32 yıl boyunca devlet başkanlığı yapmış olan Suharto’nun siyaset yılları ve Endonezya Cumhuriyeti?nin modern tarihi...
Adil Yurtkuran 01 Ocak 1970
Giriş
Bu yazıda dünyanın en büyük Müslüman nüfusuna sahip ülkesi sıfatıyla ön plâna çıkan Endonezya?da, 32 yıl boyunca devlet başkanlığı yapmış olan Suharto?nun siyaset yılları özelinde Endonezya Cumhuriyeti?nin modern tarihine kısa bir göz atacağız. Endonezya Cumhuriyeti ikinci devlet başkanı H. Muhammed Suharto 27 Ocak 2008 tarihinde, 86 yaşında Cakarta?da hayatını kaybetmesiyle gerek Endonezya gerekse dünya basını Suharto?lu yılları yeniden mercek altına alındı.
Endonezya Takımadaları adı verilen ve yüzyıllarca birbirinden bağımsız krallıklara ve sultanlıklara ev sahipliği yapan bu topraklar 20. yüzyılda yeni bir ideoloji ile karşılaştı. Modern ulus devlet... Modern Endonezya tarihi 20 yıllık iktidarı ile Sukarno, 32 yıllık iktadarı ile Suharto ve 10 yıllık Suharto sonrası reform dönemi olmak üzere üç safhada ele alınabilir. Bu üç dönemin Endonezya tarihinde en çok iz bırakan safhası Suharto?nın 32 yıllık iktidarı oldu. Büyük bir coğrafyayı kapsayan ve 700 civarında etnik yapıyı içinde barındıran adalar topluluğunda, Sukarno liderliğinde öncelik yeni bir ulus devlet yaratmaya verildi. Ardından Suharto ile modern ulus devleti her kesime kabul ettirmede bir araç rolü oynayan ekonomik kalkınma süreci izledi. Suharto döneminde de ulus devlet yaratılması konusunda büyük sıkıntılar yaşanmasının yanı sıra, Suharto?nun, Şili devlet başkanı Pinochet ile birlikte anılmasını sağlayan kitlesel katliamlar ve insan hakları ihlalleri ile geçen sabıkalı yılları söz konusu ekonomik kalkınmayı gölgede bıraktı. Ardından reformist politikacılar dönemi başladı. Bu dönem günümüzde hâlâ devam ediyor. Ancak arzu edilen reformların tamamlandığını söylemek güç. Her şeye rağmen, gerek Sukarno gerekse Suharto gibi iki güçlü devlet adamından sonra ülkeyi yönetecek dirayetli politikacıların çıkmaması ülke siyasetinde bir handikap olarak gözüküyor.
Suharto?nun izlediği siyaseti ele almadan önce ülkenin kuruluş yılları öncesinden başlayan bir analize ihtiyaç var. Bağımsızlık mücadelesinin başlatılması, II. Dünya Savaşı?nın ardından bağımsızlık ilânı ve ülkenin ulusal nitelik kazandırılmasında İslam?ın ve İslami organizasyonların rolüne de kısaca değinilecek.
Bağımsızlık Ruhunun Doğuşu
Avrupa?dan başlayarak dünyayı saran modern milliyetçilik dalgası etkisini bugünkü Endonezya Cumhuriyeti?ni oluşturan Güneydoğu Asya Takımadaları?nda göstermekte gecikmedi. Endonezya Takımadaları?nda milliyetçiliğin başlangıcını anlamak için tarihte egemenlik ilişkilerine kısaca göz atmak gerekir.
Tarihin hemen her döneminde birbirinden bağımsız krallıklar ve şehir devletleri şeklinde yönetilen takımadalar çok çeşitli din ve dil grubundan topuluklara ev sahipliği yaptı. Ancak bu süreç keşifler çağıyla birlikte başka bir evreye girerek batılı sömürgeci güçlerle tanıştı. Bu süreçte önce Portekizliler ardından da Hollanda, İngiltere ve Fransa 16. yüzyıldan itibaren Güneydoğu Asya?da ticarete dayalı sömürgecilik faaliyetlerini başlattılar. Söz konusu sömürgeci güçlerin bölgedeki varlıkları uzun bir dönem sahip oldukları ticaret şirketleri vasıtasıyla gerçekleştirilirken, 19. yüzyılda önemli bir değişim yaşandı. Bu yüzyılda, sömürge toprakları Avrupalı hükümetlerin kurdukları Doğu Bakanlıkları ve merkezden atanan valiler aracılığıyla yönetilmeye başlandı. Böylece, yüzyıllar boyunca batılı tüccarların ve tüccar birliklerinin tekelci uygulamalarına maruz kalan genelde Güneydoğu Asya, özelde Endonezya Takımadaları toplumları, 19. yüzyılla birlikte batılı devletlerin siyasi hegemonyası altına girdi. Ticari sömürgecilikten siyasi sömürgeciliğe geçiş yıllarında bölgenin doğal kaynakları da sonuna kadar kullanılmaya ve Avrupa?ya akmaya başlandı. Bu süreçte, bölge devletleri yabancı sermaye ile tanıştı. Batılı güçler, ihtiyaç duydukları işgücü ihtiyacını karşılamak amacıyla bölge içerisinde yer alan ülkeler arasında çeşitli merkezlere doğru işçi yığınlarının göçlerini organize ettiler. Böylece dengesiz büyüyen şehirler, üretimde dışa bağımlı ekonomi gibi üçüncü dünyanın modernleşme sürecinde karşılaştığı bir dizi sorunların ortaya çıkmasına neden oldular. Sömürgeci güçlerin yüzyıllara varan bölgedeki varlığını 19. yüzyılda bölgesel hakimiyete dönüştürmeleri, büyük sömürge imparatorlukları kurmaları, ırksal ayrımcılıkları da beraberinde getirdi. Avrupa?da büyük sosyal değişimlerin yaşanmasına yol açan modernleşme süreci, bu yüzyılda Güneydoğu Asya halkları arasında ekonomik kalkınmanın Batılı güçler lehine gelişme göstermesinin yanı sıra, ırksal ve dini nedenler de milliyetçi anlayışın doğuşuna yol açtı.[1]
Bu süreçte, Endonezya milliyetçiliğin de kökenlerinin benzer bir yönelim seyrettiği görülür. Endonezya milliyetçiliği, özellikle Avrupa?da ve sömürge okullarında eğitim gören ve böylece Batı siyasal düşüncesindeki gelişmeleri ilk elden tecrübe etme fırsatı yakalayan Cavalı aydınlara dayanır.[2] Ancak takımadalar genelinde geniş halk yığınlarının milliyetçilere desteğinde, köklerini sufi hareketlerde ve yeni gelişmekte olan Ortadoğu merkezli modern İslami söylemlerde bulan İslami dayanışma ve ümmet ruhunun önemli rolü oldu. Batı?da ve batılı eğitim kurumlarında eğitim gören genç nesil, milliyetçilik ideolojisini kendi ülkelerine taşırken, geniş halk kesimlerini bağımsızlık ruhu etrafında birleştirmede İslam?ın vatan ve bağımsızlık anlayışından ve bunu dillendiren İslami oluşumlardan güç ve destek aldı. Böylece, daha sonraki süreçte ülke yönetiminde söz sahibi olacak Endonezya?nin genç siyasetçileri, geleneksel İslam alimleri ve modernist İslam entellektüelleri ile aynı safları paylaştılar.
