MOLLA LUTFİ (ö. 900/1495)
Şükrü Özen-Orhan Şaik Gökyay 01 Ocak 1970
Osmanlı âlimi.
Asıl adı Lutfullah olup Molla (Sarı, Deli, Maktul) Lutfi diye tanınmıştır. XV. yüzyılın başlarında doğduğu ileri sürülürse de (Adıvar, s. 60) Mecdî’nin verdiği bilgiye göre hocası Tazarru‘nâme sahibi Sinan Paşa’nın 844 (1440) yılında doğduğu (Şekaik Tercümesi, s. 196) dikkate alındığında 850 (1446) civarında dünyaya geldiği tahmin edilebilir. Tokat’ta doğduğunu bizzat kendisi söyleyen Molla Lutfi (Şer?u Risâleti’l-?ulûm, s. 79), ilk öğrenimini çağının âlimlerinden olan babası Kutbüddin Hasan’ın yanında gördü. Daha sonra İstanbul’a giderek Sinan Paşa’dan mantık, felsefe, kelâm ve onun yönlendirmesiyle Ali Kuşçu’dan matematik okudu. Hoca-talebe ilişkisinin ötesinde Sinan Paşa ile dost ve muhtemelen akraba olan Molla Lutfi (Erünsal, TD, sy. 33 [1981], s. 73-74), 875 (1470) yılında vezirlik makamına gelen hocasının tavsiyesiyle Fâtih Sultan Mehmed tarafından saray kütüphanesine hâfız-ı kütüb olarak tayin edildi. Böylece buradaki nâdir eserleri inceleme imkânı elde edip birçok ilim dalında görüş bildirecek bir düzeye ulaştı. Bu sırada padişahla da -şakalaşacak kadar- yakın dostluk kurdu. Ancak bu dostluk uzun sürmedi; vakıf kitaplarına hıyanet suçlamasıyla önce kütüphaneden uzaklaştırılıp müderris yapıldı, ardından ta‘zîr cezasına çarptırılarak hapse konuldu (Molla Ehaveyn, vr. 334a; Ocak, s. 346). Daha sonra görevine iade edildi ve Sinan Paşa’nın padişahla arasının açılıp Seferihisar’a sürülmesi sırasında onunla beraber gitti (881/1476). Beş yıl sonra Fâtih’in ölümünün ardından yine Sinan Paşa ile birlikte İstanbul’a döndü ve II. Bayezid tarafından Bursa Yıldırım Bayezid (veya Sultan Murad) Medresesi müderrisliğine tayin edildi. Arkasından sırasıyla Filibe’de Şehâbeddin Paşa, Edirne’de Dârülhadis, İstanbul’da Semâniye, Bursa’da Murâdiye ve muhtemelen tekrar İstanbul’da Semâniye medreselerinde müderrislik yaptı.
Molla Lutfi zındıklık ve ilhâd suçlamasıyla yargılandıktan sonra idam cezasına çarptırıldı ve 25 Rebîülâhir 900 (23 Ocak 1495) tarihinde cezası Atmeydanı’nda boynu vurulmak suretiyle infaz edilerek naaşı Eyüp’te Defterdar Mahmud Çelebi Mescidi yakınına gömüldü. Onun idamı geniş yankı uyandıran tarihî bir hadise teşkil etmiştir. Taşköprizâde’nin “eşi bulunmaz, üstün kişiliğe sahip rakipsiz bir âlim” dediği (eş-Şe?a?i?, s. 280) Molla Lutfi’nin idamının açıklanan sebebi her ne kadar zındıklık ise de bu hükmün gerçek sebebinin hemen bütün kaynaklar tarafından hasımlarının kıskançlık ve düşmanlığına bağlandığı görülmektedir. Onun, dönemin ileri gelenlerine ve ulemâya karşı tutum ve davranışlarına da yansıyan kırıcı kişiliği bu düşmanlığın pekişmesini kolaylaştırmıştır. Sonuçta Molla Lutfi’ye kin besleyen hasımları, muhtemelen, kaynaklarda “aşere-i muhabbese” (on habis insan) hadisesi diye zikredilen (terimin anlamı hakkındaki farklı görüşler için bk. Erünsal, Osm.Ar., XXIV [2004], s. 134-136), fakat