« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

07 Eki

2018

'Ankara ekonomik krizi dindirme konusunda AB ve ABD ile yol alamadığı için Erdoğan ağız değiştirdi'

Ceyda Karan 01 Ocak 1970

Fatih Yaşlı'ya göre Ankara, İdlib meselesini AB ve ABD ile yakınlaşmak için kullandı. Ancak çok yol alınamadığı için TBMM açılışında 'AB ile yürüyeceğiz' diyen Erdoğan 3 gün sonra ağız değiştirip referandumdan bahsetti. Bunun nedeni ise yerel seçim öncesi ekonomik krizin sorumluluğunun dış güçlere kesilerek 'milliyetçi' retoriğe dönülmesi.



BM Genel Kurulu vesilesiyle ABD ve ardından AB'nin patronu Almanya ile yoğun temasların ardından McKinsey anlaşması eşliğinde Batılı finans sistemiyle müzakerelerin sonuçları tartışılıyor. Türkiye ekonomik kriz eşliğinde yerel seçimler sürecine girerken, Ankara'nın Batı ile ilişkilerinin yönelimi merak konusu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, TBMM açılışında ‘AB ile yola devam etmekten' bahsettikten üç gün sonra yeniden Batı'ya yüklenen bir retoriği benimsedi ve Türkiye'nin AB üyeliği için referandumdan bahsetti. ABD ile de 'Brunson' başlıklı kriz için 12 Ekim mühleti bulunuyor.

Son gelişmeleri Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Görevlisi ve BirGün gazetesi yazarı Dr. Fatih Yaşlı ile konuştuk.

'TÜRKİYE'NİN KAPİTALİST SİSTEMİ BATI'YA VE ABD'YE BAĞIMLI'

Fatih Yaşlı, Türkiye'nin dış politikasını anlamak için sadece jeopolitik bakış açısının yeterli olmadığı, ekonomi politik bakış açısına ihtiyaç bulunduğunu vurguladı. Bu açıdan Türkiye'nin Rusya Federasyonu ve İran ile jeopolitik ve taktik bir takım yakınlaşmalara gidebileceğini ancak Türkiye'deki kapitalist sistemin Batı'ya ve ABD'ye bağımlılığı bulunduğunu belirten Yaşlı, ABD ve ardından AB ile son yakınlaşma çabalarının ve McKinsey ile anlaşmanın da bununla bağlantılı olduğunun altını çizdi:

"Türkiye'nin dış politikasını anlamak için sadece jeopolitik bakış açısı yetmez, ekonomi politik bir bakış açısına ihtiyacımız var. Bu ekonomi politik bakış açısı da bize hep şunu söyletiyordu. Türkiye belki Rusya ile belki İran ile birtakım jeopolitik ve taktik gereği yakınlaşır ama Türkiye'nin kapitalist sistemi Batı'ya, Amerika Birleşik Devletleri'ne bağımlı. Dolayısıyla oraya doğru bir yakınlaşma beklememiz gerekir. Özellikle Brunson krizi ve ABD'nin yaptırımlarının ardından tekrar Türkiye'nin ABD ile denediği yakınlaşmayı henüz başaramayınca Avrupa Birliği'ne yakınlaşmaya başladığını gördük. Geçen sene referandum öncesi bir referandum da AB için yaparız, idamı geri getiririz. ABD bizim için bitmiştir denirken birden bir Avrupa seyahati, Merkel ile dolayısıyla Avrupa Birliği ile bir yakınlaşma süreci başladı. İngiltere ziyaretleri var öncesinde. Macron ile bir araya gelme var o arada. Bütün bunlara baktığımızda aslında mesele ekonominin, Türkiye kapitalizminin bir krize girdiği, bu krizden çıkış için de uluslararası sermayenin, aslında Batı sermayesi bu, Türkiye'ye çekilmesi için neler yapılması gerektiği açıktı. McKinsey ile anlaşmayı da bu bağlama yerleştirebiliriz. IMF ile henüz bir anlaşma yapamadılar belki, buna izin vermiyor rejimin ekonomi politiği. Ama Amerikalı bir şirkete Türkiye'nin ekonomisini bir şekilde verdiler. Tüm bunlardan sonra şöyle ‘Evet tam da söylediklerimiz doğrulandı. İran ve Rusya ile bölgesel çıkarlar adına yakınlaşma yaşansa da aslında Türkiye'nin kapitalist sistemi eninde sonunda Erdoğan'ı Batı'ya mecbur bıraktı' diyebilirdik."

