mektepler teşkil ettiler. Onun için manastırlarda bir hayli tesisat vücud buldu. Maahaza onlar da bir sınıfa, kilise ehline mahsus bir şey idi. Ahâlinin bundan istifadesi yok idi.
Kurûn-ı vustanın son devrinde Avrupa'da katolik âlemi büyük bir inkılaba düçar oldu. Luter birçok âdâtı protesto etti ve ayrıca bir din yani Protestan mezhebini meydana çıkardı. Bu mezhebin tevassuu ve terakkisi lâzim idi. Bu da ancak yazmak ve okumakla hâsıl olacağı şüphesiz idi. Bunun üzerine mektep işi beş-on adım ileriye atladı. Fakat yine mahdut dairede kalmıştı.
İşte hazerât! Bu söylediğim otuz asırlık tarihçenin fihristi gösteriyor ki bundan üçyüz, dörtyüz sene mukaddem tahsil-i umûmî ilminden istifade etmek ciheti, tenevvür eylemek fikirleri gayr-ı mevcut idi. Şu hâlde bu fikrin mebdeî, menba-ı mebzulü neresidir?
Çin milleti eski nizamcılığa, Hintliler... hizmet ettikleri gibi Mısırlılar da ticarete, Yunaniler sanayi ve felsefeye, Romalılar da intizam ve kanuna hizmette bulundular. Fakat mektep işi yani ilmi mağaradan çıkarmak, yalnız bir sınıfa mahsus olan her şeyi umuma vermek... Bu da Türk çobanları âleme yazıyı bağışladıkları gibi -Arabistan çobanları tarafından çıkarılıp âleme, âlem-i medeniyete bahşedilmiştir. [Alkışlar]
Dikkat buyurun! O Arabistan çöllerinde, vadilerinde tanin- endaz-ı yakazat olan icaz-nüma sadâ-yı hakikat, o nurânî teklif neydi?
Cümleniz okuyacaksınız. İlim cümlenize farz olmuş. Beşikten mezara kadar ilmi arayacaksınız. Her nerede ise gidip alacaksınız. Devr-i İslâma gelinceye kadar ilim, tahsil-i umûmî mağaraları içinde mahbus idi. O cevâhiri ka'r-ı zulmetinden saha-i vücuda çıkaran, âlem-i medeniyete bahşeden İslamiyettir ve müslümanlardır.
[Yaşasın İslamiyet... pek şiddetli ve birkaç dakika devam eden sürekli alkışlar]
Tahsil-i umumiye ettikleri hizmeti söyledim. Bu Türk ile Arabın refikliği, yoldaşlığı daha devam ediyor. Yayan yürüyerek dünyanın bir cihetinden diğer cihetine giden ilim neşreden Araplar idi. O Arapların getirdiği ilimleri okumak için medreseler inşa edenler Türklerdir. Araplar Çin'den kâğıd getirdiler, Avrupa'ya verdiler. Onlara rahleler yapan.Yine Türklerdir. [Yaşasın Araplar ve Türkler... alkışlar]
Arap, Türk...onlar büyük isimlerdir. Beyinlerinde de iki büyük işçi olacaklarına hiç şüphem yoktur. [Alkışlar.... ]
Bu söylediklerinden hoşnut olduğumuzu görüyorum.
Fakat şimdi maatteessüf söylemeye mecbur olduğumu bazı şeyler hoşa gitmeyecektir. Müslümanlar o kadar nuranî almış oldukları o emri lüzumu derecesinde ifa etmediler. Çalıştılar, ulumu ilerlettilerse de vazifemiz olduğu dereceye getirmeyi Avrupa'ya bıraktılar. Onlar bizim kaidelerinimizi tamamen tatbik ettiler ve bu sâyede şimdi bizi taht-ı esârete aldılar. Biz çalışırız, hammallık ederiz, onlar rahat ederler. Bizden kırk paraya aldıkları her şeyi hüner ve sanat sayesinde kırk kuruşa yine bize satıyorlar. Biz de insanız, onlar da insan. Biz de geçiniriz, onlar da geçinir. Ama aradaki farkı siz takdir edin. [sükût-ı hazin...]