hakkında ayrıntı verilmeyen bir olay bahanesiyle kendisini ortadan kaldırmayı planladılar ve onun halkı saptıran bir zındık, varlığı din için zararlı bir mülhid olduğu söylentisini yaydılar. II. Bayezid’in emriyle yapılan soruşturmanın ardından söz konusu on kişiden yurt dışına kaçamayanlarla birlikte tutuklanan Molla Lutfi, on dokuz gün süren hapsi sırasında padişah dahil bütün önemli devlet adamlarına birer manzume yazıp gönderdiyse de bir sonuç alamadı. Davaya bakmak üzere Hatibzâde Muhyiddin Efendi, Molla İzârî, Molla Arap (Alâeddin Arabî Efendi), Efdalzâde Hamîdüddin Efendi ve Molla Ehaveyn gibi dönemin ileri gelen âlimlerinden bir mahkeme heyeti kuruldu. Molla Lutfi 200 kadar şahidin dinlendiği iki duruşmanın ardından idama mahkûm edildi. Onun, idamından önce halka karşı kendisine isnat edilen ilhâdla bir ilişkisinin bulunmadığını haykırdığı ve kelime-i şehâdet getirdiği bilinmektedir (Taşköprizâde, s. 280). Molla Lutfi’nin idamı üzerine düşülen tarihlerin hemen hepsi onun şehid olduğunu dile getirirken yalnız Lâmiî Çelebi’nin düştüğü tarihte, “Lutfî-i mülhid be-zindan şüd esîr” (Mülhid Lutfi zindanda esir oldu) denilmiştir ki (Âşık Çelebi, vr. 106a) bu da idamıyla değil tutuklanmasıyla ilgilidir.
Kaynaklarda genellikle Molla Lutfi’nin zındıklık ve ilhâd suçlamasıyla idam edildiği belirtilmekle birlikte onun bu cezayı gerektiren fiil veya sözü üzerinde pek durulmamıştır. Mahkeme heyeti üyelerinden Molla Ehaveyn şahitler tarafından Molla Lutfi’ye zındıklık, nübüvveti inkâr, Hz. Peygamber’e hakaret, irtidad, halkı saptırma gibi birçok suçlama yöneltildiğini belirtirken (es-Seyfü’l-meşhûr, vr. 334a) Sehî hasımlarının isnat ettiği suçu sadece “küfür söylemek” (Tezkire, s. 152), Kınalızâde Hasan Çelebi ise “sapıklık, halkı ifsat, dinsizlik ve geniş mezheplilik” (Tezkire, II, 828, 829) şeklinde tanımlar. Tek müşahhas suçlamaya Taşköprizâde yer vermekte ve Molla Lutfi’nin bir ders sırasında, “Namaz dedikleri kuru eğilip kalkmadır; faydası yoktur” cümlesini kullandığını belirtmektedir. Ancak Taşköprizâde’nin, o derste hazır bulunan öğrencilerden amcası Molla Kıvâmüddin Kasım’ın, -doğru söylediğine yemin ederek- açıkladığına göre söz konusu cümlenin aslı, Hz. Ali’nin ayağına saplanan bir okun kendisi huşû içinde namaz kılarken çıkarıldığını ve onun hiç acı hissetmediğini söyledikten sonra dediği, “Asıl namaz budur; yoksa bizim kıldığımız namaz kuru kalkıp eğilmekten ibarettir; onda da fayda yoktur” şeklindedir. Ona göre şahit öğrencilerden bazıları bu sözleri yanlış anlayıp saptırmıştır (eş-Şe?a?i?, s. 280-281). Ayrıca zındıklık suçu, hasımları tarafından sadece kendisiyle sınırlı tutulmayıp zararlı düşüncelerini öğrencilere yaymak suretiyle halkı sapıklığa yönlendirme şeklinde daha kapsamlı biçimde yorumlanarak (es-Seyfü’l-meşhûr, vr. 334a) hakkında asıl onu idama götüren, fıkıhta tövbesi kabul edilmez “dâî zındık” suçlaması yapılmıştır. Bu yargılamanın hukuk usulü