« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

02 Ara

2018

Emir Şekip Arslan

01 Ocak 1970

Emir Şekip Arslan, Ahmed eş-Şerebâsî’nin deyimiyle “Osmanoğulları’ndan daha fazla Osmanlı olmak isteyen” emîrü’l-beyân (belâgatın prensi) Şekip Arslan, 1869’da Lübnan’ın Şuveyfe köyünde, bir Dürzî ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası düşük dereceli bir mahalli memur idi. Arslan Ailesi, Cebel-i Lübnan’da Dürzî aşiretlerinin en şereflilerinden kabul edilmekteydi. XX. yüzyılın başlarında, ailenin bireylerinden kimi memur, kimi hariciyeci, kimi mebus, kimi de edip olmuştur. Şekip’in ailesi Dürzî kimliğini bırakıp İslam’a dönerek Arap-Osmanlı cemiyetinde isim yaptı.
Büyük kardeşi Nesib (öl. 1927) edebiyat çevresi içinde yer alıp, Dünya Savaşı’ndan önce İttihat ve Terakki’nin faaliyetlerine karşı Arap protesto hareketine katıldı. Küçük kardeşi Adil Bey ise, İstanbul’da edebiyat fakültesini bitirdikten sonra 1914-16 yılları arasında Şuf kaymakamlığı, 1916-18 arasında Osmanlı Meclisi’nde mebusluk yaptı. 1925-26’da Suriyelilerin Fransızlara karşı verdiği bağımsızlık mücadelesine katıldı. 1946-49 yıllarında Suriye’nin ilk bağımsız hükümetinde bakanlık yaptı. 1954’te öldü.

Şekip Arslan 1874’te Beyrut’ta Medresetü’l-Hikme adındaki Maruni okuluna girdi. Şekip bu okulda edebiyata yöneldi; Arapça ve Farsça’nın yanı sıra Fransızca’yı da öğrendi. 1881’de mezun oldu. 1886’da (17 yaşında) ilk şiir kitabı yayımlandı. Daha sonra Türkçe’yi de öğrenmesi için Medrese-i Sultaniye’ye gönderildi. Burada bir yıl okudu (1887). Üniversiteye gidemediğinden kendi kendisini yetiştirmek durumunda kaldı.

Medrese-i Sultaniye’de hocası olan Abduh’un etkisinde kaldı. Dersler dışında sohbetlerine de devam etti. Abduh’un 1888’de Mısır’a dönmesi üzerine Şekip Arslan, Şuveyfe nahiye müdürlüğünü üstlendi. Bu görevi iki yıl sürdürdükten sonra istifa etti. 1890-92 arasında iki buçuk yıl seyahat etti. Önce Kahire’ye giderek iki ay Abduh’un misafiri oldu. Bu sırada Sa‘d Zağlul’la ilişkide bulunmuş, Ahmed Zeki’yle dostluk kurmuş, Hidiv Tevfik tarafından kabul edilmiş ve El-Ahram ve El-Müeyyed’e makaleler yazmıştır.
Arkasından, iki yıl kalacağı İstanbul’a gitti. Maliye Bakanı Hasan Fehmi ve Maarif Bakanı Münif Paşa’nın çevresinde bulundu. 1892’de, hayatı boyunca emperyalist bir tehlike olarak göreceği Avrupa’ya (Paris, Londra) geçti. Ahmed Şevki Bey’le tanıştı. Aynı yıl İstanbul’a tekrar döndü ve o sıralarda İstanbul’a gelen Efgani ile görüştü.

Yine aynı yıl Lübnan’a döndü. 1902’ye kadar on yıl şiir yazdı, ilmi araştırmalar yaptı, Kahire ve Beyrut’un meşhur gazetelerinde makaleler yayımladı. “Enerjisini politikaya harcamış olmasaydı, Şevki’nin yerine Arap dünyasında emîrü’ş-şuarâ (şairlerin şahı) olabilirdi.” denilmektedir. El yazması klasik İslami eserleri inceledi, Chateaubriand’ın, Endülüs Müslümanlarını anlattığı Son İbn Serrâc’ın Macerası adındaki romanını çevirerek yayımladı.
1902-1907 yılları, siyaseti Arslan Ailesi’ne itibar kaybettiren mutasarrıf Muzaffer Bey’le mücadeleyle geçti. Şekip, amcası Mustafa’nın yerine kısa bir süre Şuf kaymakamlığı yaptıysa da mutasarrıf Muzaffer’le rakip Canbulat Ailesi’nin baskıları yüzünden istifa etmek zorunda kaldı.

Jön Türklerin teşkilat-ı esasiye kanununu kabul ettirme çabalarını destekledi. Jön Türk hareketinin 1908’deki başarısı üzerine, Şekip Arslan, Arslan Ailesi’nin Şuf’taki hakimiyetinin sembolü olan bu makama tekrar sahip oldu. Ancak onun arzusu kaymakamlık değil, İstanbul’da Cebel-i Lübnan’ı temsil etmek idi. İki yıl bu görevde kaldıktan sonra, mutasarrıfla aralarında geçen bir tartışmadan dolayı istifa eti.
Güçlü bir padişahın gitmesine üzülmekle birlikte, Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra kurulan yeni rejimi ve onun yabancı güçleri dışarı atma çabalarını desteklemekten geri kalmadı. Ona göre Osmanlı’nın yaşaması, askeriyenin yüksek görev kabiliyeti ile donanmasına bağlıydı.

