'AKP'nin iktidara gelişi Türkiye'nin renkli devrimiydi'
Ceyda Karan 01 Ocak 1970
Fatih Yaşlı’ya göre ‘Sorosculuk’ olgusunu anlamak için komplo teorileri yerine Sovyetler’in dağılmasıyla ortaya çıkan küreselleşme ve emperyalizmin işleyişine bakmalı. Neoliberalizmin bugün sağ popülist dalgaya yol açtığını, bunun faturasının bu kez liberalleri vurduğunu belirten Yaşlı, “AKP’nin iktidara gelişi Türkiye’nin renkli devrimiydi” dedi.
Batı'nın 2000'lerde neoliberal ajandası doğrultusunda Doğu Avrupa dahil eski Sovyet coğrafyasında teşvik ettiği ‘renkli devrimler', sağ popülist, milliyetçi ve neofaşist yönetimler üretmişken; süreç ekonomik kriz eşliğinde bumerang olup Batı Avrupa'yı vurmaya başladı. Neoliberal ajandanın sembolü olmuş ‘Sorosculuk' ve Açık Toplum Vakfı'nın ‘taşıyıcı değerleri' Doğu Avrupa'dan birer birer ‘kovulurken', Fransa'da Macron hükümetinin neoliberal ekonomik programına isyan dalgası yayılıyor. Fransa'daki gelişmelerin yakından izlendiği Türkiye'de ise 2013 Gezi olaylarının yıllar sonra ‘Sorosculuk' ve ‘Açık toplum Vakfı' üzerinden yeniden gündeme taşınması dikkat çekiyor.
Küreselleşme/neoliberalizme karşı ‘isyan hali' ışığında dünyada ve Türkiye'de ‘Sorosculuk' olgusu ve Gezi olaylarını dış güçlere bağlama girişimlerini, son dönemde bu konuda üç makale kaleme almış Abant İzzet Baysal Üniversitesi'nden akademisyen ve Birgün Gazetesi yazarı Dr. Fatih Yaşlı ile konuştuk.
‘SOROS RENKLİ DEVRİMLERİN SADECE BİR SİMGESİ, KOMPLO TEORİLERİ ÜRETMEK YERİNE EMPERYALİZMİN İŞLEYİŞİNİ ANLAMAK LAZIM'
Fatih Yaşlı'ya göre, Soros olgusu ve Açık Toplum Vakfı'nı anlamak için komplo teorileri üretmek yerine Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrası ortaya çıkan küreselleşmeyi iyi anlamak lazım. Batı'dan yayılan neoliberal akım eşliğinde dünyaya refah ve barış getireceği iddiasıyla Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan ve Orta Asya ülkelerinde ‘renkli devrimlere' girişildiğini anlatan Yaşlı, asıl ‘emperyalizmin işleyiş biçimi, diğer ülkelere nasıl sirayet ettiği, oradaki ajanlarını bir takım kurumları, vakıfları, kişileri ve medyayı nasıl kullandığına odaklanılması gerektiğini' vurguladı:
"Soros diye birinden bahsettiğinizde, Açık Toplum Vakfı diye bir vakıftan bahsettiğinizde komplo teorilerine yol açabilecek şekilde bir bakış açısına sahip olmamak lazım. Soros diye bir adam var, Açık Toplum diye bir vakıf var, dünyanın çeşitli yerlerinde bu adamların ajanları var, o ajanlar gidip o ülkeleri karıştırıyorlar ve sonrasında da kendi istedikleri yönetimleri iktidara getiriyorlar. Bu doğru bir bakış açısı olmaz. Bunun yerine asıl bakılması gereken yer, esas olarak emperyalizmin işleyiş biçimi, emperyalizmin diğer ülkelere nasıl sirayet ettiği, oradaki ajanlarını birtakım kurumları, vakıfları, kişileri nasıl kullandığı, medyayı asıl kullandığı bunlara odaklanmak lazım. Dolayısıyla George Soros ve Açık Toplum Vakfı diye bir vakıftan ve bir kişiden bahsetmek her şeyden önce komplo teorilerini bir yana bırakıp, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılması ve reel sosyalizmin çözülüşü sonrası küreselleşme diye adlandırdığımız ve dünyanın her tarafında kapitalizmin zaferinin, kapitalist ideologlar tarafından ‘tarihin sonu' altında kutlandığı bir dönemle ilişkilendirmek bu döneme bağlayarak Soros'u ve Açık Toplum Vakfı'nı anlamak lazım. Sosyalizmin