Siyasi otoriteyi kim sınırlandıracak?
Mehmet Ocaktan 01 Ocak 1970
Bütün İslam tarihi boyunca gelişen siyaset teorisi özü itibariyle ahlaklı ve erdemli yöneticilerin önderliğinde bir toplum modelini önermiş, ancak bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda somut örnekler ortaya koyamamıştır. Mesela halkın yönetimde söz sahibi olabilmesi için nasıl bir katılımın olacağı belirlenmemiştir. Bu yüzden de Müslüman dünyada siyasette meşruiyet krizi hiçbir zaman çözümlenememiştir.
Gerek İslam uleması, gerekse Müslüman siyaset bilimciler Kur’an’daki “Şura”kavramını siyasal katılım anlamında değerlendirmektedirler. Ancak biliyoruz ki bu kavram Hz. Peygamberden sonra ‘bağlayıcı’ niteliğini kaybetmiş, halifenin otoritesini sınırlandırıcı bir fonksiyon icra etmemiştir. Açıkça ifade etmek gerekirse, klasik İslam siyaset düşüncesinin hiçbir evresinde “Şura” ilkesi, halkın katılımını sağlamadığı gibi, yöneticilerin otoritesini de sınırlandırmamıştır.
***
Her vesileyle demokrasiye karşı reddiyeci bir tavır içinde olanların, nasıl bir alternatif sistem önerdiklerini izah etmeleri gerekmektedir. Ancak bırakın sistem üretmeyi, Müslüman dünyanın böyle bir ihtiyacın farkında olduğu bile şüphelidir. Çünkü İslam toplumlarının dini anlayışları da, siyaset teorileri de klasik İslam kültürünün geçmiş uygulamalarında çakılı kalmıştır. Bugün İslam dünyasında yaşanan siyaset krizinin temelinde de bu anlayışın derin izleri bulunmaktadır. Daha da vahim olanı, Müslüman dünyadaki hemen bütün devlet sistemlerinde din her zaman devletin denetiminde ve emrinde olmuştur.
Dolayısıyla halkın devleti yönetenlerden hesap soramadığı, yöneticinin de hesap verme zorunluluğunun bulunmadığı bir Müslüman zihniyet dünyasının alternatif bir sistem üretmesi mümkün değildir. Prof. Dr. Ahmet Akbulut “Müslüman Kültürde Kur’an’a Yabancılaşma Süreci” kitabında Batı siyasi paradigması ile Müslüman siyasi paradigmasının farklı olduğunu, İslam siyaset geleneğinde yöneticiyi sorgulama ve ona hesap sorma, halka hesap vermenin bulunmadığına dikkat çekerek şöyle bir tespitte bulunuyor: “Toplumun başına gelen musibetlerin, insan hatasından değil de kaderden kaynaklandığını düşünen bir anlayışın, yanlışı düzeltme şansı olabilir mi? Halbuki yanlışı düzeltmenin ilk şartı, onun insan hatasından kaynaklandığının bilinmesidir.”
Maalesef geleneksel İslam siyaset anlayışının kapıları rasyonel akla kapalıdır. Doğal olarak böylesi bir kültürel ortamda demokratik değerler gelişemez, hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim modeli oluşturulamaz. Hukukun denetleyiciliğinin olmadığı toplumlarda ise, yöneticilerden hesap sorulması, icraatlarının denetlenmesi mümkün değildir.
***
Bu çerçevede bir gerçeğin altını çizmekte özellikle yarar var; bir kere bütün bu hukuki zaaflar, nakısalar dinden değil, tarihsel süreç içinde dinin yerine ikame edilen İslam kültüründen kaynaklanmaktadır. Mesela bugün İslam ülkelerindeki dindarların da, seküler kesimlerin de aynı şekilde demokrasiye mesafeli durmaları çok ibret verici bir örnektir. Çünkü bu toplumlarda farklı kimliklere, inançlara mensup bütün kesimler aynı İslami kültürel iklimden beslenmektedirler, dolayısıyla dindarların da, dinle hiçbir ilgisi olmayanların da demokrat olmaları çok kolay değildir.
Maalesef Batı’nın meydan okuması karşısında kimlik bunalımı yaşayan Müslüman toplumlar, Batılı değerlere karşı sürekli bir tepkisel dil kullanmaktan kurtularak alternatif sistem geliştirmeye zaman bulamamışlardır. Bu yüzden de Batılı sistemlerin çökeceği hayaliyle yaşamaktadırlar. Öyle anlaşılıyor ki, dünyanın sonuna kadar hep bu hayalle yaşayacağız.
Oysa yapılması gereken son derece açık ve nettir; bugün yaşadığımız problemlerin geleneksel İslam siyaset kültüründen kaynaklandığının farkına vararak din-siyaset ilişkisini temelden sorgulamanın gerekliliği açıktır. Bir kere siyaset, dünyanın tanzimi konusunda bir uzlaştırma aracıdır. En önemlisi de siyaset dinin bir parçası değildir. Ama Müslüman dünya siyaseti bir güç devşirme ve hükmetme sanatı olarak gördüğü için dini bu yolda araçsallaştırmaktan çekinmemişlerdir. İşte tam da bu yüzden “İslam devleti” kavramı hep bir ideolojik tanım çerçevesinde şekillenmiş ve Müslümanların kurduğu sistemler ideolojilerin ipoteğinden kurtulamamıştır.