[Meclisin evvelki neş'e ve şetareti şimdi derin bir ye'se munkalib olmuştu. Mazisi bütün şan ve şereften ibaret bir kavmin böyle acı hakikatler karşısında müteessir olmaması kâbil değildi. Bizim hâlimizden hiç bahsetmeye gelmez. Biz müslümanlar böyle ecdadımızın mehasinini tâdât ile mecd ve şeref hülyaları içinde imrâr-ı hayat ederiz. Fakat hakikat daima böyle acı hitaplarla bizi hazin sükûtlara, derin yeislere düçâr edecektir. Bir zamanlar bütün cihan-ı medeniyete marifet ve san'at neşreden o kavmin ahfâdı bugün her şeyden mahrûm olursa bu hitaplar karşısında lâl ü ebkem, vakfe-gîr-i elem kalmaz mı?
Bu kangren olmuşceriha üzerinde neşterini yürütmek iyi olamayacağını hemen takdir eden tabib-i dekayık-bîn burada kesmek mecburiyetiyetini hisseti. Beş dakika istirahat talebiyle çekildi. Biraz sonra yine o sevimli çehre bütün enzârı bir noktaya toplamıştı.]
Hazerât! Demincek demiştim ki eski zamanlarda kadınların okuması tahrim edilmişti. Eski Yunan'da yalnız kız çocuklara mahsus mektepler var imiş. Eski zamada mektepte kızları okutmak veya kıza lâzım olan yolu göstermek ibtida İran'da görülmüş. Bunun İran'ın şerefine aid bir şey olduğunda hiç şüphe yoktur.
Sonra bu mektepler hakkında efkâr ve nazar değişmiş ve böyle pek çok asırlar geçmiştir. Fakat her hangi milletin ruhunda bir hâl var ise inkilâbât-ı asır ile o unutulsa da yine bir gün bir alâmeti zuhur edecektir. Çünkü ruhtur. Geçen asrın ibtidaî rubunda ma'lumumuzdur ki İran'da yeni bir mezhep çıkmıştır. Bunun neden ibaret olduğunu bahsetmek programımıza dahil değildir. Fakat şu hareket içerisinde nazar-ı dikkate alınacak bir şey var. Bu da o hareket-i akliye, ruhiye, mezhebiye.... Her ne desek bir derece caizdir. İçinden bir kız zuhur etti. Ekseriniz işitmiştir. Bu "Hırretü'l-ayn" denen civan kız kadınların tahsilini tabiî görerek bu hususda teşebbüsatta bulunduğu için kurban gitti.
Bu "Hırretü'l-ayn) zannederim eski İran'ın ufacık bir timsali–i ruhudur. İran dince kardaşımızdır. Arada revabıt vardır. Çünkü bir kere şarklıdır, sonra ekserisi Türktür. Demincek ne dedimse İran'a da aittir.
Burada şarkdan geçelim; gelelim vaktiyle şakirdimiz, bugün muallimimiz alan o müterakki Avrupa'ya: tahsil-i umûmî ve mektep teşkîline inkilâb-ı kebir bâis oldu diye ortaya atılan fikir bir dereceye kadar doğrudur demişler. Vakıa Avrupa'da tahsil-i umumî Fransa inkılâbından sonra başlamıştır. O inkılabla ilân olundu ki müsâvat, hürriyet cümle için câridir. O zamanda tabiî tahsilde cümlenin hakkı oldu. Ondan sonra Avrupa okumaya ve semerâtını iktitâfa başladı.Tafsilâta girişecek olsak sadedden çıkarız. Onun için muhtasar olarak yalnız Avrupa mekteplerinin ibtidailerinden bahsedelim.
7 den 14 senelerine kadar çocuklara mahsus çocuk bahçeleri filanlar var. Fakat bunlardan da bahsetmeyeceğiz. Çünkü bunların tatbiki bizim için şimdi mümkün değildir. Onun için bugün şarkda taklidi mümkün olanlardan bahsetmek isterim.
Avrupa mektepleri (Köy mektepi ) ve ( Şehir mektebi) olarak iki büyük kısma münkasımdır. Ondan da maadâ o mekteb–i ibtidâîler proğram ve derecât itibariyle üç kısımdır.