Bu süreç 1908 yılında Cavalı entellektüel ve devlet kademelerinde çalışan bürokratların yer aldığı ilk milliyetçi oluşum olan Usada ile başlar. Cava Adası?ndaki milliyetçi oluşumlar, başta Açe olmak üzere diğer bölgelerdeki güçlü İslami oluşumların da desteğiyle Hollanda?ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesinde başarıya ulaştı.
İslami Oluşumlar ve Bağımsızlık Hareketi
Endonezya Takımadaları?nda bağımsızlık yolunda verilen mücadelenin kökeni sahip olduğu güçlü İslam inancı ve İslam?ın Güneydoğu Asya?ya yayılmasında önemli bir merkez niteliği taşıması nedeniyle Serambi Mekkah (Mekke Kapısı) adıyla anılan Açe?ye dayandığı görülür. Hollanda?nın Endonezya Takımadaları?ndaki 350 yıllık sömürgeciliği sürecinde, Açe bölgesini tam anlamıyla hakimiyet altına alamadı. Hollanda?nın 1873 yılında Açe?ye saldırısıyla başlayan Açe Savaşı,[3] Açe Darusselam Sultanlığı?nın tarihi rolünü tamamladığı 1903 yılına kadar kırk yıl devam etti. Buna rağmen, Hollanda bölgede sadece şehirlerde yönetimi ele geçirdi. Bununla birlikte Açelilerin İslam temelli bağımsızlık ruhu Hollanda güçleriyle II. Dünya Savaşı?na kadar gerilla savaşı şeklinde yer yer devam etmesini sağladı. Hollanda, Açe?yi bütünüyle kendi topraklarına katamadığı gibi, II. Dünya Savaşı?nda Japon İstilasının ardından yeniden Cava Adası?na girmeye yeltenirken, Açe?ye girmeyi göze alamadı.
Açe?de başlatılan bağımsızlık mücadelesinden sonra, başta Cava ve Sumatra Adası?nda yeni siyasi hareketler ortaya çıkmaya başladı. 1912 yılında ise Müslüman işadamları tarafından kurulan ve Takımadalar?ın ilk gerçek siyasi hareketi olarak ortaya çıkan Sarekat Islam (Islamic League) kısa sürede işçilerin, ulemanın ve köylülerin desteğiyle gelişme gösterdi.[4] Bu oluşumun temeli, özellikle Cava ve Sumatra kökenli Müslüman işadamlarının bir yandan Hıristiyan misyonerliği, öte yandan da Çinlilerin ekonomik yaşama hakim olma yolundaki ciddi adımları karşısında birlik kurma ihtiyacından doğar. Sarekat Islam şu dört ilke etrafında takımadalarda birlik tesis etmeyi amaçladı: a)Endonezyalıların ticari müteşebbis olma gücünü yakalamaları; b)karşılıklı ekonomik yardımlaşma; c)Endonezyalıların maddi ve manevi kalkınması ve d)İslami ilkelerin gündelik yaşama hakim olması. Kısa sürede Takımadalar?ın genelinde yankı bulan bu birliğin milliyetçi oluşumdan temel farkı gücünü İslam kardeşliğinden almasıdır. Sarekat Islam, ilk kongerisin derneğin başkanı Ömer Said Tjokro Aminoto liderliğinde 1913 yılı Ocak ayında Surabaya?da gerçekleştirdi. Bu yıllar Hollanda sömürgeciliğinin yoğun yaşandığı bir dönem olduğu hatırlanırsa, Sarekat Islam varoluşunu tehlikeye atmamak için sömürge yönetimi ile herhangi bir siyasi hesaplaşma içine girmeden, sadece toplumsal kalkınma yönünde çalışmalara yoğunlaşacağı mesajını verdi. 1916 yılında yapılan ikinci kongrese takımadaların genelinde 80 yerel örgüte bağlı 360.000 kişi katıldı. Sarekat Islam?ın sahip olduğu bu güç kendini siyasal açılım olarak ortaya koymakta gecikmedi. İkinci kongrenin kapanış bildirisinde Hollanda yönetimine bağlı olmak koşuluyla otonom (self-government) yönetim talebi yüksek sesle dile getirildi. Bu bir anlamda, Sarekat Islam?ın ileriki yıllarda Endonezya milliyetçiliği ve bağımsızlığı içerisindeki duruşunun da habercisiydi.[5]
1942 yılında kurulan Masyumi (Consultative Council of Indonesian Muslims), Endonezya bağımsızlığında önemli rolü olan İslami renklere sahip siyasi bir parti olma özelliği gösterir.[6] 17 Ağustos 1945 tarihinde bağımsızlık ilânının ardından, Takımadalar?daki sömürge topraklarını kolay kolay kaybetmek istemeyen Hollanda her türlü çıkış yolunu bulma konusunda girişimlerde bulundu. Bunun bir neticesi olarak 25 Mart 1947 tarihinde Batavya?da (bugünkü Jakarta) Endonezya-Hollanda Birliği adı altında ortak bir oluşum gündeme geldi. Hague ve Endonezya Merkezi Milliyetçi Komitesi bu anlaşmaya onay vermemesine rağmen, anlaşma imzalandı. Ancak yaşanan gelişmeler bu anlaşmanın somut olarak uygulanmasını engelledi. Hollanda sömürgeciliğinin tamamen ortadan kaldırılması taraftarı olan Masyumi, Endonezya içerisinde bu anlaşmaya taraf olmamayı yüksek sesle dile getirdi.
