15 Kasım 1983, KKTC’nin kuruluşunun ilanı ve bugün
Erol Manisalı 01 Ocak 1970
- Temmuz 1974, Atina’da Washington’un desteği ile gelen faşist Albaylar Cuntası hâlâ iktidarda. ABD ise Kıbrıs ortak cumhuriyetinin başında olan Makaryos’tan çok rahatsız. Tito ve Nasır ile “üçüncü dünyacılar” içinde yer alan Makaryos’un bölgedeki Amerikan çıkarları ile hiç de örtüşmeyen çizgisinin değişmesini planlıyor.
Atina’daki Albaylar Cuntası’nın adamı “Eoka”cı Nicos Samson ile anlaşıp onu Makaryos’un yerine getirmek istiyor. Albaylar Cuntası ise 1959 ve 1960’ta imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile Ankara’nın elde ettiği garantörlük yetkisi ve Kıbrıs Cumhuriyeti içinde Türklerin eline geçen yetkilerden dolayı adadaki “etkili Türk siyasi varlığından rahatsız”. Türkiye Kıbrıs’ta Yunanistan’la birlikte asker bulundurabiliyor.
Nicos Samson darbesi ile bir taşla iki kuş vurulacak: Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, adadaki ve bölgedeki etkilerini tamamen kaybedecekler: adanın tamamı fiilen Albaylar Cuntası’nın yönetimine geçecek: bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynakları daha o günlerde biliniyor.
- Ancak, Nicos Samson’un 15 Temmuz’da adada Türklere karşı başlayan ve Makaryos’u da hedef alan saldırıları sonuç vermiyor: 2 gün sonra Samson, Türk tarafına haber salıyor: “Makaryos’u indiremiyorum, gelin artık işbirliği yapalım, onu indirdikten sonra birlikte işi götürürüz”. Bunu bana bizzat Denktaş anlattı. (*)
Bu öneri herhalde, Washington’un bilgisi (ve onayı) olmadan yapılamaz. Öneri Türkler (ve Ecevit) tarafından derhal reddediliyor. Ve 20 Temmuz’da Ecevit hükümetinin kararı ile Kıbrıs Barış Harekâtı için düğmeye basılıyor.
- Washington (A) planı işlemeyince (B) planını devreye sokuyor: Cunta ve Samson, Makaryos’u indiremiyor: Ankara’nın müdahalesini, “6. Filo’yu devreye sokarak engellemek yerine aradan çekilip: Türkiye, adada Türklere karşı yapılan saldırıyı ortadan kaldırırken Makaryos’u da indirmiş olacak” düşüncesi ile bir taşla iki kuş vuruyor: Makaryos kaçıyor, daha doğrusu bir İngiliz helikopteri ile kaçırılıyor: artık Amerika karşıtı Makaryos “Anglo- Amerikan çemberine” sokulmuş oluyor: Türklerle (ve Ankara ile) mücadelesinde ABD ve Batı’dan destek almaya mecbur oluyor. Ankara da, Makaryos ve Samson’dan kurtulduğu için memnun, Kıbrıs Türkleri artık daha özgür: Ankara, Doğu Akdeniz’de daha sağlam. Üstelik bizim sayemizde Yunanistan da faşist cuntadan kurtuluyor.
Ama ‘Batıcılar’ ve siyasal İslam işbirliği olunca…
6 Mart 1995’te Holbrook’un “ricası” üzerine Başbakan Tansu Çiller Türkiye’yi AB’ye (ve Batı kulübüne) tek yanlı bağlayan Gümrük Birliği anlaşmasını imzalayarak Türkiye’yi AB karşısında, “San Marino ve Monaco gibi” bir kasaba devletçiği özel statüsüne sokuyor. Üstelik aynı anda Brüksel’in, “Kıbrıs Cumhuriyeti ile AB arasında görüşmeler sürecek” koşulunu da Gümrük Birliği anlaşmasının ekinde Ankara’ya kabul ettirerek tabuta ilk çiviyi çakıyor: “Batı’yayakın” bir siyasi olarak…
Tabuta son çiviyi ise 2002’den sonra iktidara gelen siyasal İslam vuruyor: 2004 ve 2005 anlaşmaları ile, Rumların AB’ye tam üye yapılması sağlanırken, müzakere süreci adı altında Ankara’nın, tamamen AB kıskacı altına tek yanlı sokulmasını onaylıyor.
Çiller dönemindeki “Batıcılar” ile müzakere süreci adı altında “imkânsızı başarma” konumuna imza atan siyasal İslamcılar, Türkiye-AB ve Türkiye-Batı ilişkilerinde tek taraflı bağları birlikte çalışarak güçlendiriyorlar.
Böylelikle 1961 Anayasası’nın tasfiye süreci birlikte yürütülüyor. Türkiye bir yanda tek taraflı bağlanırken, öte yanda içerde “rejim değiştiriliyor”: Türkiye Batıcıların ve siyasal İslamcıların bazen açık bazen de örtülü işbirliği ile Ortadoğululaştırılıyor. Bu durum Ankara’nın KKTC konusundaki etkinliğini olumsuzlaştırmıştır. 15 Kasım 2018’de KKTC’nin kuruluş yıldönümünü kutlarken bunları anımsatmak istedim.
(*) Yolumun Kesiştiği Ünlüler’deki (Kırmızı Kedi) Denktaş bölümünde bütün bunlar yazılmıştır. Ayrıca 5 ciltlik Hayatım Avrupa kitaplarının (Cumhuriyet Yayınları) 3. cildinde, Tansu Çiller ile ilgili hususlar geniş olarak anlatıldı.