çözülüşünden sonra özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nden ve Batı'dan yayılan neo liberal akım, küreselleşmenin ideolojisi dedi ki kapitalizm dünyaya refah, barış getirecek, kapitalizmle demokrasi ancak bir arada yaşayabilir, kapitalizm olmadan demokrasi, demokrasi olmadan kapitalizm olmaz. Bu söylemlerin pratikteki yansımasıysa bu renkli devrimler oldu. Dünyanın çeşitli coğrafyalarında Amerikan çıkarlarına aykırı olduğu varsayılan, küreselleşmenin öncesine denk düştüğü sayılan birtakım rejimler renkli devrimler adını verdiğimiz ve merkezinde sivil toplumculuğun bulunduğu yöntemlerle devrildiler. Sırbistan'da, Ukrayna'da, Gürcistan'da oldu, orta Asya Cumhuriyetlerinde genelde Lübnan'da denendi vs. Tüm bu renkli devrimler içerisinde elbette Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'ya bağlı birtakım kurumlar hem istihbarat örgütleri hem sivil toplum kuruluşları birtakım müdahalelerde bulundular. Eylemcilere birtakım eğitimler verdiler, radyo yayınları yaptılar, gazeteleri desteklediler. Bunları yaparken aslında bunların provasını 1990'lar öncesinde yani henüz Sovyetler Birliği yıkılmamışken çeşitli ülkelerde zaten denemişlerdi. Polonya'daki dayanışma hareketinde, Macaristan'da vs. bunun provası yapılmıştı. Bu açıdan bakıldığında Soros tüm bu renkli devrim süreçlerinin simge ismi oldu. Bu simgeye bakarken birtakım ulusalcı milliyetçi çevrelerden yükselen komplovari teorilerin yerine tarihsel, sınıfsal bir perspektifle dünya sisteminin işleyişine emperyalizmin mekanizmalarına odaklanmak ve esas olanın o odaklar olduğunu, Soros'un ise bir sembol bir simge olduğunu görmek anlamak, bilmek lazım."
‘LİBERALİZM VE FAŞİZM ARASINDA VAROLUŞSAL BİR İLİŞKİ VAR'
Yaşlı bu neoliberal dalganın bugün gelinen sonuçlar itibarıyla sağ popülist dalgaya neden olduğunu belirtti. Sağ popülist dalga yahut neofaşizmin liberalizmin Frankestrein'i olduğunu belirten Yaşlı, liberalizm ile faşizmi birbirinin anti tezi olarak görmek yerine birbiriyle varoluşsal ilişkisine dikkat çekti. 2008'de kapitalizmin küresle olarak girdiği krizin sağ popülist akımları yükselişe geçirdiğini anımsatan Yaşlı, sol ve sosyalist fikirlerin zayıf olduğu bir konjonktürde kitlelerin göçmen ve yabancı düşmanlığı ile ırkçılığın yönelmesine vurgu yaptı. Yaşlı, neoliberalizmin yarattığı sefilliğin faturasının bumerang misali bu kez liberalleri vurmaya başladığını anlattı:
"Bugünkü sonuçlar açısından bakıldığında şu an dünyada yükselen bu sağ popülist dalganın ya da neofaşizmin aslında liberalizmin Frankenstein'ı olduğunu, çünkü bizzat liberalizm tarafından yaratıldığını söylemek mümkün. 1930'lu yıllarda Nazizm'in ve faşizmin yükselişini inceleyen özellikle Marksist bilim insanları hep şunu söylemişlerdir. Liberalizm ve faşizm arasında öyle ya da böyle bir varoluşsal ilişki vardır. Kapitalist sitemle de faşist sitem arasında bir ilişki vardır. Kapitalizmin krize girdiği, hegemonyasını devam ettiremediği, meşruiyet bunalımı yaşadığı dönemlerde faşist hareketler yükselir ve sermaye sistemi bunların önünün açılmasına cevap verir. Liberalizm ve faşizmi birbirinin anti tezi olarak görmek yerine birbiriyle varoluşsal ilişki içinde olan ki ideoloji olarak değerlendirmek daha doğru olur. Dolayısıyla bugün de neoliberalizmin yükselişi ve sonrasında girdiği krizle neofaşizm ya da sağ popülizmin şu anki