1 - Adî ibtidâi mektepler
2 - Mutavassıt ibtidaî mektepler
3 - Bir de âli ibtidaî mektepler var ki programı, okuyan şakirdi mükemmel, münevver, malumatlı çıkarmaktır. Fakat onlar çok pahâlıdır. Onları tatbik pek güç. Onun için tafsilata lüzum görmem. Bahsedeceğim âdi köy mektepleridir. Bunların programı her yerde bir değildir. Birbirinden farklıdır. Fransa' da bir türlü Almanya'da bir türlü İngiltere'de bir türlü. Bunlardan da vazgeçerek umumî hâllerini söyleyeceğim.
Umumî proğramları din ve mezheplerini öğrenmek hisabı akıl kaymamak için mümkün derecede mükemmel bilmek, millî tarihlerini, muhtasar tarih–i umûmi, millî coğrafyaları, muhtasar umûmî coğrafya, her sene tedrici bir sürette ulûm–ı tabiîyeden bir parça lâzım gelen mâlûmat.
Avrupa mekteb–i ibdtidaîyesinden proğramında münderic dersleri okuyarak ihmal edip çıkan delikanlı okumaya heves ile her okuduğunu anlamaya bir istidat peydâ etmiştir. Çıktıktan sonra istifâdesine aid ne görse bir cihete çalışır.
Bir hâl daha var. Her nekadar maksat temin–i matlab ve tenvir–i efkâr ise de dünyalıkça da güzel efkâr nazar–ı dikkate alınmış, binaenaleyh sanatlarda gösterilir.
Öylece bir cihetten efkâr–ı medeniyeye hizmet ederler, diğer cihetten ahval–i ictimâiye ve iktisâdiyeye medar olurlar. Fakat mektepleri bu hâle getirmek için büyük bir ikdam ve uzunca bir devam ister.
Bu husustaki terakkiyatın Avrupa'da ne derece olduğunu açık açık göstermek için bir miktar mâlumat– ı istatiskiye vermek lâzım. Bilirim Bu da sizin zihninizi yoracak ve zapt edilmesi müşkil olacak. Fakat tafsil etmeyerek en mühim aksamı arz edeceğim. İstatislikler en sahih bir malumattır ve farkı nisbeti pek açık gösterir. Bugün bir fen hâline giren istatistik malumatına her zaman ve herşeyde ihtiyaç vardır. Bunun için bunları söylemek mecburiyetinde bulunuyorum. Hem Avrupa'nın on sene evvelki istatistiklerini söyleyeceğim. Avrupa' nın daha o zaman ki hâliyle bizim hâl–i hazırımız arasındaki farkı anlamak için. Hâlbuki bu son on sene zarfında terakkiyatı yakında neşrolunacak istatistiklerinden tedkik ederek gördüğünüz zaman büsbütün hayret edeceksiniz.
Benim elime hemen bu geçtiği için bir kaç rakamı kaydettim. Nazar–ı intibahı açmak için bu da kâfidir.
Nüfus–ı Umumiye
Köy ve Şehirde Mikdar-ı Mektep
Mikdar-ı Talebe
Maarif Tahsisatı
Kaç Nüfusa Bir Mektep
Senelik Maaş-ı Muallim
İngiltere:
40,000,000
40,000
7,500,000
13,000,000
975
100-120 lira
Almanya
57,000,000
57,000
8,000,000
16,000,000
900
60-80 lira
Macar[istan]
16,000,000
17,000
2,300,000
1,200,000
820
30-40 lira
Finlandiya
2,500,000
3,000
57,000
300,000
833
40-50 lira
Romanya
6,000,000
3,800
250,000
--
795
30-40 lira
Bulgaristan
3,500,000
4,000
280,000
150,000
762
50-60 lira
Bunlardan İngiltere ve Almanya birinci derecede, Macar ikinci derecede ötekiler de küçük devletlerin bütçeleridir.
Şimdi Memâlik–i Osmâniye mekteplerinden söz söylemek lâzım. Fakat teessüf ederim aradım, mekâtib–i ibdidâîyeye dair malumat–ı lâzime ne Avrupa mecmualarında bulabildim ne de bizim maarif salnamesinde. Bunun için bu hususda size kati malumat veremeyeceğim ve zaten bu hususta sizin malûmatınız benden daha ziyadedir.