bakımından önemli bir kusuru, seçilen hâkimlerin davalı ile aralarının pek iyi olmaması bir yana, Hatibzâde Muhyiddin Efendi gibi davanın açılmasına yol açan bir kimsenin yargılamada yer almasıdır. Molla Lutfi’nin idamına dair klasik ve modern literatürde hasımlarından Molla Ehaveyn’in yazdıkları ile Lâmiî Çelebi’nin düştüğü tarih hariç aleyhinde bir ifade bilinmemekte, müellifler, genellikle ona isnat edilen suçun asılsız ve dolayısıyla verilen cezanın haksız olduğu kanaatinde birleşmektedir. İdamı sırasında imanını dile getirdiğine dair rivayetler yanında onun eserlerinde ortaya koyduğu düşünceleri de Ehl-i sünnet’e aykırı unsurlar içermemektedir. Zeyniyye tarikatı şeyhlerinden Muhyiddin el-Kocevî’nin Molla Lutfi’nin idam haberini alınca, “Onun zındıklık ve ilhâddan uzak olduğuna ben şahidim” dediği kaydedilmektedir (Taşköprizâde, s. 281). Üzerinde çok şey söylenen bu davayı Hoca Sâdeddin Efendi de, “Merhumu ortadan kaldırmak için hileler icat etmişler” diye özetlemektedir (Tâcü’t-tevârih, II, 548). Yavuz Sultan Selim, Mısır seferi sırasında Anadolu kazaskerliği görevinde bulunan Kemalpaşazâde ile sohbet ederken, “Tokatlı Molla Lutfi sizin hocanız imiş; bilgisi ve fazileti bilinir iken öldürülmesine sebep ne oldu?” diye sorunca, “Hased-i akran belâsına uğradı” cevabını almıştır (Hoca Sâdeddin, Selimnâme, II, 615).
Molla Lutfi’nin bir mescidle ilgili olarak düştüğü 885 (1480) tarihinden onun Sarı Lutfi Mescidi adıyla tanınan bir cami yaptırdığı (Ayvansarâyî, II, 8; Ünver, I/8-9 [1943], s. 13), değerli kitaplardan meydana gelen bir kitaplığının olduğu ve İstanbul’da adını taşıyan bir mahallenin bulunduğu bilinmektedir. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Kemalpaşazâde, Hayâlî-i Evvel, Fâtih Sultan Mehmed’in hocası Molla Halebî’nin oğlu Abdurrahman Çelebi, Taşköprizâde’nin amcası Kıvâmüddin Kasım, Vâsiî (Abdülvâsi) Çelebi, Molla Dâvûd-i Kocevî (Kara Dâvud İzmitî), Molla Alâeddin Çerçin, Menteşeli Molla Ayı Seyyidî, Seyyid Mahmud, Küçük Bedreddin, Kazâbâdlı Kâzımî ve Molla Hakim İshak gibi âlimler yer almaktadır.
Molla Lutfi dinî, edebî, felsefî ve fennî ilimlerde eser vermiş bir âlimdir. Devrin ilim anlayışına uygun olarak çalışmalarının çoğunu Arapça, Harnâme’siyle Türkçe’nin belâgatına dair kitabını ve bazı şiirlerini ise Türkçe yazmıştır; birkaç kıtası da Farsça’dır. Şuarâ tezkirelerinde Molla Lutfi’ye yer ayrılarak şiirlerinden birtakım örnekler verilmekte ve Latîfî tarafından şiir ve kasidede asrının Hassân ve Selmân’ı olarak nitelenmekteyse de onun kaside, gazel, tarih ve mizahî kıta türünde bazı denemelerinin dışında şiirle pek ilgilendiği söylenemez. Hatta Molla Lutfi’nin, Fâtih Sultan Mehmed kendisine, “Sen de şiir der misin?” diye sorduğunda, “Fazl ü hikmet ıssına olmasa eş‘âr âr / Arz ederdim ben de eyyâmında âsâr-ı Lebîd” beytiyle cevap vermesinden (Latîfî, s. 482-483) fazilet ve hikmet sahipleri için şiiri utanılacak bir şey saydığı anlaşılmaktadır.