yükselişi arasında sanıyorum ki bir bağlantı var, bunu görmek zorundayız. Özellikle 2008'de kapitalizmin küresel olarak yaşadığı kriz sonrasında Batı'da neofaşist akımlar ya da sağ popülist akımlar yeniden yükselişe geçti. Çünkü solun olmadığı, sosyalist fikirlerin zayıf olduğu bir konjonktürde sokaktaki insanlar sıradan vatandaşlar yoksullaşmalarının ve maddi olarak yaşadıkları kayıpların faturasını bir yerlere kesmek zorundaydılar. Burada da kesilen yer birincisi küreselleşme olgusu oldu ve küreselleşmenin aslında yarattığı kapitalist gelişmelere değil de küreselleşmeyle birlikte hızlanan göçmen dalgasına yoğunlaşırdı. Nasıl ki 1930'larda Alman halkının önemli bir bölümü yanlış bir şekilde kapitalizmin faturasını Yahudilere kestiyse, şimdi de Batı Avrupa toplumlarının önemli bir bölümü yaşadıkları sefaletin yoksulluğun gerisinde mültecileri görmeye başladığını, tam da yabancı düşmanlığına, ırkçılığa yaslanan bir dalganın büyüdüğünü görüyoruz. Tam da bu nedenle zaten nasıl ki bir zamanlar küreselleşmenin ve liberalizmin simge ismi Soros olmuşsa ama bu pozitif bir simgeydi, şimdi de küreselleşme hedef tahtasına yerleştirildiğinde ve daha ulusalcı bir bakış açısı moda hale geldiğinde bu sefer süreç tam tersine döndü. 1990'ların 2000'lerin başının pozitif anlamda simge ismi olan ve Soros ve Açık Toplum meselesi ekonomi dünyasında bambaşka bir imaja büründü ve adeta bir günah keçisi haline getirildi. Bütün bu küreselleşme ve liberalizm dalgalarının arkasında tek başına Soros diye bir adam varmış gibi bir izlenim yaratılmaya çalışıldı. Liberaller 2000'li yıllar boyunca neoliberalizme kendilerini öyle bir kaptırdılar ki neoliberalizmin yarattığı sefilliğin faturası bir şekilde bumerang misali bu sefer onları vurmaya başladı."
‘ARAP BAHARI BAŞLANGIÇTA NEOLİBERALİZME VERİLEN BİR TEPKİYDİ, SİYASAL İSLAM BU DEVRİMİ ÇALDI'
Neo liberalizm ve ‘renkli devrimler' sürecinin Ortadoğu'daki görünümlerini de yorumlayan Yaşlı, Arap ülkelerinde 1970'lerden bu yana liberal politikalara karşı zaman zaman sınıfsal temelde isyan halleri görüldüğünü anımsattı. Yaşlı, 2011 sürecinde ise so dönemdeki öncüsüz, siyasi örgütsüz ve politik programsız hareketlenmeler karşısında emperyalizm hem de siyasal İslamcıların devrimci süreçleri ‘çalmasına' atıf yaptı:
"Arap Baharı'nın başlangıcında da neoliberalizme verilen bir tepkinin olduğunu görmek mümkün. Mısır'da dalga başladığında aslında Mısır'ın 1970'lerin sonundan itibaren içerisine girdiği liberalleşme politikalarının bir sonucu vardı. O isyanların öncesinde ekmek, gıda isyanları var, tekstil işçilerinin isyanları var. Dolayısıyla o isyanların gerisinde de çok açık şekilde sınıfsal saikler vardı. İnsanların açlık yoksulluk kaygıları bir yandan da otoriter yönetimlere karşı yıllardır devam eden otoriter ve dibine kadar yolsuzluğa batmış yönetimlere karşı bir öfkeye dönüşmüştü. Ancak son 15 senedir biliyoruz ki bunu Gezi'de de Arap Baharı'nda da gördük, Sarı Yeleklerde de görüyoruz, toplumsal hareketler son 5-10 senedir bir öncü olmadan, bir siyasi örgüt olmadan, bir politik program olmadan çoğu zaman kendiliğinden ve tabandan doğru gelişiyor, bunun da birtakım sonuçları oluyor. Bir süre sonra sokaktaki varlığınız devam etse bile ideolojik, politik bir hattınız, teorik bir doğrultunuz olmadığı için bu hareketler ya sönümleniyorlar ya da daha güçlü