Şimdi Memâlik–i Osmaniyede Mekteb –az mı çok mu her ne ise gerek çokluk, itibariyle ve gerek program itibariyle Avrupa'ya nisbetle mektep peyda etmek için ne lâzımdır. hesap edelim. Ne kadar lâzım ise mevcut olanlarını tenzil edelim. Bakisini vücuda getirelim. Avrupa'nın bugünkü derecesine birden bire varamayız. Yalnız ona doğru yürüyelim de şimdiki ahvâlimize göze ıslah ve teksir–i mekâtip edelim ve–tahsil–i umûmiyi yoluna koymağı düşünelim. Bunun için ne tedabir lazımsa îfâ edelim.
Memâlik–i İslâmiyede ne kadar nüfus olduğunu bilemem. Akvam–ı gayr–ı müslimenin mektepleri mükemmel olduğundan onlardan bahsetmeyerek tahminen akvam-ı müslimeyi yirmi milyon addedelim. Belki ziyadedir. Avrupa'da olduğu gibi yediyüz sekizyüz âdeme bir mektep çok görelim. Bin nüfusa bir mektep isabet ettirelim. Bu hâlde yirmibin mekteb–i ibdidâi lâzım.
Bakalım, iyice teftiş ve tedkik edelim. Güzelce anlayalım. Eğer meselâ 15.000 mektep varsa beşbin zammedelim. Eğer üçbin varsa 17 bin zammedelim.
Maaşlara gelince, İngilizler gibi altıyüz lira vermeyelim. Hocalarımızı ehl–i kanaat addedelim, ellerini öpelim, rica edelim, az para ile bizi okutsunlar. Herhâlde bir muallim lâakal 36 lira almadıkça okutamaz. Bunu da tahmin edelim. 36 liradan 20 bin için 720 bin lira lâzım. En ekalli dörtbin talebesi bulunan muallimler lâzım. Her hazırlıklı muallimler olmalı. [Alkışlar]
Sonra ikişer yüz talebe 20 darülmuallimin lâzım. Her bir darülmuallimin için vasatî olarak hesap edelim. 1500 lira sarfiyat lâzım ki yirmisi için 30 bin lira lâzım.
Mektepleri açtık, muallimleri tayin ettik, şimdi kitap lâzım. Her mektebe bir kütüphane lâzım ara sıra talebe kütüphanelerdeki şeyleri okurlar, bunun için her mektebin büyük, küçük bir kütüphanesi olmalı. İşte bunlar tertip okunduktan sonra mekteplere nezaret lâzım. Bunların harcırahları da var. İşte bütün bunların yükünün bir milyon liraya baliğ olur. Çok para fakat hiç ürkmeyiniz. Hem çokdur, hem değildir. Tekrar ederim ürkmeyiniz. Çünkü size Rusya müslümanlarını misal getireceğim. Onlarda bir çok noktalardan size benzerler. Bir kere akçesizdirler, geride kalmışlardır. Bunların tecrübesini size arz edeyim:
O vakit bir milyon lira çok görünmeyecek. Buhara, Hive Hanlığı ayrılınca Rusya'nın taht–ı idaresinde17 milyon müslüman kaldı. Bu 17 milyon müslümanın istatistik ile kaydolunan mekâtibi oradaki idare–i ruhaniyemize tâbidir. Mektep, cami, medrese hep idare–i ruhaniye tarafından kaydolunmuştur. 5640 mektep mevcuttur. Asya–i vusta idare-i ruhaniyeye tâbi değildir. Orada tahminen laakal dörtbin mektep vardır. Cümlesi 9600–10.000 kadardır. [Kız mektepleri bundan hariçtir. Volga nehri boyunda ıslah edilmiş üçyüz kız mektebi vardır. Kırım 'da da islah edilmiş iki üç mektep var. Volga'da üçyüz mekteple iftihar ederim.] Kız mekteplerini hesaba idhâl etmiyorum, bahis sade olsun diye. Bu mekteplerde 650 bin erkek okuyorlar. 9600 mektebin üçbini ıslah edilmiştir. Bakisi eski usül üzere idare olunur.. Onlar işte evvela bir müddet elifbayı görür, sonra amme cüzlerini, sonra da Kur'an– ı Şerifi de bir iki sene okur. İşte bu kadar. Yazı yok, ilmihâl yok, hesap yok, eski usul ve mektepler budur. O, üçbin ıslah edilmiş mektepler, Onlar ötekilere nispetle çok yukarıda; proğramları : Türkçe, fakat sade okunup yazmak, ilmihâl, hesap, hesapdan amal–i erbaa ve mualimin iktidarı var ise biraz daha ilerisi. Sonra muhtasar umumî coğrafya, muhtasar tarih–i umumî, ayrıca tarih–i İslam, ilm–i iktisad ve ilm–i eşya ve ulûm –ı tabiadan biraz malumat.
