Mehmet Râkım ELKUTLU (ö. 1948)
Bekir Sıtkı Sezgin 01 Ocak 1970
Türk bestekârı.
İzmir’de doğdu ve orada yaşadı. Doğum tarihi kendi ifadesine göre Cemâziyelevvel 1288 (Ağustos 1871) ise de onun hayatına dair yazılanların tamamına yakınında 1869, 1870 ve 1872 yılları olarak geçmektedir. Babası, Hisar Camii imam-hatiplerinden Şuayb Efendi, annesi Sıdıka Hanım’dır. Öğrenimini İzmir İdâdîsi’nde tamamladı. Bu arada Zağralı müderris İsmâil Efendi’den dinî ilimler tahsil etti. Yedi yaşlarında iken, İzmir Mevlevîhânesi şeyhi ve amcası olan neyzen Emin Dede’den mûsiki meşkederek kısa zamanda belli bir seviyeye geldiğinden dergâhtaki âyinlere katılmaya başladı. On yedi yaşında mevlevîhânenin na‘thanlığına, yirmi sekiz yaşında ise kudümzenbaşılığına getirildi. Emin Dede’den yirmi yaşına kadar ders almaya devam etti. 1892’de babasının vefatı üzerine Hisar Camii imam-hatipliğine tayin edildi. İzmir’in Yunanlılar’dan kurtarılmasından sonra adliyede başladığı Mahkeme-i Şer‘iyye Dairesi’ndeki vazifesinin dışında hayatının son günlerine kadar bu görevini sürdürdü. Bu sebeple çevresinde Râkım Hoca diye tanındı. 3 Ekim 1946’da kurulan İzmir Türk Mûsikisi Cemiyeti reisliğine getirildi. 4 Aralık 1948 tarihinde İzmir’de vefat etti ve Kokluca Mezarlığı’na defnedildi. Hisar Camii’nde kılınan cenaze namazı esnasında civardaki açık bir radyodan, Râkım Hoca’nın bayatî makamında bestelemiş olduğu, “Bana hiç yakışmıyor böyle intizâr şimdi. Mâtemzede gönlümde hayat bir mezar şimdi” mısraları ile başlayan eserinin okunması, namaza katılan cemaatin gözyaşlarını çoğaltan bir hâtıra olarak hâfızalardadır.
Râkım Efendi bestekârlığı, hânendeliği ve hocalığı ile zamanının önemli mûsikişinasları arasında yer almış bir sanatkârdır. Küçük yaşta amcası ile başladığı mûsiki çalışmalarını onun vefatından sonra o yıllarda İzmir’de bulunan ünlü bestekâr Tanbûrî Ali Efendi’ye beş yıl kadar devam ederek sürdürdü ve mûsikinin amelî ve nazarî inceliklerini öğrendi. Ayrıca on yıl meşkettiği yerli Musevî sanatkârı Santo Şikârî’den geniş bir repertuvar elde etti. Bu arada, İzmir’de bulunan, Zekâî Dede’nin öğrencilerinden bestekâr Hâfız Aziz Efendi’den de faydalandı. Dayısı şeyh Nûreddin Efendi’nin teşvikiyle yirmi yaşında bestekârlığa başlayan Râkım Hoca’nın çok süratli beste yaptığı ve şiir seçmekte büyük titizlik gösterdiği bilinmektedir. İlk eseri, sözleri Abdülhak Hâmid’e ait “Hayrân-ı cemâl olmağa cidden emelim var” mısraı ile başlayan dügâh şarkısıdır. Eserlerinde Şeyh Galib, Fuzûlî ve Nâbî gibi divan şairlerinin yanı sıra daha çok avukat Nahit Hilmi Özeren, gazeteci Orhan Rahmi Gökçe ve yeğeni Adviye Hanım’ın şiirlerini kullanmıştır. İnşâ üslûbunda âni esprilerin gözlendiği eserlerinde ince bir romantizm ve makamları kullanışında büyük bir ustalık göze çarpar. Eserlerindeki üslûp, tavır ve eda sebebiyle bestekârlıkta Şevki Bey’e benzetilmiştir. Otuz beş yaşlarında iken Şeyh Nûreddin Efendi’nin âyin olarak bestelenmesi için kendisine verdiği güfteyi bir gecede besteleyerek mûsikinin bu büyük formunda da üstat olduğunu kabul ettirmiştir. Karcığar makamındaki bu âyini mevlevihâneler kapatılıncaya kadar hemen her dergâhta okunmuş ve Konya Mevlevîhânesi’nce de arşive alınmıştır. Büyük bestekâr olmak için her formda eser vermenin gerekli olduğu fikrini savunan ve bu konuda Hamâmîzâde İsmâil Dede’yi kendisine örnek alan Râkım Hoca dinî ve din dışı sahada âyîn-i şerif, tevşîh, durak, ilâhi, beste, ağır semâi, yürük semâi, şarkı, türkü, marş, peşrev ve saz semâisi formlarında kendi ifadesine göre 600’e yakın eser bestelemiştir.
Râkım Hoca aynı zamanda dik ve gürce sesi, etkili üslûbu ve usta tavrıyla mûsiki çevrelerinde daima sevilen ve aranan bir hanende olmuştur. Mûsiki nazariyatındaki derin bilgisine ve hisar-aşiran adlı yeni bir makam terkip etmesine rağmen nota öğrenmemiştir. Bundan dolayı bestelerini çoğunlukla kanunî Fethi ve kemanî Reşat Aysu notaya alırlardı. Nota öğrenmemesinin sebebi ise herhalde meşk geleneğine verdiği önemdir. Eski musikişinaslar tarafından eserler meşk yoluyla, yani şifahî olarak ustadan çırağa aktarılmak suretiyle ezberletilerek öğretildiğinden nota eserin ezberlenmesine mâni bir unsur olarak görülürdü.
Tanbûrî Ali Efendi’den sonra İzmir’de Türk mûsikisinin tanıtılması yönündeki gayretleri sonucu iyi bir mûsiki çevresinin oluşmasında hizmetleri olan Râkım Hoca’nın yetiştirdiği talebelerden Muallâ Geçergün (Kılıç), Hüseyin Mayadağ, neyzen Ahmet Yardım, Kerim İleri, Hâfız Kemal Çavuşoğlu, Hâfız İsmail Özses, İsmail Demirdöven, İsmet Çetinsel, İsmet Yazar ve Bekir Sıdkı Sezgin, sonraları İzmir Radyosu sanatçıları kadrosunu oluşturdular.
Mütevazi ve son derece esprili bir kişiliğe sahip, sanatkârlık derecesinde olmamakla beraber ney üflemesini de bilen Râkım Hoca, aynı zamanda Mevleviyye ve Rifâiyye tarikatlarına mensuptur. İzmir mevlevîhânesi şeyhi Nûreddin Efendi’nin vefatında, oğlu Celâleddin’in yaşının küçük olması üzerine Konya’dan gelen emirle meşihat makamına nezaret etmiştir. Ayrıca bu sıralarda, Beyler sokağında bulunan Rifâî Dergâhı’nı tedvîrle de görevlendirildiği ifade edilmektedir. Râkım Elkutlu için 1947 yılında İstanbul’da Münir Nurettin Selçuk’un önderliği ve çabaları ile bir jübile düzenlenmiştir.