NEŞÂTÎ (ö. 1085/1674)
Bayram Ali Kaya 01 Ocak 1970
Sebk-i Hindî üslûbunun önemli temsilcilerinden, divan şairi.
XVII. yüzyılın başlarında doğduğu tahmin edilmektedir. Edirneli olup adı Ahmed’dir. Şairi Nişancı Ahmed Dede ve Neşâtî Süleyman Dede şeklinde ananlar da vardır. Sâkıb Dede’nin verdiği bilgilerden onun asil bir aileye mensup olup genç yaşta çeşitli ilimleri öğrendiği ve aynı zamanda şeyhi olan Gelibolu Mevlevîhânesi postnişini Ağazâde Mehmed Dede’den çok istifade ettiği öğrenilmektedir. Neşâtî, şeyhinin vefatından sonra seyahate çıkarak bir müddet Konya ve İstanbul’da kalıp tekrar Edirne’ye döndü. 1081 (1670) yılında Edirne Mevlevîhânesi şeyhliğine tayin edildi. Burada dört yıl şeyhlik yaptı, tekkeyi tamir ettirdi ve bu görevde iken vefat edip Murâdiye Camii hazîresine defnedildi. Neşâtî’nin ölümü üzerine aralarında Nâbî, Nazîm, Reşîd, Dâniş ve Fasîh Ahmed Dede’nin de bulunduğu pek çok şair tarih düşürmüş, Ammecizâde Rüşdü Mehmed Efendi’nin söylediği, “Fevtini gûş edicek Rüşdî dedi târîhin / Bezm-i gülzâr-ı naîm ola Neşâtî’ye makam” mısraları şairin mezar taşına yazılmıştır. Tezkiresini Neşâtî hayatta iken tamamlayan Seyyid Mehmed Rızâ, Neşâtî’nin Nef‘î’yi izlediğini, şiirlerinin son derece akıcı, neşeli ve ârif kimselerin gönlüne göre olduğunu bildirir. Yine çağdaşı ve yakın arkadaşı Güftî, Neşâtî’den her sözünde nükteler bulunan, iç dünyası anlamlar hazinesine benzeyen, Anadolu’nun değişik söyleyişli bir şairi olarak söz etmektedir.
Sağlam bir dile ve zarif bir üslûba sahip olan Neşâtî’nin şiirlerinde titiz bir sanatkârın derinliği ve duygulu ifadesi görülür. Kısa ve öz yazmayı tercih eden, rediflere çok yer veren şair kelimeleri seçerek ve âdeta tartarak kullanmıştır. Samimi bir eda ile aşkı terennüm ettiği şiirlerinin çoğu kaside tarzında olmasına rağmen asıl başarısını gazel sahasında göstermiştir. Bir şiirinde “aşk rindi” olduğunu söyleyen şairin rindâne söyleyişlerinin Nedîm’in ufkunu açtığı söylenebilir. Neşâtî anlatımının renkliliği, aşkı ve tasavvufî neşvesiyle dünyaya karşı kayıtsız, bir dervişlik havasını yansıtan şiirlerine yer yer canlı bir tablo görüntüsü kazandırmıştır. Hayal inceliği, lirizm, samimiyet ve zarafetin ön planda olması onun şiirlerinin başta gelen özelliklerindendir. Gazellerinde sıkça kullandığı tasavvuf kavramları bile hayallerle süslü bir zenginlik taşır. Gazellerinden yansıyan hüznün canlılığı dikkate alındığında bir melâl şairi kabul edilebilecek özellikler gösterir.
Bir Mevlevî şeyhi olmasına, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî için şiirler yazmasına rağmen Neşâtî’de bağlı bulunduğu tarikatın ve genel anlamda tasavvufun belirgin bir anlatımına rastlanmaz. Hatta onun klasik mânada mutasavvıf bir şair olmadığı, birçok divan şairinde görüldüğü üzere tasavvufun mecazlarından yararlandığı, böylece şiirlerinin ana teması olan aşk duygusuna derinlik ve incelik kazandırdığı ifade edilmektedir. Ayrıca önde gelen sebk-i Hindî temsilcilerinden biri olarak görülmekle birlikte bu üslûbun bütün şiirlerine hâkim olduğunu söylemek mümkün değildir. Nazîre yazmayı âdeta alışkanlık haline getirdiğini söyleyen şairin manzumelerinin önemli bir kısmını nazîreleri oluşturur. Yaşadığı dönemden başlayarak kendi gazellerine de pek çok nazîre yazılmıştır. Şiire dair görüşlerini dile getirirken en çok anlam ve söz unsurları üzerinde durmuş, bilhassa mânanın mükemmelliğine önem vermiş ve bunun en önemli aracı olan sözün “pak” olması gerektiğini vurgulamıştır.