Müddet– i tahsil iki yıl. Azıcık malumatı olan muallim, iki senede talebeyi çıkarır. Usulsuz olursa üç sene devam eder.
Şimdi gelelim mekteplerin sarfiyatına: Ne ile bunlar idare olunur? Üçbin ıslah edilmiş mektep180 bin lira ile idare okunur. Ama bu hazineden değil, belki vaıif olarak, şakır şakır milletin ceb–i hamiyetinden çıkıyor. [Alkışlar... Yaşasın Rusya müslümanları...] Baki kalan 6100 mektep için 210 bin lira sarf olunur. Mecmuu 390 bin lira eder. Öte beri masraflarlar dahil olursa şüphesiz 350 , belki 400 bin lira vermektedir. Ve bunun da hiç kimse tarafından ağırlığı duyulmamaktadır. [Alkışlar] Lâkin 1750 nüfusuna bir mektep isabet eder. Demek ne lâzım? Evvela 15 bin mektep olacak, şu hâlde beş altı bin mektebe daha ihtiyacımız var. Muallimlere isabet eden maaş yeni usul 40, eski 25 lira kadardır.
Şimdi mekâtib–i ibdidâiyeyi Memalik –i Osmaniyede çoğaltmak ve programlarını ıslah için lâzım olan bir milyon liradan bahsedeceğiz. Müsaade ederseniz beş dakika daha istirahat edelim.
Şimdi rüfeka ile görüşüldü. Bir zattan aldığım malumâta göre Memâlik–i Osmaniyede 40-42 bin mektep–i ibdidîi mevcut imiş. Çok şükür. Çok memnun oldum. Diğer bir malumata göre de mevcut mekteplerin adedi kırkbinden çok aşağı imiş Bu iki malumatın her ikisi de doğrudur. 42 bin mektep var. deniyor, evet olabilir, fakat zannederim maatteessüf isimleri mevcut Hakikaten mektep namına şayan olanları varsa, herhâlde 42 bin mevcut ise iş biraz sadeleşir. Hiç yoktan bina etmek başkadır, usulsüz ve fakat mevcut mektepleri ıslah yine başkadır.
Mevcut olduğu takdirde en ziyade dikkat edeceğimiz nokta , onların noksanını ikmal etmektir. Eminim ki binaları da biraz tamir ister. Çünkü hayvanlar gibi ahırlar içinde toplanıp okutmak şanımıza ve hatta imanımıza elvermez. Herhâlde çok ise de ıslahı için o dediğim milyon ve belki daha ziyadesi lâzım olacak. İster hükümet marifetiyle cem ve sarf olursun, ister millet vasıtasıyla. Verecek yine millettir. İnkâr olunmaz, fakiriz. Kârımız, kesbimiz azdır. Binaenaleyh her beş paramız bir kıymeti haizdir. Bu hâlde o (bir) kuruşu severek verdirmek için muallimlerin harekât ve tedrisatında faide görülmeli .
