Tiksinç bir âdet olarak her tarafa FETÖ çamuru sıvamak
Mustafa Öztürk 01 Ocak 1970
Star Açık Görüş’ün geçen haftaki nüshasında bir sosyolog akademisyen, “İslâm’da Müncî Yok Mehdî Var” başlıklı bir yazı yazdı ve yazısında 15 Temmuz darbe teşebbüsünden bu yana toplumsal ölçekte giderek tiksinç hâle gelen her tarafa FETÖ çamuru sıvama âdeti mucibince bu pis çamuru KURAMER’in “Beklenen Kurtarıcı İnancı” sempozyumuna da sıvadı. Söz konusu yazının sahibine göre “Beklenen Kurtarıcı İnancı” sempozyumu, vaktiyle FETÖ ile iş birliği yapan ilahiyatçıların günah çıkarmak için hakikatin üzerini örtmeye çalışmalarının ibretlik misaliymiş… Güya tarih boyunca sahte mehdî ve mesihlerin çıkışı, Mehdî-Mesih beklentisinin asılsızlığının ispatıymış… Kırk dereden su getirerek inkârı küfrü gerektiren zarûrât-ı dîniyeden Mehdî-Mesih akidesini çürütmeye çalışmak, “Hadislerden Mehdî çıkmaz” diye Allah’tan korkmadan mütevatir hadisleri yok saymak… Nasıl göz göre göre Rasûlullah’ı yalanlamaya cüret edebiliyorlar?
***
“FETÖ ile Abant Konsülünde iş birliği yapan ilahiyatçıların günah çıkarmak için gerçekleri karartmaya yönelmesinin ibretli misali Mehdî konusudur” diyen sosyolog akademisyene öncelikle şunu hatırlatmak gerekir: FETÖ ile Abant Konsülü’nde iş birliği yapanlardan dem vururken en son bakacağın adres KURAMER ve Mehdi meselesi olmalı. Madem ABANT konsülü ve iş birliği diyorsun ve bu konuda bir nevi dedektifliğe soyunmuş görünüyorsun, o zaman evvela bürokrasi, siyaset ve siyasi danışmanlık gibi alanlarda konuşlanmış birçok zevatın ABANT sicillerini araştırmakla işe başlamak durumundasın. ABANT toplantılarının en sonuncuna da davet edilen ve fakat bu toplantıların hiçbirine dinleyici olarak dahi iştirak etmeyen biri olarak evvelen şunu açıkça söylüyorum ki FETÖ çamuru KURAMER’in “Beklenen Kurtarıcı Sempozyumu”na yapışmaz. Saniyen de Aliya İzzetbegoviç’ten nakille diyorum ki “Mehdi, bizim tembelliğimizin adıdır.”
Yakın gelecekte uzay boşluğuna koloni kurma hesaplarının yapıldığı bir dünyada içimizden birilerinin hâlâ mehdi ve mehdilik mitolojisinden dem vurması, üstelik bunu “inkârı küfrü gerektiren zarûrât-ı dîniyeden” sayması içinde bulunduğumuz hâl-i pür melalin acıklı bir göstergesidir. Yerel ve küresel ölçekte ahlak, hukuk, adalet, siyaset, çatışma, savaş, zulüm gibi birçok kritik alanla ilgili sorunları çözmek için birey, toplum ve ümmet olarak atılması gereken ilk ve esaslı adım, mehdi denilen mitolojik kahramanın zuhurunu beklemek yerine Kur’an ve Sünnet’teki “emir bi’l-ma’ruf” ve “nehiy ani’l-münker” ilkesi uyarınca iyi bir şeyler yapma iradesi sergilemek ve bu iradeyi eyleme dönüştürmektir. Tek başına bu ilke dahi bütün dünyayı adaletle mamur kılacak bir mehdi beklentisinin İslâmî inanç ve anlayış açısından ham hayal olduğuna kâfî delildir. Kaldı ki neredeyse tarihin şafağından beri Hinduizmdeki “Kalki”den Mecûsîlikteki “Şaoşyant”a kadar sayısız mehdi beklendiği hâlde bunlardan hiçbiri şu vakte kadar zuhur emaresi göstermiş değildir. Özellikle bu topraklarda sarahaten veya zımnen, “Ben mehdiyim” diye ortaya çıkan tipler ise milletin ve devletin başına çorap örnekten başka bir işe imza atmış değillerdir. Bu vesileyle belirtmek gerekir ki İbn Haldûn’un kendi dönemindeki mehdi anlayışlarına dair tespitlerini okumak sosyolog akademisyenimize iyi gelebilir.
Sünnî İslam dünyasındaki cemaatler ve tarikatlarda mehdi inancının fazlaca önemsenmesi aslında her bir cemaat ve tarikatın kendi liderine şu veya bu şekilde mehdilik atfetmesiyle ilgili olsa gerektir. Çünkü bu sıfat/unvan dini genellikle dindar kitlelere ya da birbirlerine anlatma ve aynı zamanda rakiplerinden bir adım öne çıkma çabasıyla tebarüz eden her bir cemaate imtiyaz sağlamaktadır. Mehdi olduğuna inanılan bir kişinin önderliğindeki cemaatin geniş halk kitlelerinden daha fazla taraftar edinme hususunda büyük avantaj sağlayacağı da kuşkusuzdur. Bir dinî grup veya cemaatin başındaki kişinin dinî ilimler alanında birikim sahibi olması durumunda mehdilikten önce mücedditlik gibi daha esnek ve yumuşak sıfatlar kullanılır. Mücedditlik, Sâhibüzzaman gibi sıfat ve unvanlar aslında mehdilik noktasına tırmanıştaki alt basamaklardır. Mehdilik sıfatı ise bir bakıma adı konulmamış nübüvvet iddiasıdır. Mehdi unvanına sahip olduğu kabul edilen kişi ismet sıfatıyla muttasıf gibi algılanır. Çünkü mehdinin Allah tarafından gönderilmiş ve/veya görevlendirilmiş bir kişi olduğuna inanılır. Ayrıca teşrii nübüvvetin Hz. Muhammed’le son bulduğu kabul edilse bile mehdinin üstlendiği misyon bir bakıma peygamberlikten farksızdır.
***
Sonuç olarak, mehdi inancı hem zihnen ve fikren reşit olmamanın hem ataletin ve hem de müslüman toplumun kendini elden ayaktan düşmüş bir aciz ve kötürüm gibi algılamasının bariz göstergelerinden biridir. Bütün bir İslam âleminin kendine gelip rüştünü ispatlamasının öncelikli şartlarından biri, dinî düşünce alanında köklü bir aydınlanma tecrübesi yaşamasıdır. Aydınlanmanın önemli parametreleri ise mehdilik gibi mitolojik tahayyüllerin kadim tarih müzesine kaldırılmasını da gerektiren işlevsel akıl ve iradeyle mücehhez birey olmanın farkına varılması ve aynı zamanda okuma, anlama, sorgulama kültürünün yaygınlık kazanmasıdır. Hâsılı kelam, “Mehdi gelecek, dertler bitecek” diye bekleyip durmak yerine aklımızı başımıza devşirmek ve kendimize gelmek lazımdır.