Ülkü ve gerçeklik
Ahmet B. Ercilasun 01 Ocak 1970
Fransızcadaki ideal sözü için Ziya Gökalp fikr kökünden mefkûre kelimesini yarattı ve yazılarında onu kullandı. 1930'lu yıllarda başlayan özleşme hareketinde kavrama Türkçe kökenli bir karşılık bulundu: Ülkü. Şubat 1933'te ilk sayısı çıkan Halk Evlerinin yayın organına da Ülkü adı verilince kelime kısa zamanda benimsendi.
Atsız Mecmua'daki yazılarında mefkûre kelimesini, ilk şiirlerinde mefkûre ve dilek kelimelerini kullanan Atsız da 5 Kasım 1933'te ilk sayısını çıkardığı Orhun dergisinin "Orhun" başlıklı ilk yazısında ülkü sözünü kullanır. Bilindiği üzere yazılarının toplandığı ilk kitap da Türk Ülküsü adını taşımaktadır.
Ülkü "uzak hedef" demektir. Millî ülkü, bir milletin en uzak hedefidir. Türklerin millî ülküsü için "kızıl elma" ve "Turan" sözleri kullanılmıştır.
Ülküler, erişilmesi çok güç olan uzak hedeflere yöneldiği için çok defa "gerçekleşmeyecek bir hayal" olarak algılanır. Oysa ülkü ile gerçeklik arasında sıkı bir bağ vardır. Ülkü, var olan bir gerçekliğe, bir nesneye dayanır. Önce bir nesne mevcut olacaktır ki o nesneyi mükemmele doğru geliştirmek ülküsü olabilsin.
Konuyu Türk ülküsü bağlamında açıklayalım.
Turan da denilen Türk ülküsü, bütün Türklerin birleşmesi ve en büyük güç hâline gelmesi ülküsüdür. Bu ülkü, bir gerçekliğe dayanır: Türklük ve Türk Dünyası gerçekliğine. Eğer yeryüzünde Türk Dünyası diye bir olgu, bir gerçeklik bulunmasaydı Türk ülküsü de olmazdı. Demek ki Türk ülküsünün dayandığı varlık, Türk Dünyası varlığıdır. Türk ülküsü, bu varlığı mükemmele doğru geliştirmek ülküsüdür.
Ülküye ulaşmak için tutulan yolun, uygulanan yöntemin yanlış olması, ülkünün de yanlış ve geçersiz olduğu anlamına gelmez. Ülkücü, mevcut durumu, kendi gücünü, düşmanın gücünü ve engelleri çok iyi değerlendirmek zorundadır. Demek ki uygulanacak yöntem konusunda da ülkü ile gerçeklik arasında bir bağlantı vardır. Ülküye varılmak için kullanılacak yöntem konusunda mevcut durum yani gerçeklik bilinmek ve dikkate alınmak zorundadır.
Konuyu yine Türk ülküsü bağlamında açıklayalım.
Türk ülküsü, Türk Dünyası gerçekliğine dayandığına göre, uygulanacak yöntem bu gerçekliğin iyi bilinmesine bağlıdır. Türk Dünyası hangi coğrafyayı kapsar; üzerinde ne kadar insan yaşar? Bu insanların şu andaki potansiyel gücü nedir? Çeşitli Türk topluluklarının oluşturduğu siyasi teşekküllerin durumu nedir? Yöneticilerinin, aydınlarının, halkının fikrî yapısı nasıldır? Türklük konusundaki bilgi ve düşünceleri nelerdir ve hangi seviyededir? Bunlar ve daha birçok konu iyice öğrenilecek, atılacak adımlar ona göre belirlenecektir.
Bir ülkücü akıllı, fikirli olmak zorundadır. Adımlarını bilerek atmak zorundadır. Ulaştığı her basamakta, gerçek durumu yeniden gözlemleyip tartarak ülküsüne doğru yol almalıdır. Mevcut durumu değerlendirmeyen akılsızca davranışlar insanların kendi ülkülerine zarar verir. İçi boş kuru laflarla, lafazanlıkla, üzerine düşen görev savsaklanarak sürekli şikâyetlerde bulunmakla ülkücülük olmaz. Ülkücü akıllı, bilgili, ülküsünün heyecanını taşıyan, görev ahlakı bulunan, dedikodu yapmayan insandır. Ülküler böyle insanların omuzlarında yükselir.
Tekrar edelim; yolun ve yöntemin yanlışlığı, taraftarların akılsız olması, ülkünün de yanlış ve geçersiz olduğu anlamına gelmez.
Dünyada iki türlü insan vardır.
Mevcudu kabul eden, durumu değiştirip ileriye götürmek istek, heyecan ve düşüncesine sahip olmayan "edilgen" insan. Mevcudu bilen, fakat onunla yetinmeyip durumu değiştirmeyi hedefleyen "etken" insan.
Ülkücüler ikinci tipte olan insanlardır. Geleceği belirleyenler, insanlığı ve dünyayı değiştirenler de onlardır.