AK Parti’yi eleştirme tekeli
İbrahim Kiras 01 Ocak 1970
Toplumdaki belli bir zümrenin sözcülüğünü üstlenmiş bulunan bazı klavye erbabı ikide bir diyor ki: “Vaktiyle AK Parti’ye destek vermiş olanlar şimdi hiçbir şeye itiraz etme hakkına sahip değiller...”
Bu argümanın mantık dışılığı bir yana, sözü edilen “destek” demokratikleşme, rasyonel ekonomi yönetimi, yargı reformu, insan hakları ve inanç özgürlüğü gibi konularda atılan olumlu adımlara verilmişti. Üstelik şimdi “bugünkü tabloda günahları var” diye suçlananların çoğu bu konularda birtakım sapmalar veya geri adımlar ortaya çıkınca buna da itiraz ettiler. “Bu iktidar neylerse kötü eyler” diyen sabit kademlere karşı “İktidar neylerse güzel eyler” demediler.
Hal böyleyken mevcut iktidara kendi “mahalle”sinden yöneltilen eleştirileri (nedense) değersizleştirmeye yönelik yaklaşım ülkemizdeki muhalefet anlayışının da bir fotoğrafı… 15 yıldır kesintisiz iktidarda bulunan ve bunca zaman içinde yaşanan birçok olumsuzluğa rağmen “iktidar yıpranması” denilen doğal olgudan hiç etkilenmeyen, bilakis oylarını artırmaya devam eden AK Parti bu başarısını biraz da Türkiye’deki muhalefetin karakterine ve kalitesine borçlu.
Muhalefet derken sadece siyasi partileri kasdetmiyorum elbette, sosyolojik bir kesimi ve özellikle bu kesimin tutum ve davranışlarına yön veren seçkinler zümresini kastediyorum daha çok. Bu kesim AK Parti iktidara geldiği günden bu yana “muhalif”.
Ama bu muhalefet -kavramları biraz esneterek kullanıyorum- politik değil ideolojik bir muhalefet. Hatta ideolojik bile değil sosyolojik... Mahalle rekabeti, kabile çekişmesi, futbol kulübü taraftarlığı seviyesinde bir karşıtlık... Onun için iktidar partisini eleştirme tekelinin kendilerine ait olması gerektiğini düşünüyor olmaları normal.
***
Hatırlayın... Bu zümrenin AK Parti’ye itirazı öncelikle buradaki siyasetçilerin eşlerinin başörtüsüneydi. Hatta başkaca somut bir itirazları da yoktu neredeyse. Kategorik olarak önüne gelen her şeye karşı çıkmak siyasi muhalefet demek olmuyorsa tabii…
Sözgelimi iktidar partisi içinde ortaya çıkan ilk büyük anlaşmazlık olan 1 Kasım tezkeresi konusunda itirazcı kanadın temsilcilerinin fikirleri eşlerinin kıyafeti kadar önemli olmadı hiçbir zaman. O dönemde “mahalle” içinden yöneltilen ilk eleştiriler de (tabii sonrakiler de) bu eleştiri sahiplerinin başörtüsünü bir hak olarak savunmaları kadar anlam ifade etmiyordu “karşı” tarafta...
Bu zümre için bir diğer kırmızıçizgi bürokratik oligarşi meselesiydi. Ne yazık ki artık AK Partililerin dilinde iyice anlamını kaybetmiş olarak tekerleme gibi kullanılmaya devam eden “vesayet” meselesi... 27 Mayıs’ta tesis edilen ve 1960’dan bu yana demokratik siyasetin en önemli gündemi olan sistemik sorun. Gözlerini Ak Parti iktidarları döneminde dünyaya açmış olanların hatırlayamayacakları garabet...
Seçilmiş hükümetlerin Genelkurmay ve Anayasa Mahkemesi’nin kontrolü altında ancak sınırlı ve sorumlu iktidarlarına izin verilen düzen... AK Partinin iktidara geldiği dönemdeki iç ve dış şartların da gereğince başlatılan demokratikleşme doğrultusunda gevşetilmesi gündeme gelen düzen...
O dönemde sadece ve sadece iktidar partisinin liderlerinin eşleri başörtülü diye oligarşik bürokratik vesayetin safında yer alanlar, o zaman demokrasi ve milli irade adına bu konuda iktidarı desteklemiş olanları şimdi “herşey sizin yüzünüzden başımıza geldi” diye suçluyorlar.
Oysa geçmişteki bürokratik vesayetin yerine gelen yeni düzenin giderek eskisine benzemeye yönelmesi veya eskisinin aynadaki yansımasına dönüşmesi bir zamanlar demokrasi adına bürokratik vesayete karşı verilen mücadeleyi onaylamış olanların suçu değil.
Üstelik geçmişteki yanlışlara itiraz edenler yeni düzen içinde ortaya çıkan ve günbegün gelişen çoğunlukçuluk eğilimine karşı da eleştirel -veya hiç değilse mesafeli- bir yaklaşım göstermiş oldukları halde bu suçlamayı sürdürmek iyi niyetli bir tutum olamaz.
Belli ki sözkonusu zümrenin iktidardan şikayetleri izlenen siyasetin niteliğinden değil, bu siyaseti uygulayanların kişiliğinden kaynaklanıyor. Mesele demokrasi değil, mesele hukuk değil… Şeffaflık değil, evrensel standartlar değil. Eğer öyle olsaydı aynı kadrolar vaktiyle demokratikleşme, hukukta evrensel standartlar, yönetimde şeffaflık adımları atarken sözkonusu zümreden destek görürlerdi.
Düşünün: 2007’de yine sadece ve sadece “eşi başörtülü olduğu için” Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek üzere kotarılan 367 hokkabazlığını bile savunanlar, Genelkurmayın 27 Nisan e-muhtırasına ses çıkarmayanlar, ses çıkarmamayı bırakın cumhuriyet mitinglerinde “Ordu Göreve” dövizi altında fotoğraf çektirenler bugünlerde “O zaman AK Parti’ye destek vermiş olanların şimdi hiçbir şeye itiraz etme hakkı yok” diyorlar.
***
Bilhassa 2007’deki hadiselere tepki olarak AK Parti’nin oylarında gerçekleşen beklenmedik artış sonrasında toplumdaki kutuplaşmanın yükselmesi yönünde iktidar cenahının bilinçli veya bilinçsiz bir siyaset izlediği doğru. Bu siyasetin en önemli gıdasını siyasal/toplumsal alanda muhalefet pozisyonunu gaspetmiş bir zümrenin sağladığı da doğru ama.
Buna karşılık, başından beri kutuplaştırma siyasetine -cılız bir sesle de olsa- itiraz edenleri bugünkü tablonun sorumlusu saymak haksızlık bile değil, yavuz hırsızın ev sahibini polise ihbar etmesi gibisinden bir yüzsüzlük.