1911 Ekim’inde, Libya’yı işgal eden İtalyan güçleriyle savaşmaya gitti. Bir yılını asker, kurtarma elemanı ve propagandacı olarak geçirdi. Şam’daki Osmanlı komutanlığına bir plan sunarak, bir grup asker ve subayın Libya cephesine ayrılmasını başardı. Arslan komutasındaki ve Bedevi kılığındaki askerler İngiliz kontrolündeki Mısır’ı geçmeyi başardı. Ancak, El-Ariş’ten ileri geçirilmeyerek, bir süre alıkonulduktan sonra bir gemiyle Yafa’ya gönderildi.

Burada duramayan Arslan, bir gemiye binerek Mısır’a geçti. 1912’nin ilk aylarını Mısır Kızılay Teşkilatı’nda çalışarak geçirdi ve bu sırada, Hidiv Abbas Hilmi ile dostluk kurdu. 1912 Nisan’ında Trablusgarp’a gitti. Trablusgarp’ın müdafaasında bulunamadıysa da Enver Paşa’nın dostluğunu kazandı. 1911-12 yılları arasında El-Müeyyed’de yayımladığı makalelerde Osmanlı mefkûresine olan bağlılığı ile Batı emperyalizmine duyduğu düşmanlığı ortaya koydu.

Osmanlı kuvvetlerinin Trablusgarp’tan çekileceğini öğrendiğinde İstanbul’a giderek, hükümeti Kuzey Afrika’da savaşmaya ikna etmeye çalıştıysa da başarılı olamadı. Ona göre “Trablusgarp’ın çölleri savunulamazsa, Şam’ın bahçeleri de savunulamaz”dı. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte, Arslan, Kızılay’la Mısır Yardımseverler Derneği’nin imkânlarını Balkan muhacirleri için seferber etti.

Trablusgarp’ın iç politik çekişmeler yüzünden kaybedildiğine, dolayısıyla güçlü bir hükümetin işbirliği ve birleşme programına ihtiyacı olduğuna inanan Şekip Arslan, Babıâli Baskını sonrasında kurulan yeni rejimi destekledi ve adeta onun sözcülüğünü yaptı. Yeni rejimin gayelerini Arap halklarına anlatma görevini üstlendi. 1913’te, bu görevle Beyrut, Şam ve Kudüs’e gitti. Abdülaziz Çaviş’le Medine’ye bir propaganda gezisi yaptı.

Ancak onun hareket noktası, iç politika malzemesi olmadığı gibi, ideolojik yönleri ağır basan sözcüler gibi, Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük ve Arapçılık zihniyeti ile de bağdaşmıyordu. Pratik bir mesajı vardı: Parçalanmış bir imparatorluğun Avrupa’ya yem olacağını. Arap ülkelerinin merkezlerinde Araplarla Türkler arasındaki bölünmenin çok garip ve de gereksiz olduğunu; imparatorluk mefkuresine sıkı sıkıya sarılmak gerektiğini; yabancı güçlerin, Türklerle Araplar arasında anlaşmazlık bulunduğu kanaatini yayarak bu yolla kendi çıkarlarına kapı araladıklarını; Osmanlı topraklarını ele geçirip kolonileştirmek istediklerini savundu. Yine bu kaygıyla, Arap reformcularına saldırarak, Osmanlıcılık fikri etrafında birleşmek gerektiğini ifade etti. Bu yüzden, başta Reşid Rıza olmak üzere pek çok kimsenin şimşeklerini üzerine çekti.
1913 yazında, İttihatçı hükümet tarafından, Arap görüşünün dile getirileceği ve uzlaşma yollarının aranacağı bir dizi konferansa katıldı. Devleti tenkit etmeyi onu sabote etmek olarak algılayan Şekip Arslan’a göre, birleşik merkezi otorite, bölgesel otonomi anarşisinden daha iyiydi. Yine o, Abdülhamid’in siyasetinin geçerliliğine, bu siyasette yapılacak değişikliklerinse ancak bozgunla sonuçlanacağına inanmaktaydı.

Nisan 1914’te, Havran’dan mebus seçildi. Bu sıralarda Suriye’ye giden Cemal Paşa’nın siyasetinin, ailesinin hususi imtiyazlarını ortadan kaldırmasına ses çıkarmadı. O, Avrupa gözetiminde ve Hıristiyan yönetimindeki bir özerk bölge yerine, Müslüman Osmanlı Devleti’nin insanı fazla sıkmayan şemsiyesi altında yaşamayı tercih ediyordu. Kanal hareketi sırasında Dürzîlerden 120 kişilik bir gönüllü birliği oluşturarak başlarına geçti.