'AB YENİDEN HEDEF TAHTASINA OTURTULDU'

Ancak AB ile son temaslarla, özellikle finans çevreleriyle toplantılarda istenilenlerin elde edilmesinde çok yol alınamamış görüntüsü bulunduğunu belirten Yaşlı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın TBMM açılışında yaptığı konuşmanın aksine üç gün sonra yenden AB'y hedef tahtasına koyması ve referandumdan söz etmesini de buna bağladı. Yaşlı'ya göre bu geri dönüşün nedeni AB'nin yardım etmemesi, krizin engellenemeyeceğinin görülmüş olması ve yerel seçim yaklaşırken ekonomik krizin sorumluluğunun üzerinden atılması için 'millici' retoriğe geri dönülmesi:

"Almanya ziyareti sonrası Erdoğan TBMM'deki açılış konuşmasında ‘bundan sonra yola kısmetse Avrupa Birliği ile devam edeceğiz' gibi bir laf söyledi ve Türkiye'nin Batı'ya yakınlaşma süreci devam ediyor dedi. Fakat dün akşam tuhaf bir durum yaşandı. TRT World'daki forumda 3 gün önce Meclis'te sanki Erdoğan, AB ile yola devam edeceğiz dememiş gibi birdenbire tekrar 2017 söylemine döndü. ‘Alacaksınız alın, bizi oyalamayın yoksa bunu referanduma götüreceğiz' şeklinde bir açıklama yaptı. Burada ne olduğunu anlamaya çalışmamız lazım. Eğer dünkü TRT World Forum programında Tayyip Erdoğan önünde prompter olmadığı için doğaçlama konuştuysa bu anlaşılabilir bir şey. Ama hayır doğaçlama değil de bir plan program dahilinde Avrupa Birliği'ni referanduma götürmekten söz ediyorsa orada biraz durup düşünmemiz lazım. Meclis'teki açılış konuşmasından bugüne ne geçti, bunu anlamak lazım. Avrupa Birliği ile yapılan finansal pazarlıklarda çok yol alınmamış gibi görünüyor. Avrupa Birliği'nden Almanya'dan belki de doğrudan bir finansla yardım bir sermaye genişlemesi, Alman ve Avrupa finans çevrelerinden öyle bir şey bekleniyordu sanırım. Ancak Almanya ve Avrupa Birliği'nden istenilen şey elde edilememiş dolayısıyla böyle bir hamlenin gelmesini ben buna bağlıyorum. Yani Avrupa Birliği ile yakınlaşmaya çalıştılar. Yakınlaşmanın somutlaşacağı yerlerden biri finansal yardım meselesiydi. Bu finansal yardım olmayınca ve krizin engellenemeyeceği anlaşılınca yeniden Avrupa Birliği hedef tahtasına oturtulmuş gibi görünüyor. Buradan ne amaçlıyor olabilirler? Henüz tahmin olmakla birlikte Türkiye'nin bir seçim konjonktürüne girdiğine ve buna krizle girdiğini görebiliyoruz. Krizle girilen seçim konjonktüründe bu krizden en çok AKP'ye oy veren emekçilerin, yoksulların, işçilerin etkileneceğini biliyoruz. Tam da bu krizin faturası onlara bindirilirken krizin sorumluluğunu Erdoğan'ın ve iktidarın bir şekilde üzerinden atması lazım. Tam bu noktada krizi aslında Amerika, Avrupa, Batı çıkarttı gibi bir söylemle, ‘milli birlik ve beraberlik' söylemiyle seçime gitmeyi düşünebilirler. Çünkü içeride kriz derinleştikçe birtakım sınıfsal çatlaklar ortaya çıkacak. İktidarın meşruiyet mekanizmaları sarsılacak. Yoksulların, emekçilerin homurdanmaları artacak. Bu öfkeyi başka bir yere kanalize etmek lazım. Acaba bu öfkenin kanalize edileceği yer Batı dünyası mı olacak? Avrupa ve Amerika aslında ekonomimizi baltalıyor söylemi daha da derinleştirilerek devam mı edecek? Önümüzdeki süreçte bunlar netleşecek."