Eserleri. 1. ?âşiye ?alâ ?âşiyeti’ş-Şer?i’l-Me?âli?. Molla Lutfi’nin en hacimli eseri olup Sirâceddin el-Urmevî’nin mantığa dair Me?âli?u’l-envâr’ına Kutbüddin er-Râzî tarafından yapılan Levâmi?u’l-esrâr adlı şerh için Seyyid Şerîf el-Cürcânî’nin yazdığı hâşiye üzerine kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600, 1223). Hoca Sâdeddin Efendi ve Kâtib Çelebi, bu kitapta konular hakkındaki açıklamaların ve ortaya konan fikirlerin daha öncekilerin eserlerinde bulunmadığını söylemiştir (Tâcü’t-tevârih, II, 548; Keşfü’?-?unûn, II, 1716). 2. ?âşiye ?alâ evâ?ili Şer?i’l-Mevâ?ıf. Adudüddin el-Îcî’nin el-Mevâ?ıf fî ?ilmi’l-kelâm’ına Cürcânî’nin yaptığı şerhin birinci mevkıfine yazılmış bir hâşiyedir (Süleymaniye Ktp., Çelebi Abdullah Efendi, nr. 210). 3. es-Seb?u’ş-şidâd. Molla Lutfi, II. Bayezid’in huzurunda âlimlerle yaptığı bir tartışmayı padişahın emriyle kaleme aldığı bu risâlede, Cürcânî’nin Kutbüddin er-Râzî’nin Me?âli?u’l-envâr şerhi üzerine yazdığı hâşiyede “mevzu” hususunda ileri sürdüğü bazı düşünceleri eleştirmektedir (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3551). Müellif önce yedi konuda Cürcânî’ye itiraz etmiş, ardından bunlara iki yeni itiraz daha eklemiştir; bu sebeple kütüphanelerde eserin iki farklı nüshası bulunmaktadır. Taşköprizâde, Molla Lutfi’nin bu eserinde yepyeni meseleler ortaya attığını, sadece bu risâlenin bile onun üstünlüğünü kanıtlamaya yeteceğini ve buna cevap yazan Molla İzârî’nin cevaplarında başarılı olamadığını söylemektedir (eş-Şe?a?i?, s. 283). Molla Lutfi’nin çağdaşı bir âlim tarafından yazılan reddiyede ise eserde âlimlere yanlış görüşler nisbet edildiği ve yapılan itirazların başka âlimlerin kitaplarından çalınmış olduğu iddia edilerek kaynaklarına atıfta bulunulmaktadır (Risâletü def?i’ş-şübeh ?an ?avâşî mebâ?is_i’l-mevzû? min ?ıbeli ?ilmi’l-kelâm, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 2271). Taşköprizâde, el-Livâ?ü’l-merfû? fî ?alli mebâ?is_i’l-mevzû? adlı eserinde Molla Lutfi ile Molla İzârî’nin tartışmalarını değerlendirmiştir (vr. 39b-42b). 4. Risâle fî ta??i?i vücûdi’l-vâcib (vücûdi’l-mebde?i’l-evvel) (Süleymaniye Ktp., Yenicami, nr. 1181; Leiden Universiteitsbibliothek, Or., nr. 958). 5. Risâle (Kelimât) müte?alli?a bi-âyeti’l-?ac. Müellifin bir bayram günü II. Bayezid’in huzurunda Bakara sûresinin 196-199. âyetleriyle ilgili olarak yapılan tartışmanın sonuçlarını kaleme alıp Vezîriâzam Ali Paşa’ya ithaf ettiği bir risâledir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2844). Bu esere Molla İzârî (Râgıb Paşa Ktp., nr. 1460), Kıvâmüddin Kasım b. Ahmed el-Cemâlî ve Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi tarafından reddiyeler yazılmıştır (Keşfü’?-?unûn, I, 860). 6. ?übdetü’l-belâga (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5130). Kâtib Çelebi’nin Tel?