1942 yılında Japon işgaline maruz kalan Endonezya Takımadaları?nda II. Dünya Savaşı?nın sona ermesiyle Sukarno önderliğindeki milliyetçi grup bağımsızlık ilân etti. Hollanda dört yıl boyunca, özellikle de Cava Adası?nda yeniden tesis etmeye çalıştığı sömürge yönetimini gerçekleştirememesi üzerine, 1949 yılında fiili (de facto) olarak Endonezya Cumhuriyeti?ni tanımak zorunda kaldı. Bunun üzerine Cava Adası ve Sumatra Adası?nın egemenliğini Sukarno liderliğindeki yeni Cumhuriyete devredildi.[7]
Açelilerin ateşlediği, diğer adalardaki İslami oluşumların da desteklediği sömürgeci güçlere karşı verilen vatan ve din mücadelesi 1945 yılında bağımsızlıkla sonuçlandı. Bu doğal gelişmenin sonucu olarak İslam Devleti kurma taleplerine sırt çeviren merkezi oluşturan Cavalı seçkinler devlet yönetimine hakim oldular. Bağımsızlığın bir anlamda tetikleyicisi olan İslami direniş ruhu, Cavalı seçkinlerin ürettiği Pancasila ideolojisine bıraktı[8].
Sukarno Dönemi
Bağımsızlık yanlısı söylemlerine daha gençlik yıllarında başlayan Sukarno, Hollanda sömürge yönetimi tarafından sürgüne yollanmasına rağmen, hürriyet sevdasından vazgeçmedi. Uzun süren bağımsızlık mücadelesi, 17 Ağustos 1945 tarihinde bağımsızlık bildirisinin ilânı ile sonuçlandı. Ancak Hollanda, İkinci Dünya Savaşı?nın ardından yeniden bölge üzerinde hak iddia ederek, 1947 yılında askeri kuvvetlerini bölgeye gönderdi. Bu süreçte, Takımadalar?daki bütün milliyetçi liderler tutuklanarak hapsedildi. Birleşmiş Milletler?in Hollanda?nın bu müdahalesine onay vermemesine rağmen, hiçbir yabancı devlet Endonezya?ya maddi destekte bulunmadı.[9] Milliyetçi ve dini duygularla bağımsızlık hareketini başlatmış olan Endonezya halkı, mücadeleyi sonuna kadar sürdürme kararlılığını göstermesi üzerine, Hollanda 1950 yılında bu ülkenin bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı.
Sukarno kendisini anayasal bir devletin başkanı olmak yerine, devrimci bir milliyetçi lider olarak görüyordu. Sukarno, bağımsızlık hareketinde yer alması dolayısıyla halkı tarafından sevilen bir liderdi. Ancak Sukarno?nun dönemin önemli bir güç merkezi olan İslami partisi Masyumi?ye[10] karşı oluşu, onu siyasi olarak desteği Komünist Partisi?nde aramasına neden oldu. Siyasi seçimini sol?dan yana kullanan Sukarno, Çin?le ilişkileri geliştirmeye gayret etti.[11] 1956 yılında Sovyetler Birliği?ne ziyarette bulunmasının da ortaya koyduğu üzere Doğu Bloku üyeleri ile de yakın ilişkiler kurdu.[12] Sovyetler Birliği ve Çin?den yardım almanın ötesinde, 1955 yılında düzenlenen ve büyük bölümünü Üçüncü Dünya Ülkeleri?nden devlet ya da hükümet başkanlarının katıldığı Bandung Konferansı?na Çin liderinin de katılması hükümet çevrelerinde ve çıkarlarını ABD yanlısı olmakta gören orduda itibarını zamanla yitirmeye başladı. Bu bağlamda, 1960?lı yıllarda ABD ordusunca eğitilmiş olan ordu mensuplarının Soğuk Savaş?ın şartlarına uygun hareket edebileceklerini göz önünde tutulduğunda Güneydoğu Asya?da ABD çıkarlarına uygun ortamın oluşturulması için gerekli tedbirlerin alınması doğal bir gelişme olarak görülebilir.[13]
Doğu-Batı bloku çekişmesi arasında kalan Sukarno aynı zamanda, ülke iç siyasetinde de sıkıntılı bir dönem yaşamaya başladı. Sukarno kendisini anayasal bir devletin başkanı olmak yerine, devrimci bir milliyetçi lider olarak görüyordu. Bu nedenle, geniş bir coğrafyayı kaplayan ülkedeki bölgesel talepleri dinlemediği gibi, zamanla birlikte hareket ettiği lider kadrosu arasında da kopmalara neden oldu. Sukarno ile uzun yıllar beraber olduğu yardımcısı Muhammed Hatta arasında yaşayan görüş ayrılıklarının giderek derinleşmesi Hatta?nın 1956 yılında istifasıyla sonuçlandı. Ülkede yasama ve yürütme organlarının işlevinin tam olarak gerçekleştirememesi üzerine devlet başkanı Sukarno 1958 yılında bütün gücü eline geçirdi. Aradan geçen dokuz yıl zarfında yedi kabine değişikliğin tanık olunması yeni kurulan devlette istikrarsızlığın boyutlarını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.[14]
Devlet başkanı olan Sukarno iktidarında 1959 yılında Sukarno?nun sonunu getiren olaylar zincirinin başlangıç halkasını oluşturan büyük bir değişim yaşandı. Sukarno parlamenter yapıyı, ?Marksizmin Endonezya koşullarına adapte edilmesi olarak? bilinen ?Denetimli Demokrasi? (Guided Democracy) adını verdiği siyasal yaklaşımla değiştirdi.[15] 1960?lı yılların ilk yarısında üye sayısı üç milyonu bulan Komünist Parti, dünyadaki üçüncü büyük Komünist Partisi konumuna geldi. Komünistlere sempati duyan Sukarno?nun bu eğilimi ülkedeki komünistlerin silahlanmasına serbestiyet tanıyacak düzeye ulaştı.[16]
Sukarno döneminde yaşanan siyasi bunalımın yanı sıra, ekonomik anlamda da arzu edilen gelişmenin gerçekleştirilemediği ve bunun sonucu olarak geniş halk kesimlerinin hoşgörü sınırının zorlandığı görülür. Harcamalardaki artışa rağmen, ekonomik kalkınmadaki yavaşlık savaş döneminin yüksek enflasyonunun devam etmesini ve 1950-7 yılları arasında halkın ihtiyacını karşılayan gıda ürünlerinde %100 artışa yol açması ile ülkede enflasyon üç haneli rakamlara ulaştı.[17] Sukarno iktidarı, bağımsızlık hareketinden devşirdiği güçle yirmi yıl boyunca egemen oldu. Ancak ülkede İslami partilerin önünün kesilmesi ve sivil hakların engellenmesi örneğinde görüldüğü üzere siyasi sorunlar, geniş halk kesimlerinin ekonomik refahtan yoksun oluşu ile sosyal sorunlarla boğuşan bir ülke manzarası ortaya çıktı.