ideolojik hattı olan örgütlenmeler tarafından kapsanıp yönleri değiştiriliyor. Arap Baharı'nda da çok benzer bir şey oldu. Aynı anda hem emperyalizm hem siyasal İslam bu süreçlere müdahale etti ve bu hareketler başlangıcı itibariyle sınıfsal, özgürlükçü, demokratik potansiyelleri olan bu hareketler bir süre sonra siyasal İslamcıların, Mısır ve Tunus örneğinde olduğu gibi iktidara gelmeleriyle sonuçlandı. Benzer bir hikaye Suriye'de denenecekti, ama başarılamadı. Bu açıdan bakıldığında aslında Arap Baharı meselesinin doğrudan 2000'lerin başındaki renkli devrimlerle birebir benzediğini söylemek çok mümkün değil, aralarında ciddi farklılıklar var. Ama öte yandan bakıldığında İslamcıların bu devrimleri çalmaları başlarına geçme anlamında ise hareketlerin hepsinin politik önderlikten teorik doğrultudan yoksun olmalarının bulunduğunu söylemek mümkün."
‘TÜRKİYE'DEKİ DURUM GÜRCİSTAN, UKRAYNA VE SIRBİSTAN'DA YAŞANANLARDAN BAĞIMSIZ ELE ALINAMAZ'
Fatih Yaşlı'ya göre Türkiye'nin durumu da 2000'lerin başındaki Gürcistan'dan, Ukrayna'dan ve Sırbistan'dan bağımsız ele alınamaz. "AKP'nin iktidara gelişi Türkiye'nin renkli devrimi" diyen Yaşlı, bir NATO üyesi olan Türkiye'de eski Sovyet coğrafyasından farklı olarak büyük eylemlere gerek kalmadan, sandık eliyle ve farklı mekanizmalar kullanılarak neoliberal düzenin tesis edildiğini kaydetti. Bu süreçte Gülen cemaati ve siyasal İslam'la ittifak eden liberal aydınların iktidar partisinin akıl hocalığını yaptıklarını belirten Yaşlı, bunlar arasında Soros'a ve Açık Toplum'a hayırhah bakanların da bulunduğunu anımsattı:
"2014'te yayınlanan ‘AKP, Cemaat, Sünni-Ulus' adlı kitabımın bölümlerinden birinin adı şudur: ‘AKP'nin iktidara gelişi Türkiye'nin renkli devrimi'. Daha 2014'ten öncesinde de yazmış olduğum yazılarda Türkiye'deki AKP iktidarının 2000'lerin başında Gürcistan'da Ukrayna'da Sırbistan'da yaşananlardan bağımsız olarak ele alınamayacağını, DSP-MHP-ANAP hükümetinin koalisyonunun devrilmesinin ve sonrasında Türkiye'nin bir seçimle iktidar değiştirmesinin aslında Türkiye'nin renkli devrimi olduğunu söylemiştim. Bunun gerisinde de şunun bulunduğunu belirtmeye çalışmıştım. Diğer ülkelerden farklı olarak, o ülkelerin hepsi aslında eski Sovyet coğrafyasıydı, burası ise en başından beri bir NATO ülkesiydi, Amerikan müdahalesine her zaman çok daha açık bir ülkeydi. Dolayısıyla Türkiye'deki değişiklik insanları sokağa çıkartmadan, büyük eylemler yapılmasına gerek kalmadan başka birtakım mekanizmalarla ve en sonunda sandık eliyle yapıldı. Bu anlamda AKP'nin 3 Kasım 2002'de iktidara gelişi asıl Türkiye'nin renkli devrimidir. O renkli devrimin gerçekleşmesinden sonra yaşananlarla ilişkili en az 12 yılı hatırlayalım. Liberallerle siyasal İslam Türkiye'de bir ittifak kurmuştu. O ittifakın geçiş örgütü Gülen cemaatiydi. Gülen cemaatinin kapsadığı liberal aydınlar AKP'nin akıl hocası oldular. Ve karşılarındaki cenahı Atatürkçü, ulusalcı dedikleri cehanı ve rejimi değiştirme için birlikte hareket etiler. Dolayısıyla Türkiye'de AKP-cemaat ortaklığı birlikte rejimi değiştirirken bunun akıl hocalığını Açık Toplum'a, Soros'a, Osman Kavala'ya çok yakın birtakım entelektüeller, organik aydınlar bu işin gerisinde yer aldı. Bu işin stratejik, taktik aklı liberal aydınlar tarafından ve Soros'a, Açık Toplum'a hayırhah bakan insanlar tarafından gerçekleştirildi."
