‘Dindarlar’ın dilleri ne kadar dindar?
Mustafa Çağrıcı 01 Ocak 1970
İnsanı diğer varlıklardan ayıran üç ontolojik özelliği var: 1. Düşünme/inanma, 2. Konuşma/yazma, 3. Uygulama/amel. Bu üç özelliğini dinin, ahlakın ve hukukun ölçü ve ilkelerine göre iyi ve doğru kullananlar, Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle “ahsen-i takvîm” (en güzel, en üstün insanî formasyon) kalitesine doğru yükselirler; yanlış ve kötü kullananlarsa “esfel-i sâfilîn” (aşağıların aşağısı) seviyesizliğine doğru düşerler. Bu tanımlar bizzat Kur’an’a ait olduğuna göre, bu ölçülere öncelikle dindar kesimlerin uymaları beklenir.
Oysa bu kesimden bazı yazarlar, konuşanlar bugünlerde yine dövüş meydanına çıktılar. Dinî ve ahlâkî görevleri kavgaları yatıştırmak olan ilim ve fikir adamlarının, kavganın içine atlamalarını dindarlıkla nasıl izah edeceğiz? Doğrudur; ihtilaf rahmettir, Hz. Peygamber öyle buyurmuşlardır. Ama hangi ihtilaf? İhtilaf doğrunun ve iyinin ne olduğu üzerine ise; insana ve insanlığa hayır, huzur ve bereket getiriyorsa rahmettir; nefis, gurup, cemaat hesaplarından kaynaklanıyorsa; bireye ve topluma şer, fitne ve huzursuzluk getiriyorsa ihtilaf zahmettir, sıkıntıdır; hem Kur’an ve Peygamber hem de insanın aklı ve tecrübesi böyle diyor.
***
Saldırgan dili kimler kullanır? Sadece haklılıklarını doğru, âdil ve meşru gerçeklerle kanıtlayamayanlar kabalıktan, şiddetten ve hakaretten medet umarlar. Ama birinin kullandığı dilin sert ve kırıcı olması onun haklılığına en küçük bir işaret olamaz. Aksine bunun başlıca üç türlü yıkıcı zararı olur:
Birincisi: Şiddet hiçbir kanıt değeri taşımadığı için karşı tarafta bir mağduriyet duygusu oluşturur ve onun -belki de yanlış olan- görüş ve inancını daha da katılaştırır.
İkincisi: Kırıcı dil genellikle gönül yıkar, insanların ruh ve duygu dünyaları arasında uçurumlar, nefret kampları oluşturur.
Üçüncüsü: Toplumsal fitnelere, kitlesel çatışmalara yol açar.
Bugünkü İslâm dünyasına bakıldığında bu üç sonucun üçünün de yaşandığını, bunların siyasal ve ekonomik alanlardan uluslararası ilişkilere kadar, giderek genişleyen vahim sorunlar ürettiğini görmekte, kendi ülkemizde de yaşamaktayız.
Şunu unutmayalım: Din rahmettir; ama aynı zamanda bir güçtür. Çünkü kutsaldır ve kutsal sorgulanamaz bir güçtür. Her türlü güç sorumlu kullanmayı gerektirir; bu bir ahlak yasasıdır. Eğer bu güç din ise onunla ilgili konuşanlar, yazanlar akıllarına estiği gibi konuşamaz, yazamazlar; bunun aksi, “din” ve “dindar” kavramlarıyla çelişir.
***
Hakaret ve şiddet dili kışkırtıcı bir dildir. Ne yazık ki insanlarımız genellikle kör itaat kültürüyle eğitiliyorlar. Din adına konuşan, yazan biri ayrıştırıcı ve kışkırtıcı bir dil kullanıp, “karşı taraf”a ağzına geleni sayıp dökünce, bunun mutlaka toplumsal bir geri dönüşü oluyor. Sosyal medya ortada.
Bir siyasi lider yumruklu, mermili konuşursa, itaat kültürüyle yetişmiş olan arkasındakiler neler yapmaz! Bir akademisyen -bazen kurum ve kişilerin isimlerini de zikrederek- olmadık suçlamalarla hakaretler yağdırırsa, onun ağzına bakarak tutum geliştirenler neler yapmaz! Bunu neden yapıyoruz? İnsan gibi konuşup yazmanın ne kötülüğünü gördük?
Özellikle din ve siyaset alanlarında şiddet dilini kullananlar şunun farkında değiller:
Yeni dünyada sadece on binlerce yıllık atla eşekle yolculuk alışkanlıklarımız bitmedi. Yeni dünyada haklılığımızı hakaret diliyle kanıtlama alışkanlıklarımız da bitti. Bütün Avrupa toplumlarına, hatta Rus’undan, Japon’una, Brezilyalısına kadar ortalama Asya ve Amerika toplumlarına bakınız. Buralarda ne din ne de siyaset üzerinden şiddetin bir yöntem olarak kullanıldığını göremezsiniz. Bizde de şiddetçilerin geleceği yoktur elbette. Ama benim korkum, onlarla birlikte -sözüm ona savundukları- aziz dinin de zarar görmesidir.