î?ü’t-Tel?î? adıyla andığı risâle (a.g.e., I, 478) Hatîb el-Kazvînî’nin Tel?î?ü’l-Miftâ?’ının özeti mahiyetinde olup Mehmet Sami Benli tarafından Molla Lutfi ve Zubdetu’l-Belâga Adlı Eseri ismiyle yayımlanmıştır (İstanbul 2003). Bazı nüshalarında II. Bayezid’in oğullarından Şehzade Şehinşah’a, bazılarında Vezîriâzam Ali Paşa’ya ithaf edildiği görülen eserin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 1693, vr. 1b-38a) Risâletü Mevlânâ Lu?fî min ?ilmi’l-belâga adıyla kayıtlı bulunan ve Benli’nin neşrinde kullanılmayan bir başka nüshası da Molla Lutfi’nin idamından sonra oğlu tarafından temize çekilerek Şehzade Süleyman’a (Kanûnî) ithaf edilmiştir. 7. Müellifin adı belli olmayan Türkçe’nin belâgatına dair eseri (TSMK, III. Ahmed, nr. 1693, vr. 38b-105a). Arapça bilmeyenlere belâgat ilmini öğretmek amacıyla klasik Arapça belâgat ilmi yazım geleneğine bağlı kalınarak telif edilen kitap, Molla Lutfi’nin oğlu tarafından temize çekilip bir mukaddime eklenmek suretiyle Şehzade Süleyman’a ithaf edilmiştir. Eser üzerinde Mustafa Aksoy tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Molla Lütfî’nin Risâle-i Mevlânâ Lütfî’si, 1991, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü). 8. ?âşiye ?alâ Şer?i’l-Miftâ? (Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi, nr. 1793). Sekkâkî’nin Miftâ?u’l-?ulûm adlı kitabının belâgat ilimlerine ayrılan üçüncü kısmına Cürcânî’nin yaptığı şerhin hâşiyesidir ve Kâtib Çelebi’nin ifadesine göre adı geçen şerhte güç yerleri çözmek üzere yazılmıştır (Keşfü’?-?unûn, II, 1765). Hoca Sâdeddin Efendi, kendi zamanına kadar Şer?u’l-Miftâ?’a bundan daha güzel bir hâşiyenin yazılmadığını söyler (Tâcü’t-tevârih, II, 548). 9. Risâle fîmâ yete?alla?u bi-?urûfi’t-teheccî (Leiden Universiteitsbibliothek, Or., nr. 958, vr. 19b-21b). 10. Taz?îfü’l-me?ba?. Eski kaynaklarda adı geçmeyen bu eseri ilk defa Brockelmann tesbit etmiş (GAL, II, 306) ve Abdülhak Adnan Adıvar tanıtmıştır (Osmanlı Türklerinde İlim, s. 58-59). İlim tarihinde “Delos meselesi” diye bilinen bir matematik problemini ele alır. Şerefettin Yaltkaya’nın tahkik ettiği eseri Adnan Adıvar ve Henry Eugenie Corbin Fransızca çevirisi ve geniş bir giriş yazısıyla birlikte yayımlamıştır (Molla Lütfi’l-Maktul, La duplication de l’autel [Platon et le problème de Délos], Paris 1940). 11. Risâle fi’l-?ulûmi’ş-şer?iyye ve’l-?Arabiyye (Risâle fî mevzû?âti’l-?ulûm). II. Bayezid’e sunulan kitapta yirmi dokuzu Arap dili, kırk dördü İslâm diniyle ilgili olmak üzere toplam yetmiş üç ilimden söz edilmiş, felsefî, tabii ve matematik ilimler tasnife tâbi tutulmamıştır. Müellif eserin sonlarında, Ehl-i sünnet mezhebine göre burada verilen şer‘î ilimlerin sayısının ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı hadisine (Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 1; Tirmizî, “Îmân”, 18) uygun düştüğüne -dolayısıyla kendisinin Ehl-i sünnet inancında olduğuna- dikkat çeker. Başta Taşköprizâde’nin Miftâ?u’s-sa?