Suharto Dönemi
Şiddet Mekanizmasının Başlangıcı: 30 Eylül 1965
Suharto, Orta Cava?lı bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak 1921 yılında dünyaya geldi. 1939 yılında lise öğrenimini tamamladıktan bir yıl sonra Hollanda Kraliyet Hint Ordusu?nda asker alınacağı haberi üzerine başvuruda bulundu. Formel askeri öğrenim görmeyen Suharto?nun askerlik serüveni böylece başladı.[18]
Alaylı bir asker olarak önce milliyetçilerle bağımsızlık hareketinde bulundu, ardından da 5 Ekim 1945 tarihinde Endonezya Cumhuriyeti ordusuna katılarak ve orduda generalliğe kadar yükseldi.[19] Suharto?nun ordu istihbarat birimi KOSTRAD (Army Strategic Reserve Command)?ın başında bulunduğu 30 Eylül 1965 tarihinde, Komünist Partisi tarafından plânlandığı ifade edilen şaiya dolu darbe girişimini 1 Ekim 1965 sabahı bastırdıktan sonra, mevcut kaos ortamından yararlanmasını bildi. Bugüne kadar açıklığa kavuşturulmamış olan bu darbe girişimi, Soğuk Savaş yılları dikkate alındığında, uluslararası camianın, daha doğrusu Batı Bloku?nun bu gelişmeye kayıtsız kalmadığı bir gelişme olarak kabul edilir. Sukarno iktiradında Komünist Blok?la yakın temas kuran Endonezya?da, ABD marifetiyle gerekli önlemler alınmakta gecikilmedi. 30 Eylül 1965?de gerçekleştirilen Gestapo(Gerakan September Tigahpuluh) adı verilen darbe girişimi ve ordunun önde gelen altı generalinin komünistlerce öldürüldüğünün ilan edilmesi üzerine Suharto önderliğindeki ordu güçleri yönetime el koydu. Ancak bu döneme dair herhangi geniş çaplı bir araştırma gündeme getirilmemiş, gerçekten komünistlerin bir darbe girişiminde bulunup bulunmadıkları bugüne değin sürekli gündemde tartışma konusu oldu. Ancak siyaset uzmanları Suharto önderliğinde komünistlere atfedilen darbe girişiminin engellenmesinin ordu içinde rakip güçlerin mücadelesi ve ardından ülkede önemli bir güç merkezi oluşturan Komünist Parti ve sivil sempatizanlarının ortadan kaldırılmasını izleyen bir dizi siyasi girişim olduğu konusunda hemfikirdir.[20]
Altı generalin Komünist Partisi mensupları tarafından katledildiği şaiasının yayılmasıyla ülkede askerler öncülüğünde Komünistlere karşı olan hemen her kesimin katılımıyla bir şiddet ortamı başlatıldı. Suharto, başta Cava Adası?nda olmak üzere ülkenin dört bir yanında birkaç ay içerisinde en azından beşyüz bin kişinin komünistin öldürülmesi emrini verdi. 20. yüzyılın en büyük kanlı olaylarından biri olarak tarihe geçen bu sürece sadece ordu katılmadı; toplumda yaratılan büyük kaos ortamı, sivil halkı kendi arasında bir çatışma ortamına sürükledi. Büyük şehirlerde ve kırsalda insanlar komşularını ?komünist? damgasıyla öldürmekten geri durmadı. Ayrıca, komünistlerle bağlantısı olduğu ileri sürülen yüzbinlerce kişi herhangi bir yargılama sürecinden geçirilmeksizin yıllarca hayatlarını hapislerde geçirdiler. Bu işte aktör rolü oynayanlar, ?Biz komünistleri öldürmeseydik, onlar bizi öldürecekti? söylemi ile katliamlarına meşruiyet kazandırdılar. Sivil toplumun diğer kesimleri de bu gelişmeden payını aldı. Onlarca gazeteci, entellektüel ve sivil toplum lideri Buru Adası?na sürgüne gönderildi. 1965-66 yıllarında ülkede yayınlanan yaklaşık 160 gazete komünistlerle işbirliği nedeniyle kapatıldı. Elbette bu gelişme, ?Soğuk Savaş? döneminin uluslararası politikalar ekseninde de değerlendirilmeye muhtaçtır.[21]
Suharto, 1 Ekim 1965?te fiili olarak ülke yönetimini ele geçirmesinin ardından, Sukarno?dan yönetimi devralmak için çeşitli stratejiler uyguladı. Siyasi partilerin politika yapmalarının kısıtlandığı bir dönemde, 1966-67 yıllarında, Yogyakarta, Medan, Cakarta ve Bandung gibi ülkenin önde gelen üniversitelerindeki öğrenci gösterilerine bir general olarak destek verdi. Aslında bu destek, Suharto?nun Sukarno karşısında halk nezdindeki meşruiyetini sağlamaya yönelik planının bir başka safhasını oluşturuyordu. Suharto?nun ??Sokak Parlamentosu? olarak adlandırdığı ve Sukarno?ya karşı verdiği siyasi mücadelesinde öğrenci gösterilerini kendi siyasi macerası için bir meşruiyet kabul etti.[22] Halktan bir kişi olarak gözüken ve elitlerin elinden yönetimi devralan ve halktan bir kişi olarak gözüken Suharto, ilk zamanlarda halkın desteğini almayı başardı.
