Rejimin ‘gerçeği’
Ergin Yıldızoğlu 01 Ocak 1970
Siyasal İslamın gerek siyasi liderliğinin gerekse organik entelektüellerinin simgesel evreninde, gelecek beklentilerinde “iktidardan gitmek olasılığı” yok. Peş peşe gelen referandumlarda ve OHAL altında çıkarılan yasalarla, devletin disiplin-cezalandırma kurumlarındaki kadrolaşmalarla, seçimleri kendileri için bir tehlike olmaktan çıkardılar. Ancak, içleri bir türlü rahat edemiyor.
‘Parlamenter’ mi ediniz?
Haksız da değiller! Başlangıçta, “bu ülkenin yüzde 99’u Müslüman”, “nasıl olsa bizden” diyerek avunuyorlardı. Gezi olayından, 2015 Nisan seçimlerinden sonra, nüfusunun çoğu Müslüman olan bu ülkede aslında azınlık oldukları, bundan sonra ancak hileyle, hatta zor kullanarak ayakta kalabilecekleri kafalarına dank etti.
Bu durum, hayal ettikleri yaşam tarzıyla, ekonomik ve siyasi çıkarlarla, parlamenter demokratik pratikleri bağdaştıramadıklarından, onlar için çok ciddi bir sorundur. Bu sorun onlarda dinmek bilmez bir gerginlik yaratıyor. “Cumhur İttifakı” dedikleri şeye bu derecede, denize düşen yılana sarılır misali sarılmak, işte bu gerginliğin ürünüdür.
Hem içinde bu gerginliği yaşayıp hem de dışında “burası demokratik bir ülkedir” fantezisini korumak son derecede zor. Bu fantezinin bastırıp gizledikleri rejimin Gerçeği her fırsatta kendini gösteriyor.
Bu Gerçek, seçim gecesi, daha resmi sonuçlar açıklanmadan “atı alan Üsküdar’ı geçerken”, “ya bu geçişi engellemek isteyenler olursa” korkusuyla birtakım silahlı tipleri sokağa dökerken kendini göstermişti. Daha yakınlarda “beğenmezsek kayyım atarız” açıklamaları da bu Gerçeğin (seçmenin iradesi bizi bağlamaz) bir tezahürüdür.
Ekonomik kriz, giderek derinleşiyor, kaynak dağılımı giderek bozuluyor, Merkez Bankası rezervleri hızla tükeniyor. “Piyasa ekonomisi” fantezisi de hızla, faizlere, fiyatlara, Merkez Bankası’na, enflasyon hesaplarını yayımlayan bürokratlara, hatta “soğancılara” müdahalelerin basıncı altında parçalanıyor; çatlaklarından yine rejimin Gerçeği ortaya çıkıyor.
Fanteziler dağıldıkça, siyasal İslamın liderliğinin ve organik entelektüellerinin ruhsal gerginliği artıyor; rejimin Gerçeği, ağızlarından dışarı kaçıveriyor.
Ya biz ya iç savaş
Parlamenter demokratik bir rejimde, hiçbir hükümet / yönetim, seçimlerde kendisine oy kaybettirmek isteyenleri -muhalefetini- “kaos ittifakı” olarak tanımlayamaz. Muhalefetin görevi ve amacı, hükümeti kurmuş olan partiye oy kaybettirmek, onu düşürerek yerine yeni hükümeti kurmaktır. Ancak bugün Türkiye’deki rejimin Gerçeği şudur: Bu rejim ne parlamenterdir ne de demokratik.
AKP yanlısı Sabah’ın yazarı Salih Tuna’nın 21 Kasım 2018 tarihli “Tercih mi zaruret mi” başlıklı yazısında, bu Gerçek birçok yerde kendini gösteriyor.
Yazar, kendi cemaatlerinde âdet olduğu üzere muhalefeti “kaos ittifakı” olarak niteliyor ve devam ediyor.
“Önümüzdeki yerel seçimlerde AK Parti’yi oy kaybına uğratmak, ‘kaos ittifakının’ yegâne hedefi.” Yazarın, Gezi olayı sırasında yakalandıkları kolektif PTSD (Travma sonrası stres bozukluğu) hastalığı da nüksediyor: “ ‘Sistem değişikliği halktan güvenoyu almadı’ tezviriyle erken seçimi zorlayacaklar, gerekirse sokakları harekete geçirmeye çalışacaklardır... Yıllar yılı zehirledikleri sosyolojileri buna aşeriyor zaten...
Söylemeye dilim varmıyor ama söylemesem de olmaz: Bu yolun sonu maalesef iç savaştır!..” (abç). Yazara göre Cumhur İttifakı “ölümüne” kurulmuştur. “Şu belediyeyi ben aldım sen aldın; meclis üyesi o oldu bu oldu gibi” sıradan demokratik kaygılar, yazara göre “küçük hesaplardır”, esas olan “Türkiye’nin bekasıdır.” Demek ki, Cumhur İttifakı’na oy kaybettirmeye kalkan muhalefet aslında Türkiye’nin bekasına karşıdır. Demek ki, yazara göre, muhalefet esas olarak vatan hainidir. Eh, muhalefet vatan haini ise, bunun mantıki sonucu, “iç savaşın” kaçınılmaz olarak gündemdeki olasılıkların arasına girmesidir.
Siyasal İslam son seçimlere de adeta kıyamete gider gibi gitti. Sık sık iç savaştan söz etti, silah gösterdi. Biz birçok kez uyardık ama CHP, liberal entelijansiya, rejimin, her fırsatta yüzünü göstererek sırıtan bu Gerçeğini görmezden geldi. Hadi daha insaflı davranalım “göremedi” diyelim. Ancak bu dünkü durumdu. Şimdi, yerel seçimlere, bu deneyimi de yaşamış olarak gidiyoruz.
AKP liderliği “beğenmezsek kayyım atarız” diyor. Geçmişte birçok kez yararlandığı AİHM’nin kararına “bizi bağlamaz” diyor, Siyasal İslamın organik entelektüelleri yine iç savaştan söz ediyor. Medya ve sokaklardaki neredeyse total kontrole değinmek artık gereksiz. Ve CHP, bu ortamda, “kaos ittifakı” olmak bir yana, sandığa durumu tamamen kabullenerek ve adeta, “düzenin içine kurulmuş” bir meşruiyet yaratma makinesi olarak gidiyor.