Dindarlık anlayışımızı sorgulamalıyız
Mehmet Ocaktan 01 Ocak 1970
Dindarlar olarak zaman zaman birbirimizin yüzüne bakmaktan bile utandığımız çok talihsiz günlerden geçiyoruz. İslami duyarlılığı olan her insan bilir ki Hz. Peygamberin en önemli vasfı Muhammed’ül-emin, yani güvenilir olmasıdır. O’na bir çok iftirada bulundular, getirdiği akideye karşı açıktan mücadele ettiler, ama hiçbir zaman güvenilmez ve doğru söylemez demediler. Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Hoca diyor ki: “Hiç ikinci bir meşruiyet ölçüsü olmadı. Tek bir çizgisi oldu, ok gibi bir çizgisi oldu. Ne dedi? ‘Benim saçımı ağartan bir sure var.’ Ne diyor bu surede? “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”
Önümüzde böylesine evrensel bir mesajın olmasına rağmen, günümüz dindarlarına baktığımızda yürek burkan bir tablo ile karşı karşıyayız. Dindar dünyaya mensup insanların o kadar çok “meşruiyet ölçüsü” var ki, kısacık ömürlerinin neredeyse her anında farklı istasyonlara savruluyorlar ve hiçbir evrensel ilkeyle kendilerini bağlı saymıyorlar.
Son 20-30 yıllık Türkiye fotoğrafına baktığımızda dindarların nasıl bir savrulma yaşadığını eminim çok daha iyi anlarız. Zira bu süreç adeta sosyolojik bir laboratuvar özelliği taşımaktadır. Herkesin çok iyi bildiği gibi Türkiye’nin insan hakları ve özgürlükler konusunda son elli yılda yaşadığı tecrübeler bir bakıma mağduriyetler tarihidir. Bu konuda özellikle ‘90’lı yıllarda en büyük mağduriyeti de dindar kesimler yaşamıştır.
Düşünün ki başörtülü bir öğrenci tıp fakültesi öğrencisi 5. sınıftayken başörtüsü yasağı yüzünden sınavlara ve derslere alınmıyor, bu ayrımcılığa karşı eylemlere katıldığı için DGM’de yargılanıyor ve sonunda ülkesindeki üniversitelerin kapıları kendisine kapatıldığı için eğitimini Avrupa’da tamamlamak zorunda kalıyor.
Bilindiği gibi o günlerde de devletin en önemli meselesi yine “beka” sorunuydu. O gün ülkeyi yönetenler, “devletin bekası”nı başörtülü kızlara karşı korumak için ilkel bir yasakçı zihniyete sarılmışlardı.
İşte o günlerde bu derin mağduriyeti yaşayan yüzlerce kızdan birisi de Leyla Şahin’di. O şimdi milletvekili, aynı zamanda AK Parti’de İnsan Haklarından sorumlu genel başkan yardımcısı... Leyla Şahin’in geçtiğimiz günlerde insan haklarıyla ilgili yaptığı açıklamayı görünce içimde derin bir sızı hissettim. İlk okuduğumda inanamadım, daha doğrusu inanmak istemedim. Bu Leyla şahin, 28 Şubat’ın en azgın günlerinde mağduriyetler yaşayan Leyla Şahin olamazdı. Ama ne yazık ki o Leyla Şahin bugün bize, tıpkı geçmiş Türkiye’de olduğu gibi gücü simgeleyen ‘devletli’ bir eda ile özetle şunları söylüyor:
“İnsan hakları ihlali deyince akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar. Bu çok algı ve yanlış söylemlerle birlikte aleyhimize kullanabilecek bir alan olarak görülebiliyor. Aslında bunların hiçbiri doğru değil.
Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu söylemek artık abesle iştigaldir. Sonuçta hukuk ve kanunlar herkes için geçerlidir. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuka aykırı kim iş yapıyor ve ülkeye zarar veriyorsa ve terör örgütleri ile iş birliği içerisinde kanuna aykırı iş yapıyorsa elbette hesabı sorulacaktır. Burada kişinin mesleği, kimliği, görevi ve makamı hiç önemli değildir. Türkiye o yüzden bir hukuk devletinin kuralları neyse ve anayasamızın bize verdiği yetki ve sorumluluk neyse bu kurallar içerisinde bütün kanunlarımıza saygılı bir şekilde ve hukukun üstünlüğünü de koruyarak insan hakları noktasında insan onuruna yakışır bir tavır sergileyerek dünyaya örnek bir ülkedir aslında Türkiye.”
Bu açıklamadaki özellikle “Türkiye’de insan hakları ihlali olduğunu söylemek artık abesle iştigaldir” cümlesini okuduğumda, Türkiye’deki dindarlık anlayışının sorgulanması gerektiği yönündeki kanaatim daha da güçlendi. Maalesef dindarlar geçmişte yaşadıkları acıları o kadar çabuk unuttular ki, bugün küçücük de olsa bir empati yapma gereği bile duymuyorlar. Oysa özgürlükler ve insan hakları konusunda en çok duyarlı olması gerekenler dindarlardır. Çünkü hem unutmamaları gereken bir mağduriyet geçmişleri var, hem de dinin hak-hukuk ve özgürlük konusunda kendilerine yüklediği büyük bir sorumluluk var.
Unutmayalım, bugün hem Cumhurbaşkanı Erdoğan adaletle ilgili sorunların altını çiziyor, hem de Uluslararası Af Örgütü, Mazlum-Der ve İHD gibi kuruluşlar bugün Türkiye’deki insan hakları ihlalleriyle ilgili raporlar yayınlıyorlar. Ve biliyoruz ki bu kuruluşlar geçmişte devletin ve AİHM’nin karşısında Leyla Şahin’in yanında yer almışlardı. Demek ki insan hakları örgütleri o gün Leyla Hanım’ı savunurken abesle iştigal ediyorlarmış...