Suharto, selefi Sukarno ve onun yarattığı ?Eski Düzen? dönemine son verdi ve ?darbe miraşçısı? sıfatıyla devlet başkanlığını devraldı. Suharto, ?komünist karşıtlığı? ile biraraya gelen çeşitli siyasi ve sivil kurumlar nezdinde bir anda ülkede ?birlik ve beraberliğin? sembolü oldu ve böylece meşruiyetini pekiştirdi. Komünistlere karşı ülkenin dört bir yanından çeşitli kesimlerden destek bulan Suharto, böylece iktidarı için gerekli halk desteğini de sağlamış oldu. Ancak Suharto?nun ?kıyımları? komünistlerle sınırlı kalmadı. Zamanla diğer muhalifler de Suharto?nun dahice plânlanmış diktatörlük hesabında yerini aldı. Suharto ve kurduğu ?Yeni Düzen?e muhalif hangi etnik ve dini yapı varsa, şu veya bu şekilde komünistlerin akibetine maruz kaldı.
Siyasi Meşruiyeti
Suharto, 1967 yılı Mart ayından başlayarak, 1998 yılı Mayıs ayına kadar aralıksız Endonezya siyasetine yön verdi. Sivil toplumun önünü açmaya yönelik her türlü talebi reddeden, eleştiriye kapalı ve ?modern Cavalı bir kral? edasıyla hareket eden Suharto gücünü iki kurumdan alıyordu. Birincisi kendi kurduğu devlet partisi Golkar Partisi. İkincisi, ise içinden çıktığı ordu. Önceden ayarlanan ?demokratik? seçimlerde devlet partisi Golkar marifetiyle ulusal ve uluslararası arenada sağladı. ?Güleryüzlü general? lâkabı ile anılan Suharto, içinden çıktığı orduyu, yaptığı ?ayarlamalar? ile sürekli kontrolü altında tutmayı başardı. Golkar, ordunun siyasi organizasyonu olan Milliyetçi bir parti olarak 20 Kasım 1964 tarihinde kuruldu. Golkar, 97 kurumun biraraya gelmesiyle oluşan federasyonun adıdır.[23] Golkar 1972 yılında Suharto tarafından aktif bir devlet partisi olarak demokrasi arenasında rol almaya başladı. Üyelerinin önemli bölümünü askerlerin oluşturduğu Golkar, Suharto yönetimini meşrulaştırma işlemini yürüten bir organdan başka bir işlevi yoktu.1972, 1977 1982, 1987, 1992, 1997 yıllarında gerçekleştirilen ?demokratik? seçimlerle alınan ortalama ortalama %60-70 oylarla ile birinci parti olmayı başaran Golkar, aynı zamanda, Suharto iktidarının her dönem garantisi oldu.
Yeni Düzen?
Sukarno dönemine alternatif olarak Suharto tarafından gündeme getirilen, ülkenin ideolojik temellerine bağlılığı simgelediği ifade edilen ve 1966 yılında uygulamaya konulan ?Yeni Düzen? politikası, Sukarno sonrasında ülkede giderek önem kazanmaya başlayan siyasal ve toplumsal değişiklikler karşısında otoriter bir rejim olarak değerlendirilir.[24] Yani, ?yeni düzen? ismi uyandırdığı cazibenin aksine, bu adla uygulanmaya başlanan politikalar, siyasal özgürlükler önünde engeller olarak görüldü. ?Yeni Düzen?in iki önemli hedefi gerçekleştirdiği görülür. Bunlardan ilki, ülke doğal kaynaklarının kullanımı ve bunun belli ellerde toplanması, ikincisi ise silahlı güçlerin doktrin ve uygulamalarının şekillenmesi.[25]
Yeni Düzen içerisinde Suharto?dan sonra önemli rol oynayan ordu, ?ikili işlev?i (dual fungsi) ile savunma ve güvenlik gibi bir ordudan beklenecek öncü görevinin yanı sıra, bu dönemde daha çok ülkedeki ekonomik varlıkların işletmesini üstlendi. Karşılıklı çıkar ilişkilerinin bir sonucu olarak ordu da, bir zamanlar kendi mensubu olan Suharto?yu desteklemekten geri kalmadı. Suharto, Golkar?la siyasi arenada meşruiyetini sağlarken, ordu?ya biçtiği yeni rol ile asker desteğini 32 yıl boyunca almayı başardı.