‘GEZİ'Yİ SOROS İLE İLİŞKİLENDİRMEK İKTİDAR PROPAGANDASI'
Yaşlı'ya göre günümüzde Türkiye'deki iktidar partisinin 2013'teki Gezi hareketini Sorosculukla ilişkilendirmesi ise mart ayındaki yerel seçimler öncesinde ekonomik kriz ortamında bir propagandadan ibaret. Gezi'nin tümüyle barışçı, yurtsever bir çizgide olduğunu, Türk bayrakları ve Atatürk resimlerinin dalgalandığını anımsatan Yaşlı, sokağa çıkanların ezici çoğunluğunun da bağımsızlıkçı, anti-emperyalist ve yurtsever saikler taşıdığını vurguladı:
"2013 Gezi'deki isyan hiçbir şekilde renkli devrim girişimi olmadığı gibi renkli devrimle iktidara gelen ve rejim değiştiren bir partinin yapıp ettiklerine karşı bir isyandı. O isyanda sokağa çıkana insanlar yine bu renkli devrimlerden farklı olarak bir kere bile ne dış müdahale çağrısında bulundular ne eylemlerde Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği bayrağı taşındı, renkli devrimlerin çoğunda bu bayraklar taşınmıştır, Türkiye'de ise tam tersine en başından itibaren yürüyüşlere, eyleme isyanın kendisine her zaman bağımsızlıkçı, yurtsever bir çizgi damgasını vurdu. Bunun en büyük örneklerinden biri o dönemde insanların ellerinde taşıdıkları Türk bayrağının aynı zamanda Mustafa Kemal'in de kalpaklı resminin de o bayrağa eklenmesidir. Bu açıdan bakıldığında o dönemde sokağa çıkan insanların ezici bir çoğunluğunun aslında bağımsızlıkçı, anti emperyalist, yurtsever saiklerle sokağa çıktığını ve isyan ettiğini söyleyebiliriz. Bugün gelinen noktada Gezi'yi Soros ile ilişkilendirmek, Gezi'de sokağa çıkan kitlelerin dış güçler tarafından yönlendirildiğini iddia etmek, Gezi'nin Türkiye'nin bağımsızlığına yönelik bir müdahale olduğunu söylemek bunların hepsi birer iktidar propagandası. Bu propagandanın da niye yapıldığını az çok biliyoruz. Türkiye yerel seçimlere doğru gidiyor. Bu seçimlere AKP iktidarı özellikle ekonomik krizin etkisiyle zayıflayarak gidiyor. İlk kez kimi şehirlerde aday çıkarmayacaklar ve MHP'nin adayını destekleyecekler. Kendi yoksul tabanlarında ekonomik krizden kaynaklanan ciddi bir tepki var. Tüm bunlar nedeniyle yeni birtakım siyasal kutuplaşmanın yeni birtakım yapay krizlerin yaratılması gerekiyor. Tüm bu yeni krizlerde anlaşılan o ki Gezi bu krizlerin merkez noktasına yerleştirilmiş. Tam da bu nedenle seçime giden bir Türkiye'de iktidarın 6 yıl sonra Gezi'yi yeniden ısıtıp birtakım göz altılara girişmesi bu açıdan şaşırtıcı, beklenmedik bir gelişme değil aslında."