'TÜRKİYE, İDLİB MESELESİNİ AVRUPA VE ABD'YE YENİDEN YANAŞMAK İÇİN KULLANDI'

Diğer yandan Türkiye'nin İdlib meselesini Avrupa ve ABD ile yeniden yakınlaşmak için kullandığını belirtirken, Batı'ya yapılan ‘müdahale çağrılarına' dikkat çeken Fatih Yaşlı'ya göre ABD ile ilişkilerde ‘turnusol kağıdı' rahip Brunson'ın 12 Ekim'deki duruşmada bırakılıp bırakılmayacağı olacak. Ancak Yaşlı taleplerin Batı ile ‘uzlaşılamamış olmasının' bu tahliyeyi engelleyecek gibi durduğu görüşünde:

"Normal şartlarda rasyonalite gereği aynı anda ABD'yi ve AB'yi doğrudan karşılarına alan bir siyasal pozisyon Türkiye'nin sermaye düzenini ciddi ölçüde sarsacaktır. Küresel sistemde Türkiye'nin bağlı olduğu, ithalatıyla, ihracatıyla, fonlarıyla nereye bağlı olduğu belli. Öte yandan, ABD ile ilişkilerde herhangi bir ilerleme var mı diye baktığımızda karşılıklı bir gerilim yaşandı, ABD birtakım yaptırımlarda bulundu, ondan sonra bir kesinti yaşandı. O kesintinin yaşanmasındaki temel hadiselerden biri İdlib meselesiydi. İdlib meselesini Türkiye, Almanya'ya, Avrupa'ya ve Amerika'ya yeniden yanaşmak için kullanmaya çalıştı. Batı'yı oraya müdahale etmeye çağırdı. Fakat daha sonrasında Soçi Zirvesi gerçekleşince Rusya ve İran ile bir orta yol bulunca Batı'ya tekrar gerek kalmadı. Herkes 12 Ekim'e endekslenmiş durumda. Rahip Brunson'ın duruşmasından ne sonuç çıkacağına bakılıyor. Rahip Brunson'ın bırakılacağına dair piyasalar denilen mekanizma bunu satın almıştı. Dolardaki düşüş büyük ölçüde onun yansımasıydı. Dolar tekrar yükselişe geçmiş durumda. Haberlere baktığımızda Brunson'ın iddianamesine yeni bir görüşme kaydı eklenmiş. Cemaatçilerle yaptıkları mesajlaşmalar, telefon görüşmeleri, bunların hepsi eklenmiş. ‘Yeni suçlar' isnat edilmiş durumda, ‘yeni deliller' bulunmuş durumda. Örneğin bir hafta öncesinde Brunson'ın bırakılacağını, artık vaktin geldiğini söyleyebiliyorduk ama gelinen noktada ben artık çok da emin değilim. Yeni bir pazarlık sürecinde yeni birtakım gerilimlerle rahibin bir süre daha Türkiye'de kalma durumu olursa buna şaşırmayacağım."

'ANKARA EMPERYALİST HİYERARŞİDEKİ KRİZDEN FAYDALANARAK YERİNİ DEĞİŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR'

Yaşlı'ya göre ekonomi politik, Türkiye'nin Batı ekseninde yer alması gerektiğine işaret ediyor. Ancak emperyalist sistem hiyerarşisinde yaşanan krizlerden faydalanan Erdoğan hükümeti, Türkiye'nin bu hiyerarşideki yerini değiştirmeye çalışıyor ve Bu yüzden farklı bir pozisyon alıyor. Türkiye'nin sistem dışına çıkmasının 'intihar' anlamına geleceğini belirten Yaşlı, Batı sisteminden mutlak bir kopuş olamayacağını da vurguladı:

"Emperyalist sistem bir kriz yaşıyor. Emperyalist sistemin bir hegemonya bunalımı sorunu var. Erdoğan ve AKP bu bunalımdan faydalanarak Türkiye'nin emperyalist hiyerarşi içerisindeki yerini değiştirmeye çalışıyor. Niyet bu. İkincisi, yine ekonomi politik ile jeopolitik arasındaki farka bakmak gerek. Ekonomi politik Türkiye'nin sürekli olarak Batı ekseninde yer almasını gerektiriyor. Gerek rejimin içerideki kuruluş mantığı gerekse dışarıda izlediği dış politika onu ister istemez İran ve Rusya ile yakın pozisyona sevk ediyor. Bu ikisi çelişiyor. Aynı anda Amerika'dan F-35 almakla Rusya'dan S-400 almanın bir sınırı var. Biz de zaten bu sınıra doğru dayanıyoruz gibi görünüyor. Geçtiğimiz günlerde Batı medyasında yer alan bir haber vardı, ‘15 gün içerisinde Türkiye yerini, safını belirleyecek' deniliyordu orada. O haberi de hatırlamak lazım. Burada verilen mesaj, Türkiye gerçekten iddia edildiği gibi Batı ekseninden tamamen kopma kararı mı alacak, yoksa tekrar yakınlaşma süreci içerisine mi girecek bunu göreceğiz. Türkiye'nin ekonomi politiğinin Batı'dan herhangi bir şekilde kopmaya izin vermediği düşüncesindeyim. Bunu denedikleri anda aslında intihar etmiş olurlar. Türkiye ekonomisi hiçbir şekilde altlarından kalkamayacağı bir krizin içine sürüklenir. Öte yandan, acaba AKP iktidarı böylesi bir krizin zaten gelmekte olduğunu gördü ve bu krizi tamamıyla dış güçlere yıkmak için bir irrasyonel hamle yapar mı, son bir can havliyle intihara kalkışacağını bile bile bir hamle yapar mı, bundan da çok emin olamıyorum. Önümüzdeki günlerde Batı'dan mutlak bir kopuş olmayacağı yönünde. Ama Batı ile yeni birtakım krizlerin yaşanması, Türkiye seçim atmosferine ekonomik krizle girerken bu krizin sorumluluğunun birtakım dış güçlere fatura edilmesi şaşırtıcı olmayacak."

'ALMANYA'NIN TÜRKİYE'DEKİ DEMOKRASİYLE DAİR BİR DERDİ YOK'

Almanya'nın Türkiye'nin demokrasi anlayışıyla ilgili bir derdi olmadığını belirten Yaşlı'ya göre esas mesele, Türkiye'nin bulunduğu konumun Almanya'nın çıkarlarına uyup uymayacağı:

"Mesele sadece Amerika ile Rusya arasında değil. Avrupa Birliği ile Amerika arasında bir gerginlik var. Gerginliğin kaynağı da Trump'ın izlediği bu korumacı politikalar. Bir tarafta korumacı politikaları savunan bir kapitalist anlayış, öbür tarafta ise serbest ticareti savunan küreselleşmeci bir kapitalist anlayış var. Almanya Çin ile birlikte o serbest ticaret kanalını temsil ediyor. Dolayısıyla Amerikan hegemonyasına karşı bir hegemonya oluşturma gibi bir niyet var. Türkiye'ye bakışı biraz buraya yerleştirmek lazım. Bu hegemonya savaşlarından bağımsız ele almak mümkün değil ama daha spesifik nedenler var. Onlar da esas olarak göçmen, mülteci sorunu, Almanya-Türkiye'nin bir tampon bölge olarak kalmasını ve mültecileri Avrupa'ya bırakmamasını istiyor. Bunun dışında 4-5 milyonluk bir Türk nüfusu var. AKP daha önce Türkiye Cumhuriyeti'nin yapmadığı şekilde Almanya'daki Türkler üzerinden Almanya siyasetine müdahale etmeye çalışıyor. Alman emperyalizmi Türkiye'yi öyle ya da böyle kendisine bağlı olarak görmeye devam etmek istiyor. Tüm bunları topladığımızda Türkiye bütünüyle gözden çıkarılabilir, bir ‘haydut devlet' konumuna yerleştirilip dünya sisteminin dışına atılabilir bir ülke değil. Bu açıda bakıldığında herhangi bir şekilde Almanya'nın Türkiye'de demokrasiyle dair bir derdi olduğunu sanmıyorum. Avrupa Birliği'nin de öyle bir derdi yok. Esas mesele, emperyalist sistem hiyerarşi içerisinde Türkiye'nin bulunduğu konum, o konumun Almanya'nın çıkarlarına uyup uymayacağı. Gayet pragmatist bir şekilde bakıyorlar diyebiliriz."

Ziyaret -> Toplam : 125,31 M - Bugn : 74446

ulkucudunya@ulkucudunya.com