Suharto, uzun iktidarı döneminde ülkenin Endonezya milliyetçiliği ve ekonomik kalkınmanın ancak devlet eliyle gerçekleştirilebileceği argümanlarına sığınarak demokratik ve sivil yaşamın gelişmesine izin vermedi. Örneğin, 1970?lerin ikinci yarısında ortaya çıkan öğrenci hareketleri ülkedeki yozlaşmaya ve Suharto yönetiminin giderek artan otoriter ve baskıcı siyasetine karşı üniversite öğrencileri gösteriler düzenlemeye başladı, ancak yönetim Üniversiteleri Normalleştirme Yasası ile bu gösterileri de susturmaya çalıştı.[26]Ardından, ülkedeki etnik ve bölgesel çatışmalar Açe, Irian Caya ve Doğu Timor?da on yıllarca gündemde oldu. Endonezya halklar topluluğunun bağımsızlık mücadelesinde özgürlük öncüleri Açeliler, bağımsızlık sonrasında Sukarno tarafından kendilerine verilen sözlerin tutulmasıyla bir anlamda bir başka öncülüğe soyunarak bölgesel bağımsızlık ve söz hakkı taleplerini gündeme getirdiler. Suharto?nun emriyle ve Amerika?nın verdiği destekle 1975 yılında Doğu Timor ilhak edilirken, Açe ve Irian Caya?da yoğun askeri operasyonlarla sivil hayat felç edilirken, Endonezya insan hakları ihlalleri ile dünya gündemine girdi.[27] Kurulan para-militer güçler Doğu Timor?da, Batı Papua (Irian Caya) ve Açe?nin de içinde bulunduğu ülkenin çeşitli yerlerinde gerek muhalefete gerekse büyük şehirleri saran adi suçlarla mücadeleye karşı ?kanlı? önlemler alındı. Yüz ile ikiyüz bin arasında Doğu Timor?lunun öldürülmesi ülkede şiddetin bir anlamda devlet politakası olduğunu kanıtladı.[28]
Ekonomik Kalkınma ve Nepotizm
Sivil toplum ve insan hakları konusunda oldukça sabıkası bulunan Suharto yönetimi, ekonomide önemli başarılara imza atıldığı bir dönem yaratmayı başardı. 70?li ve 80?li yıllarda, ülke ekonomisi tedrici olarak gelişme gösterdi. Özellikle ülke hazinesinin elde edilen petrol gelirleri ile dolması ülkede alt yapı ve eğitim ve sağlık gibi hizmetlerde ilerleme kaydedilmesine yol açtı.[29] Tarım, özellikle de pirinç üretiminde kendine yeter bir konuma gelmesi, dünyanın dördüncü büyük ülkesinde doğum kontrol konusunda gerçekleştirilen başarılar her ne kadar, geniş halk kesimleri bu ekonomik kalkınmadan istenilen payı alamasa da, ülke uluslararası camiada model bir borçlu ülke konumuna yükseldi. Bu bağlamda kimi çevrelerce ?Kalkınmanın Babası? unvanıyla anılmaya başlandı. Eğitim, sağlık gibi genel toplum refahında bir iyileşme görüldü. Bununla birlikte şeffaf bir siyasal ortam taleplerinin yanı sıra, Suharto?nun ailesinin giderek artan zenginliği de toplumda büyük bir tepki birikimine neden oldu.[30]
Suharto döneminde kayırmacılık (nephotizm) had safhasına ulaştı. Bu dönemde Suharto?nun -üç kız ve üç erkek- altı çocuğu devlet imkanlarını sonuna kadar kullandılar; otomotif, petrokimya ve medya gibi ülkenin önemli sektörlerinin başında yönetici sıfatıyla ülkenin önde gelen zenginleri arasında hızla yükseldi ve ülke ekonomisinin hızla büyüyen ve en cazip alanlarında vergiden muaf bir şekilde servet yığmağa başladı. Suharto?nun yolsuzluklarıyla ilgili davalar ölümünden sonra çocuklarına miras kaldı. Suharto ailesinin ülke hazinesinden otuz milyar doları kendi şirketlerine ve vakıflarına aktardı.[31] Time Dergisi ve Uluslararası Şeffaflık (International Transparency) Suharto?yu devlet başkanları arasında yozlaşma konusunda dünyanın lideri ilan etti.[32]
Suharto?nun büyük oğlu Bambang Trihatmojo otomotif, medya ve petrokimya sektörlerinde şirket sahibi oldu. Suharto?nun üvey kardeşi Sudiwo katmono bir film şirketi sahibi olduğu gibi, film sektöründe ticareti elinde tutmaya başladı. 1980?lerin sonların ailenin maddi zenginliği öyle boyutlara ulaştı ki, ülkedeki herhangi bir ekonomik faaliyette bu ailenin şirketlerinden biri olmadıkça faaliyete geçilemez oldu. Bir süre sonra Suharto siyasal gücüne en büyük desteği ailesi ve Çinli ortaklarının oluşturduğu zenginlikten sağlar oldu. Öyle ki, Suharto adına faaliyet gösteren derneklerin bütçesi iki üç milyar Doları buldu; Suharto siyasi iktidarının devamı gayesiyle sınırsız fonlar kullandı. Suharto içinden çıktığı orduya, özellikle komutanı olduğu Kostrad birimine de ekonomik faaliyetlerde öncelik tanıdı; dış kredileri ve bir takım devlet ihalelerini askerlere veya onlar adına iş yapanlara verdi. Ordunun ekonomik faaliyetlerde bulunması 1950?li yıllarda orduda kurulan Mali departmanlar aracılığı ile sürdürüldü. Suharto ordudan arkadaşı Ibnu Sutowo?yu, 1957 yılında ülkenin yeni kurulmuş bir petrol şirketi olan Sumatra Petrol İşletmeciliği?ne müdür olarak atadı.[33]
Yukarıda özetlendiği üzere, ülkenin ekonomik kalkınmasından ve refahından istifade edenler geniş halk yığınları yerine, daha ziyade küçük azınlık grupları beslendi. Bu gelişme yolundaki uzun serüveninde Endonezya, Güneydoğu Asya ülkeleri arasında sahip olduğu geniş coğrafya ve büyük nüfusuyla en çok dikkat çeken ülke oldu. Suharto?nun uzun başkanlık döneminde siyasal özgürlükler açısından pek de parlak geçtiği söylenemez. Yapılan seçimlerde muhalefetin kazandığı gibi görülen oylar bile, muhalefetin ve genel halk kesimlerinin umutlarının bir sonraki döneme bağlayarak geleceğe dair umutlarının ertelenmesiyle Suharto?nun başkanlığının pekişmesine neden oldu.