Üçbin mektebi ıslah ederek ikiyüzbin lirayı kendi kendiliklerinden tedârik esbabına bakalım. Eski usul mekteplerin çocukları beşbuçuk, altı, yedi onüç yaşına kadar gel git ömür zayi eder; geçirirler. Eski mekteplerde yedi sekiz senede istihsal olunamayan malumatı yeni mekteplerde iki, nihayet üç senede kesbettiler. Bunu görünce ahâli verince verdiler. Yeni mekteplerde kaidedir: Her bir çocuk haftada bir ruple verir. Haftada yirmi para veren ahâli haftada dört beş kuruşnasıl verebildi? Semere gördüğü için. Bu terakki ne sayesinde oldu? Bir derece programın ıslahı ve elifbanın az vakkitte elde edilmesi sayesinde ki, bendeleri onu tertip etmiştim. Daha âlâ elifbalar mevcuttur. Bu babda iki türlü usul istimal okunur.
1 – Tedricî, 2 – Savfî
Tedricî demekten maksad, elifbanın hepsi harakesi mütebeddiye birden gösterilmemek. Çocuğa evvela üç harf gösterilir: elif–be–te. Bununla yazmak ve okumak ameliyatına başlanır. Bu üç harf birkaç türlü okunur. Mesela:bat, tab, baba, bat, eb, et, tata,...Cümlenize pek aşikârdır ki bir anda otuz kırk türlü hurufu zaptetmekten ise üç harfi zaptetmek elbette daha kolaydır.
Üç harf ile yazıp okumak sanatına giren çocuk bir kaleyi fethetmişgibi sevinir. Vakıa da öyle olur. Çoçuklar bir kere lezzet aldı mı sonra bizden evvel koşarlar.
Bu üç harfi belleyince sonra bir harf daha zammolunur. Bunu da zapteder. Çocuk böyle bir şey öğrenmeye başlayınca akşam sevine sevine pederine koşar, böyle tedricen elifba gösterilir. Kırkbeşgün içinde ikmal edilir. Tamam olduğu gün çocuklar kaba Türkçe yazarlar. okurlar. Bu kırkbeşgün usulsüz bir talim ile olursa elli altmış güne varır. Bu işte tetricen elifbayı göstermekten hasıl olan bir muvaffakiyet.
İkincisi ise usul–i savtiyedir. Şimdiki buradaki usulüne göre hoca efendi diyor:
– Bu "elif"... çocuk da "elif."..
Hoca efendi: Bu "be" ..çocuk da "be"...– Oku bakalım şimdi!
– "Elif be"...
– Hayır öyle değil "âb"
Çocuk şaşar kalır. Ne münasebet? "Elif "ile "be" bir yere bittabiî gelince "elifbe" olur. Neden "âb" olsun?
Çocuk bu hususta pek haklı. "Elif" [ | "e"] insanın ağzından çıkan savtın biridir. Hakeza "http://www.ismailgaspirali.org/images/be.jpg :be" de öyle. "Elif"in "e", " http://www.ismailgaspirali.org/images/be.jpg"nin de sâkin olarak "be" olduğu gösterilirse, sonra ikisi bir yere gelince çocuk "elifbe" diye okumaz. Çünkü "elif" ne demektir, bilmez o. Onun bildiği " http://www.ismailgaspirali.org/images/elif.jpg :e"dir. Sonra ( http://www.ismailgaspirali.org/images/be1.jpg"be" ) de bilmez. Belki sâkin olarak ( be) sedâsını yalnız bilir. Şu hâlde yan yana gelince "âb" der. Kezalik (http://www.ismailgaspirali.org/images/te.jpg) te'yi (http://www.ismailgaspirali.org/images/te1.jpg"te") olarak işitmemiştir. Belki "http://www.ismailgaspirali.org/images/at.jpg ât" ın nihayetindeki gibi sâkin olarak "te" bilir. Yalnız o savtı bellemiştir. Binaenaleyh " http://www.ismailgaspirali.org/images/elif.jpg " ile "http://www.ismailgaspirali.org/images/te.jpg " yan yana gelince "at" okur da "elif-te" okumaz. İşte böyle yalnız melekesi ve kulağı ile okur, yazar. Hıfzı ağırlaştırmaya hacet kalmaz Bu, bittecrübe görülmüştür. Yeni usulde olan mekteplerde muvaffakiyeti göre göre az zamanda mektepler 10. bin kilometre yeri geçip gitti. Hep bu usülün suhületi sayesinde. Ve öyle görülüyor ki on beş sene zarfında dokuz on bin mektebin umumu böyle olacak.