Neşâtî kasidede Nef‘î’den, gazelde Nâilî-i Kadîm, Fehîm-i Kadîm gibi isimlerden etkilenmiştir. Kasidelerinin birçoğu ile Nef‘î’nin kasideleri arasında vezin, kafiye ve redif birliği vardır; duygularda, hayallerde ve söyleyişte de önemli yakınlıkları görülmektedir. Hatta üstat kabul ettiği şairlere karşı övünmesinin kaynağı Nef‘î etkisine bağlanabilir. Şiirlerinde övgü ile bahsettiği diğer Türk şairleri içinde Necâtî, Bâkî, Sabrî, Bahâî Mehmed Efendi ve Emrullah Emrî bulunmaktadır. İran şairleri arasında ise aynı zamanda sebk-i Hindî’nin önemli temsilcilerinden olan Örfî-i Şîrâzî, Kelîm-i Kâşânî, Hâkanî, Evhadüddin Enverî, Selmân-ı Sâvecî, Kâşânî, Şifâî-yi İsfahânî, Rüknâ, Zahîr-i Fâryâbî ve Kemâleddin-i İsfahânî mevcuttur. Kaynaklarda Neşâtî’nin Şehîdî, Vehbî, Hey’etî, Rüşdî ve Nazîm gibi birçok şaire hocalık ettiği kayıtlıdır. Ayrıca devrinde yetiştirici bir sanatkâr görevi yapmış; şiiriyle Nazîm, Vecdî, Mezâki Süleyman Efendi, İsmetî, Şehîdî, Nakşî İbrâhim Efendi, Lebîb-i Âmidî, Fasîh Dede, Sâkıb Dede, Gavsî Dede, Şeyh Galib, Nedîm, Ahmed Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar ve İlhan Berk gibi eski ve yeni şairleri etkilemiştir.
Eserleri. 1. Divan. Bazı yazma nüshaları İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 545), Millet (Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 449) ve Topkapı Sarayı Müzesi (Hazine, nr. 937) kütüphanelerinde bulunan divanı ilk defa Sadettin Nüzhet (Ergun) yayımlamış (İstanbul 1933), eserin tenkitli neşrini Mahmut Kaplan gerçekleştirmiştir (İzmir 1996). Bu neşirde yirmi yedi kaside, 137 gazel, bir murabba, bir tahmîs, on beş rubâî, dört tarih, iki kıta ve üç matla‘ bulunmaktadır. Bundan hareketle İsmail Ünver ve Bayram Ali Kaya seçmeler yapmış, Ömer Savran ise bir tahlil çalışması hazırlamıştır (bk. bibl.). 2. Hilye-i Enbiyâ. 187 beyitlik bu küçük mesnevi bir tür manzum peygamberler tarihidir. Nüshaları Konya Mevlânâ Müzesi (nr. 1175/4), Süleymaniye (Âşir Efendi, nr. 331) ve Tire Necib Paşa (nr. 136-137) kütüphanelerinde bulunan eser ilk defa Şeyh Vasfî tarafından yayımlanmış (İstanbul 1312), daha sonra Sadettin Nüzhet (Ergun) risâleyi Neşâtî Divanı’nın sonuna eklemiştir. Hz. Peygamber’e yazılan na‘t dışında on dört peygamberle ilgili hilyelerin yer aldığı eser üzerinde Bayram Ali Kaya yüksek lisans tezi hazırlamıştır. 3. Edirne Şehrengizi. Neşâtî, eksik olduğu izlenimini veren 144 beyitlik bu mesnevisinde mahallî tasvirlere yer vermemiş, kaleme hitap ettikten sonra on dört güzelin methine geçmiş, “N’ola olsa bu nazm-ı şehrengîz / Medh-i Bayram ile neşât-âmîz” diyerek eserini bir bakıma bu şahıs için kaleme aldığını ifade etmiştir. Mahmut Kaplan tarafından divanın sonunda yayımlanan mesnevinin bazı nüshaları İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 545) ve Süleymaniye (Murat Molla, nr. 417) kütüphanelerinde bulunmaktadır. 4. Şerh-i Müşkilât-ı Örfî. Sebk-i Hindî üslûbunun güçlü temsilcilerinden olan Örfî-i Şîrâzî’nin bazı güç beyitlerini açıklamak üzere kaleme alınan bu küçük eserin yazma nüshaları İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 3655) ve Süleymaniye (Esad Efendi, nr. 1698/3) kütüphanelerinde kayıtlıdır. Neşâtî’nin Fars dili ve edebiyatına, bilhassa sebk-i Hindî üslûbuna olan hâkimiyetini gösteren eseri Turgut Karabey ve Mehmet Atalay yayımlamıştır (Erzurum 1999). 5. Kavâid-i Deriyye. Kavâid-i Fürs adıyla da anılan eserin Neşâtî’ye aidiyeti tartışmalıdır. Eser, ilk defa Uşşâkizâde İbrâhim Efendi ve Şeyhî Mehmed Efendi’nin Şekaik zeyillerinde zikredilmiş, Safâyî tezkiresinde başka bir şaire ait olabileceğini belirtmişse de Sicill-i Osmânî ve Osmanlı Müellifleri gibi kaynaklarda Neşâtî’ye nisbet edilmiştir (Hacı Selim Ağa Ktp., Aziz Mahmud Hüdâyî, nr. 1797/1; İÜ Ktp., TY, nr. 978/2; Köprülü Ktp., Mehmet Âsım Bey, nr. 439). 6. Tu?fetü’l-?uşşâ?. Kaynaklarda zikredilmeyen ve ilk defa Mahmut Kaplan tarafından tanıtılan bu Farsça eser, Sultan Veled’in yetmiş beytinin beşer beyitle mesnevi biçiminde şerhinden ibaret olup 1073’te (1662-63) yazılmıştır (Nuruosmaniye Ktp., nr. 2370/3). 7. Mektup. Başlığından anlaşıldığına göre Edirne’de bulunan Neşâtî’nin İstanbul’da yaşayan bestekâr Hâfız Post Mehmed Çelebi’ye gönderdiği bu tarihsiz mektubun kenarında biri şaire ait, diğeri Nâilî-i Kadîm’in buna nazîresi olan iki şiir kayıtlıdır. M. Kemal Özergin’in bir makale ile tanıttığı mektup dönemin belâgat sanatının özelliklerini göstermesi bakımından önemlidir.