Bir yandan yakın çevresine sunduğu ekonomik imkânlar, öte yandan 1990?ların ikinci yarısıyla birlikte Güneydoğu Asya?da yaşanan ekonomik kriz Suharto?nun sonunu getiren kitlesel gösterilere yol açtı. Suharto 1998 yılı Mart ve Mayıs aylarında zirve noktasına ulaşan ve Nahdatul Ulema?nın da destek verdiği öğrenci gösterileriyle birlikte otuz yılı aşkın başkanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.[34]
Suharto Sonrası: Reform Dönemi
Yaklaşık on yıllık Suharto sonrası dönem, demokrasiye geçiş dönemi özellikleri taşıyor. Kimi olumlu gelişmelerden bahsetmek mümkün: Doğu Timor sorununun 30 Ağustos 1999 yılında yapılan referandumla sonuçlanması; Açe Özgürlük Hareketi (GAM) ile Endonezya Hükümeti arasında, 15 Ağustos 2005 tarihinde Helsinki Barış Anlaşması?nın imzalanması ülkenin gerek iç gerek uluslararası siyasi platformlarda önemli bir gelişme kabul ediliyor.
Bununla beraber, Suharto sonrasının iç siyasette ve ekonomi alanında sorunları bulunuyor. Reform kavramının sürekli gündemde olmasına rağmen, arzu edilen reformların başarılı bir şekilde gerçekleştirildiğini söylemek güç. Bunun temel bir nedeni, hâlâ Suharto?ya alternatif bir liderin çıkmamış olmasıdır. Bu sorunların temelinde, siyasal yaşamda zorunlu reformları gerçekleştirecek lider(ler)in çıkmayışı yer alıyor. Ayrıca, kimi bölgelerde süren siyasi anlaşmazlıklar ve etnik çatışmalar, ekonomik durgunluk ve hatta gerileme, bunun yol açtığı artan yoksulluk ülke geleceğini karamsar bir tablo çizilmesine yol açıyor.
Seçim yasaları, ordunun konumu gibi can alacı noktalarda yeni gelişmelere ihtiyaç olduğu bir gerçek. Onyıllarca ülkeyi zincirleme bir bağlılar ?ordusuyla? saran diktatöryel ideolojiyi ortadan kaldırmak ve yerine arzu edilen, ülkedeki her etnik yapıyı içine alacak demokratik, katılımcı ve sivil toplumu öncelleyen bir anlayışın getirilmesi zaman alacak. Ülkedeki pek çok etnik yapının birarada tutulması başlıbaşına bir sorun. Bu nedenle kimi çevrelerce merkezi yapının tedrici olarak yerini bölge yönetimlerine devreceği federal yönetim yapısı dillendirilmektedir.
Endonezya hâlâ geçiş dönemini yaşıyor. Bu dönemin tamamlanması, serbest seçimlerin yapılmasının yanı sıra, ülke siyasetinde ve ekonomisinde etkinliğini sürdüren ordunun kendi asli görevine dönmesiyle gerçekleşecek. Kaldı ki, sivillerin siyasi hayata ?söylem? dışında kapsamlı bir açılım getirememiş olmaları ve kendi aralalarındaki çatışmalar, ordunun bir anlamda yeniden siyasi yaşamda taraf olarak ortaya çıkmasına ve Suharto?nun ?tahtının? devrilmesinin hemen ardından kaybettiği mevzileri yeniden ele geçirmesiyle sonuçlandığını söylemek bile mümkün. Örneğin, 2003 yılında sivil siyasetteki başarısızlık halk arasında böylesi bir yönelimin ortaya çıkmasına yol açtı. Toplumun kimi çevrelerinde Suharto gibi ?güçlü? bir lider ihtiyacının karşılanamamış olması Suharto dönemine bir özlem doğurdu. Geçiş döneminde, ülke siyasetinde rahatsızlık doğuran bir başka olumsuzluk ise devlet başkanlığının -Suharto?nun üvey oğlu B. J. Habibie hariç olmak üzere- daima Cava kökenli asker ve siyasilerin egemenliğinde oluşudur.
Bu dönemde siyasi arenada varlığını sürdüren seküler-milliyetçi; Müslüman-milliyetçi; ve milliyetçi olmak üzere üç parti yapısını görmek mümkün. 2000 yılında devlet başkanı olan Abdurrahman Vahid, Müslüman-Milliyetçi ve İslamcıların kısa süren ittifakının bir sonucuydu. Ancak Gusdur lâkaplı ve NU?nın liderlerinden Vahid?in başarılı olduğunu söylemek güç. Zira iki buçuk yıllık başkanlığı Vahid yönetimi çıkan skandal söylentileri ile zayıfladı ve 2001 yılında koltuğu devlet başkan yardımcısı Sukarno?nun kızı Megawati?ye devretmek zorunda kaldı.[35]
Ayrıca, ordunun bıraktığı bu boşluğu dolduracak sivil kadrolara ihtiyaç olduğu da bir gerçek. Sivil kadrolar sivil toplumun her alanını kucaklayacak ilkeler bütününü hayata geçirmedikçe Endonezya?yı dünyada ünlü yapan ?nepotizm? ve yozlaşmanın önüne geçmek mümkün değil. Bu dönemde İslamcı siyasilerin konumu ise pek içaçıcı değil. Her ne kadar tek vücud bir Müslüman oluşumdan bahsetmek mümkün olmasada, Muhammediyye liderlerinden Amien Rais gibi kimi siyasilerin çabalarını, demokratik sivil yaşamının oluşmasına katkı olarak değerlendirmek mümkün. Suharto sonrası dönemde kimi Müslüman çevreler için en sıkıntılı konularından biri resmi devlet ideolojisi olan Pancasila?nın bir baskı olarak hissedilmesidir. Bununla birlikte, genel çoğunluğun ülkede demokratik yapılanma konusunda hem fikirdir.
[1]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, Third Edition, The Macmillan Press Ltd., London, 1976, s. 726, 793.
[2]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, s. 727.
[3]Jan M. Pluvier, A Handbook and Chart of Southeast Asian History, Oxford University Press, Kuala Lumpur, 1967, s. 29; Açe Savaşı?yla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: İsmail Sofyan, (ed.) Perang Kolonial Belanda di Aceh -The Dutch Colonial War in Aceh-, The Documentation and Information Center of Aceh, Banda Aceh, 1990.