İşte bu tecrübeye arka vererek ekser Memalik–i Osmaniye'de mektep işine ve idaresine tamamen aşina olanlar önayak olursa bir sene içinde ne kadar mektep varsa cümlesi ıslah edilecektir.
Muallim yetiştirmek için kolay var. Rusya muallimlerinin cümlesi bir mektebden neş'et etti. Bir muallimin geldi:
–Bilâ ücret öğretilecek dedin, fakat yalnız şu şartla ki öğrendikten sonra fi-sebilillah iki muallimi öğreteceksin ve ona da ayniyle bu tavsiyede bulunacaksın. Böylece birbirinden öğrenerek bir muallim iki oldu; iki dört oldu, dört sekiz oldu ve Türkistan'a kadar sirayet etti. [Alkışlar]
Bu uzunca söylediklerimi kısaltayım: Eğer millet görse ki mektep bir şey öğretiyor, mektep çocuğun vaktini zayi etmiyor. O vakit para kaygısı, kasaveti hiç olmaz. Bir milyon büyük paradır. Yirmi milyon ahâli, istatistik kavaidine göre dört milyon aile demektir. Bir milyon lirayı dört milyon ocağa taksim edin. Bu taksim acaip bir hesap gösterir. Bir milyon lira yüz milyon kuruş eder. 40 milyon ocağa taksim edince 25 kuruş düşer. Yevmî 2 buçuk para eder. Rumeli'de olsun, Anadolu'da olsun hiç bir adam tasavvur olunabilir mi ki ikibuçuk parayı vermesin. Beş para ile iki milyon hasıl lira olur.
Bizler ki okur, yazar milletin sayesinde yaşıyoruz; bizlerin borcumuzdur onlara bildirmek, onları müstefid etmek Bizde o amelî ve umumî himmet olursa millet o beş parayı, on parayı her zaman seve seve verecektir. [Alkışlar]
Bahsin nihayetine gelindi. Benim pek kavi itikadım vardır. Eğer teşşebüs edersek, cidden arzu edersek ve kendi bilmediğimizi ehlinden istişâre etmeğe tenezzül edersek bizim mekteplerimizi pek az zamanda ıslah edilecektir.
Sözümden anlaşılmasın ki maarif nezareti var da bir işe yaramaz. Hâşâ, fakat bunu da her vakit doğrudan doğruya gözüne bakaraktan, gözünü yummayaraktan derim ki: İngilizler gibi, Almanlar gibi mektep ve tahsilin ehli değiliz. Kendi tasavvurumuzla iş görmeye muvaffak olamayacağız. Onların üç yüz senede yaptığını biz, beş on satırla üç beş günde yapamayız. Oradan ne alırsak vakit kaybetmeyerek alalım. Böyle olursa bilcümle mekâtib–i islamiye Avrupa derecesine gelmek yoluna girecektir.
Artık hazerât! Kaba kaba laflarımızla sizi taciz ettim. Fakat dilimi dinlemeyiniz, gönlümden çıkan sadaya bakınız. [Şiddetli ve uzun alkışlarla saat üç buçukta meclis nihayet bulundu]
*) Alındığı yer: Kardaş Edebiyatlar, Ekim-Aralık, 1995, Sayı: 33, s. 12-22). (Bu Konferansın aslı Sırat-ı Müstakim dergisinde yayınlanmıştır. Konferansı dinleyen Eşref Edip Bey, İsmail Gaspıralı Bey'in konuşmasını yazıya geçirmiş ve Sırat-ı Müstakim'de yayınlamıştır. Oradaki metin Arap harflerinden çevrilerek, yeniden Kardaş Edebiyatlar'da yeniden yayınlanmıştır.
İsmail Gaspıralı, Konferans, Sırat-ı Müstakim, (I. Kısım), 19 Recep 1327 / 1909, Sayı: 48, s. 345-346; (II. Kısım), ("Konferans: Tedrisat-ı Umumiye Hakkında" ismiyle) 26 Recep 1327 / 1909, Sayı: 49, s. 359-364)