1914-16 yılları arasında Cemal Paşa’nın çevresinde yer aldı. Yüzlerce Arap soylusunun ve binlerce kişinin Kudüs ve Anadolu’ya sürülmesi, 1915-16’da Arap liderlerinin idam edilmesi ve açlığa karşı verilen savaşın kaybedilmesi yüzünden, ilerleyen yıllarda pek çok suçlamayla karşı karşıya kaldı. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla Şekip Arslan, olayları elinden geldiğince önlemeye çalışmışsa da başarılı olamamıştır.

1916 yazında Beyrut’ta evlenen Şekip Arslan, o yılın sonlarında Suriye’den ayrıldı. Sonraki bir yılın büyük bir kısmını, İstanbul’da uluslararası kuruluşların Lübnan’a yardım etmelerini sağlamak için hükümet ve meclis nezdinde mücadele ile geçirdi. 1917’nin son çeyreğiyle 1918 ortalarında Enver Paşa’nın ricasıyla ve özel görevlerle Almanya’ya gitti. İstanbul’a dönerken, yolda karşılaştığı İstanbul’dan kaçan bir grupla birlikte tekrar Berlin’e döndü. Oradan İsviçre’ye geçerek, yirmi sekiz yıl sürecek sürgün hayatının ilk yılını burada geçirdi.

1919 yılının büyük kısmını İsviçre’de geçiren Arslan, tekrar Berlin’e döndü. İttihat ve Terakki’nin burada yaşayan liderleriyle bağlantıya geçti. Talat Paşa’nın yardımıyla, Berlin’deki Müslümanları biraraya getirmek için kurulan Şark Kulübü’ne başkan seçildi. 1921 Haziran’ında Enver’in isteğiyle Moskova’ya seyahat etti. Bu seyahat “komünist sempatizanı” diye anılmasına sebep oldu.

1921 yazı sonlarında, Cenevre’de yapılan Suriye-Filistin Kongresi sekreterliğinde bulundu. 1922 Mayısı’nda Cenova’da, Mazlum Halklar Birliği Kongresi’ne katılarak bir konuşma yaptı. Yine aynı yılın temmuzunda, Londra’da, Milletler Cemiyeti’nin Suriye ve Filistin için alınan manda kararını tescil etmesini protesto etti. Ağustos ayında Roma’ya giderek İtalyanların Milletler Cemiyeti’nde yardımını sağlamaya çalıştı.

1920 yılından başlayarak, Arap meseleleriyle ilgili görüşlerini içeren tebliğler yayımladı; ki bunların en önemlisi, münferit Arap devletlerinin zaaflarını kapatmak üzere bir Arap Milletler Cemiyeti’nin kurulmasını istediği 1923 tarihli tebliğdi.

İttihatçı liderlerin ortadan kalkmasıyla, Osmanlı’nın toparlanıp ayağa kalkamayacağına inanan Şekip Arslan’ın, Türkiye’de kurulan cumhuriyete karşı tepkisi, ilgisini Osmanlı eyaleti olan Arap topraklarının Avrupalılarca işgaline yöneltmek oldu. 1923 sonlarında, Fransızları Suriye’den atmak için ortak bir Türk-Arap cephesi kurmak amacıyla İstanbul’a gitti. Ancak Mustafa Kemal, Türkçe konuşmayan bölgelerde Osmanlı sınırlarını yeniden oluşturma yönündeki istekleri kabul etmedi.
Bunun üzerine Arslan, Mersin’e yerleşerek 1924’ün ilk sekiz ayını burada geçirdi. 1924 ilkbaharında, altı yıldır göremediği ailesiyle buluştu. Yaz sonlarında ailesini orada bırakarak, birkaç aylığına Avrupa’ya döndü. İsviçre’de sürgün Arap liderleriyle temasa geçti ve Berlin’de Alman yetkililerle görüştü. 1925 yılı Ocak ayında tekrar Mersin’e geldi. Sekiz ay daha kaldıysa da, siyasi-sosyal hiçbir faaliyette bulunamadığı bu şehre yerleşmeyi düşünmedi.

1925 yazında, Suriye’de Fransız mandasına karşı isyan başladığında, Kahire ve Avrupa’daki sürgünler tarafından, bir delegasyonun Milletler Cemiyeti nezdinde Suriye’nin menfaatlerini temsil etmesi önerisinde bulunulduğunda, Arslan, bu sorumluluğu yüklenmek üzere Avrupa’ya dönmeye karar verdi ve İsviçre’de sürekli ikamete başladı.

Bundan sonraki hayatı, Arap-İslam ülkelerinin bağımsızlığı mücadelesiyle geçen Şekip Arslan, 9 Aralık 1946’da Beyrut’ta, geride onlarca değerli eser ve yüzlerce makale bırakarak hayata gözlerini yumdu.

Geniş bilgi için, bu biyografiyi özetlediğimiz şu esere bkz. William L. Cleveland, Batı’ya Karşı İslâm, Şekip Arslan’ın Mücadelesi, Türkçesi: Selahattin Ayaz, Yöneliş Yayınları, İstanbul, 1991

Ziyaret -> Toplam : 125,36 M - Bugn : 119521

ulkucudunya@ulkucudunya.com