[4]Harry J. Benda, The Crescent and The Rising Sun -Indonesian Islam Under the Japanese Occupation 1942-1945, W. Van Hoeve Ltd, The Hague and Bandung, 1958, s. 41-2.
[5]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, s. 752.
[6]Harry J. Benda, The Crescent and The Rising Sun -Indonesian Islam Under the Japanese Occupation 1942-1945, W. Van Hoeve Ltd, The Hague and Bandung, 1958, s. 151-2
[7]Jan M. Pluvier, A Handbook and Chart of Southeast Asian History, s. 22.
[8]Ülke nüfusu ağırlıklı olarak Müslümanlardan oluşmakla birlikte, 17 Ağustos 1945 yılında kurulan Endonezya Cumhuriyeti?nin devlet ideolojisi Pancasila denilen beş ilke etrafında örülmüştür. Endonezya devletinde herhangi bir etnik unsurun öne çıkması arzu edilmemiş ve böylesi bir gelişmeyi engellemek adına da pancasila?da gereken açıklamalar yapılmıştır. Pancasila Demokrasi?sinin beş ilkesi şunlardır: a)Bir tek Yaratıcıya inanç; b)Adil ve Uygar bir toplum; c)Ulusal birlik; d)Demokrasi; e)Sosyal adalet.
[9]Eberhard, W, 1957, Uzak Doğu Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, s. 341.
[10]Masyumi, Endonezya bağımsızlığında önemli rolü olan İslami renklere sahip siyasi bir parti olma özelliği gösterir. 17 Ağustos 1945 tarihinde bağımsızlık ilânının ardından, Takımadalar?daki sömürge topraklarını kolay kolay kaybetmek istemeyen Hollanda her türlü çıkış yolunu bulma konusunda girişimlerde bulundu. Bunun bir neticesi olarak 25 Mart 1947 tarihinde Batavya?da (bugünkü Jakarta) Endonezya-Hollanda Birliği adı altında ortak bir oluşum gündeme geldi. Hague ve Endonezya Merkezi Milliyetçi Komitesi bu anlaşmaya onay vermemesine rağmen, anlaşma imzalandı. Ancak yaşanan gelişmeler bu anlaşmanın somut olarak uygulanmasını engelledi. Hollanda sömürgeciliğinin tamamen ortadan kaldırılması taraftarı olan Masyumi, Endonezya içerisinde bu anlaşmaya taraf olmamayı yüksek sesle dile getirdi. (Harry J. Benda, The Crescent and The Rising Sun -Indonesian Islam Under the Japanese Occupation 1942-1945, W. Van Hoeve Ltd, The Hague and Bandung, 1958, s. 152).
[11]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, s. 894.
[12]Louis Fischer, The Story of Indonesia, Harper&Brothers, New York, 1959, s. 156.
[13]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, Routledge, London, 1997, s. 3-68; Bkz.: Peter Dale, Scott Pacific Affairs, 58, Summer 1985, (s. 239-264).
[14]D. G. E. Hall, A History of South-East Asia, s. 894.
[15]Juwono Sudarsono, ?Political Changes and Development in Indonesia?, (Ed), Leo Suryadinata ve Sharon Siddique, Trends in Indonesia II, Singapore University Press, s. 58.
[16]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. 20.
[17]Ricklefs: 1981: 227
[18]Retnowani Abdulgani-Knapp, Soeharto -The Life and Legacy of Indonesia?s Second President-, Kata Penerbit, 2007, s. 13.
[19]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. 7-11.
[20]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. 1; Peter Dale, Scott Pacific Affairs, 58, Summer 1985, s. 239 ya da C:Documents and SettingsAdministratorDesktopThe CIA in Indonesia, 1965-1967.mht
[21]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. 64; Haseenah Koyakutty, ?The Adopted Son and Successor Begins to Shape Suharto?s Legacy?, s. 20, www.worldpoliticsreview.com.
[22]Mochtar Mas?oed, Soeharto Lengser -Perspektif Luar Negeri-, LKiS Yogyakarta, 1998, s. 49; Juwono Sudarsono, ?Political Changes and Development in Indonesia?, s. 62.
[23]Retnowani Abdulgani-Knapp, Soeharto -The Life and Legacy of Indonesia?s Second President-, s. 100.
[24]Mitsuo-Siddique-Bajunid 2001: 33 ; Juwono Sudarsono, ?Political Changes and Development in Indonesia?, s. 56, 62.
[25]Geoffrey Robinson, ?Rawan Is as Rawan Does: The Origins of Disorder in New Order Aceh?, (Ed.), Benedict R. O?G. Anderson, Violence and the State in Suharto?s Indonesia, Southeast Asia Program Publications, Southeast Asia Program, Cornell University, Ihaca, New York, 2001, s. 214.
[26]Adam Schwarz, A Nation In Waiting -Indonesi?s Search for Stability-, Talisman, Singapur, 2005, s. 36.
[27]Geoffrey Robinson, ?Rawan Is as Rawan Does: The Origins of Disorder in New Order Aceh?, (Ed.), Benedict R. O?G. Anderson, Violence and the State in Suharto?s Indonesia, Southeast Asia Program Publications, Southeast Asia Program, Cornell University, Ihaca, New York, 2001, s. 213.
[28]Haseenah Koyakutty, ?The Adopted Son and Successor Begins to Shape Suharto?s Legacy?, s. 20, www.worldpoliticsreview.com.
[29]Adam Schwarz, A Nation In Waiting, s. 35.
[30]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. 3.
[31]Mochtar Mas?oed, Soeharto Lengser -Perspektif Luar Negeri-, s. 82.
[32]Jonathan Head, ?The Lasting of Suharto?, BBC News, 2008/01/27.
[33]Michael R. J. Vatikiotis, Indonesian Politics under Suharto, s. s. 5, 6, 71-2.
[34]Nakamura Mitsuo, Sharon Siddique, Omer Faruk Bajunid, Islam & Civil Society -In Southeast Asia-, Institute of Southeast Asian Studies, Singapore, 2001, s. 34.
[35]Malcolm Cone, ?Neo-Modern Islam in Suharto?s Indonesia?, New Zealand Journal of Asian Studies, 4, 2 (December, 2002), s. 53.