âde’si ve Kâtib Çelebi’nin Keşfü’?-?unûn’u olmak üzere bu konuda kaleme alınmış daha sonraki eserlerin kaynakları arasında yer alan ve Türkiye kütüphanelerinde yirmiye yakın nüshası bulunan risâle Refîk el-Acem tarafından Şam’daki bir nüshasına dayanılarak önce bir dergide (“Risâletü’t-To?atî fi’l-?ulûmi’ş-şer?iyye ve’l-?Arabiyye”, el-Eb?âs_, XXXIX [1991], s. 21-66), ardından şerhiyle birlikte kitap halinde (Beyrut 1994) yayımlanmıştır. 12. el-Me?âlibü’l-ilâhiyye. Bir önceki eserin kapalı bazı noktalarını açıklamak üzere telif edilmiş olup yine Refîk el-Acem tarafından neşredilmiştir (bk. bibl.). 13. Harnâme. Keşfü’?-?unûn’da (II, 1783) el-Makale fî Uslu Şücâ‘ adıyla kaydedilen ve Uslu Şücâ‘ Münazarası olarak da bilinen bu mizah eserinin eksik bir nüshasını önce Oskar Rescher (Orientalische Miszellen, II [İstanbul 1926], s. 40-43), daha sonra tamamını Orhan Şaik Gökyay transkripsiyonlu metni ve tıpkıbasımı ile birlikte (bk. bibl.) yayımlamıştır. Eserde kaba ve müstehcen ifadelere yer verilmiş, ancak Gökyay bunları rumuzlarla göstermiştir. 14. el-Ferec ba‘de’ş-şidde Tercümesi. Mecdî ve Kâtib Çelebi, Ebû Ali et-Tenûhî’ye ait el-Ferec ba?de’ş-şidde adlı eseri Molla Lutfi’nin Türkçe’ye çevirdiğini söylüyorlarsa da (Şekaik Tercümesi, s. 300; Keşfü’?-?unûn, II, 1263) eserin herhangi bir nüshası bilinmemektedir. Şükrü Kurgan, bazı kütüphane kataloglarında Molla Lutfi’ye nisbet edilen bu isimdeki bir metnin ona ait olmadığını ileri sürmektedir (Türk Kültürü Belleten, sy. 4-5 [1945], s. 363-366; bu çeviriden yapılan sadeleştirilmiş bir seçme için bk. Bilge Seyidoğlu – Orhan Yavuz, Güçlükten Kolaylığa Kederden Sevince: Seçme Hikâyeler, Ankara 1990).
Kaynaklarda ?âşiye ?ale’l-Mu?addemâti’l-erba?, Risâle fî ta??i?i’l-îmân, Ta?lî?at ?alâ evâ?ili ?a?î?i’l-Bu?ârî, Şer?u Tel?î?i’l-Miftâ?, Risâle fî ?ilmi’l-âdâb (Mecdî, s. 300; Keşfü’?-?unûn, I, 498-499, 554, 852) ve bir mecmuanın fihristinde (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 440) Risâle fî ?a?i?ati’n-nefsi’n-nâ?ı?a adlı bir eser Molla Lutfi’ye nisbet edilmekteyse de bunların nüshaları henüz ele geçmemiştir. Necmeddin en-Nesefî’nin ?Aka?id’i üzerine Teftâzânî tarafından yapılan şerhe bir hâşiye yazdığına dair bilgi de (Osmanlı Müellifleri, II, 11; Yaltkaya, s. 51) muhtemelen Keşfü’?-?unûn’da (II, 1146) “?A?a?idü’n-Nesefî” maddesinde ismi geçen Molla Lutfi Beyzâde ifadesinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmıştır. Bazı yazma nüshalarında Molla Lutfi’ye izâfe edilen es-Sa?âdeti’l-fâ?ire fî siyâdeti’l-â?ire adlı eserin (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3648/9) Taşköprizâde Ahmed Efendi’ye ait olduğu tesbit edilmiştir (Yılmaz, s. III-V).