« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

24 Tem

2008

ÜTOPYANIN SONU

Herbert Marcuse - Çev. Doğan Barıs Kılınç 01 Ocak 1970

Bugün, somut dünyanın, insan yasamının her formu, teknik ve doğal çevrenin her

dönüsümü bir olasılıktır ve bu olasılığın yörüngesi tarihseldir. Bugün, dünyayı cehenneme

çevirme yeteneğine sahibiz ve bu yolda da iyi gidiyoruz. Ayrıca, onu, cehennemin karsıtına

çevirme yeteneğindeyiz de. Bu, ütopyanın sonu yani belirli sosyo-tarihsel olasılıklardan

vazgeçme anlamında ütopya kavramını kullanan fikirler ve kuramların çürütülmesi anlamına

gelecektir. Bu, insansal bir toplum ve onun çevresi için yeni olasılıkların artık eskinin devamı

olarak ya da onlarla aynı tarihsel süreklilikte bile varolarak düsünülemeyeceği anlamında

tarihin sonu olarak da anlasılabilir. Daha doğrusu, bu olasılıklar tarihsel süreklilik ile bir

kopmayı varsayar; özgür bir toplum ve hala özgür olmayan toplumlar arasında, Marx’a göre

tüm önceki tarihi insanlığın tarih öncesi haline getiren niteliksel bir farklılığı varsayar.

Fakat Marx’ın bile ilerleme sürekliliği kavramına hala fazlasıyla bağlı kaldığına, onun

sosyalizm düsüncesinin bile, beklenen kapitalizmin kesin yadsınmasını henüz temsil

etmeyebileceğine ya da artık temsil etmediğine inanıyorum. Yani bugün ütopyanın sonu

kavramı, en azından yeni bir sosyalizm tanımını tartısma zorunluluğunu isaret eder. Bu

tartısma, Marksçı sosyalizm kavramının kararlı öğelerinin, üretim güçlerinin gelisiminde

simdi eskimis bir asamaya ait olup olmadığı sorusuna dayalı olacaktır. Bu eskimislik,

kanımca, en açık biçimde özgürlükler alanı ve zorunluluklar alanı arasındaki ayrımda ifade

edilir. Buna göre, özgürlükler alanı ancak zorunluluklar alanının ötesinde düsünülebilir ve

varolabilir. Bu ayrım, zorunluluklar alanının, Marx’ın dediği gibi, içerisinde

gerçeklestirilebilecek tek seyin, emeğin olanaklı olduğu ölçüde akılsal olarak örgütlenmesi ve

olanaklı olduğu ölçüde azaltılması anlamına gelen bir yabancılasmıs emek alanı anlamında

kaldığını ima eder. Fakat bu, zorunluluklar alanında-alanının emeği olarak kalır ve dolayısıyla

özgür değildir. Özgür ve özgür olmayan toplum arasındaki niteliksel farklılığın bir

göstergesini sunan yeni olasılıklardan birisi özgürlükler alanının zorunluluklar alanı içerisinde

görünmesine izin vermektir –emeğin içinde, sadece emeğin ötesinde değil. Bu spekülatif

düsünceye cazip bir biçim vermek için, sosyalizm yolununun ütopyadan bilime değil,

bilimden ütopyaya ilerleyebilme olasılığı ile yüzlesmemiz gerektiğini söyleyeceğim.

Ütopya tarihsel bir kavramdır. Olanaksız olduğu düsünülen toplumsal değisim

tasarılarına göndermede bulunur. Hangi nedenlerle olanaksız? Alısıldık ütopya tartısmasında,

verili bir toplumsal durumun öznel ve nesnel etkenleri dönüsümün yolunu kapadığında –

toplumsal durumun sözde olgunlasmayısı- yeni bir toplum tasarısını gerçeklestirmenin

olanaksızlığı söz konusudur. Fransız Devrimi sırasındaki komünist tasarılar ve belki en

yüksek derecede gelismis kapitalist ülkelerdeki sosyalizm, bunların her ikisi de gerçeklesmeyi

olanaksız kılıyor görünen öznel ve nesnel etkenlerin sahici ya da sözde yokluğunun

örnekleridir.

Bununla birlikte, bir toplumsal dönüsüm tasarısının gerçeklestirilemez olduğu

düsünülebilir çünkü belirli bilimsel açıdan kurulu yasalara, biyolojik yasalara, fizik yasalara

ters düser; örneğin, eski sonsuz gençlik düsüncesi ya da varsayılan bir altın çağa dönüs

düsüncesi gibi tasarılar. Dnanıyorum ki, simdi yalnızca bu ikinci anlamda, yani bir toplumsal

değisim tasarısı gerçek doğa yasaları ile ters düstüğünde, ütopyadan söz edebiliriz. Kesin

anlamda, yalnızca böylesi bir tasarı ütopiktir, yani tarihin ötesindedir –fakat bu “tarihdısılık”

bile tarihsel bir sınıra sahiptir.

Diğer tasarılar grubu, öznel ve nesnel etkenlerin yokluğu nedeniyle olanaksızlığın söz

konusu olduğu yerde, olsa olsa yalnızca “geçici olarak” gerçeklestirilemez olarak

adlandırılabilir. Karl Manheim’ın böylesi tasarılar için gerçeklestirilemezlik ölçütü, ilk olarak,

örneğin gerçeklestirilemezliğin kendisini yalnızca olgudan sonra göstermesi gibi çok basit

nedenlerden dolayı yetersizdir. Ve kendisini tarihte gerçeklesmemis olarak göstermis

olduğundan, bir toplumsal dönüsüm tasarısının gerçeklestirilemez olarak adlandırılması

sasırtıcı değildir. Dkinci olarak, bununla birlikte, bu anlamdaki gerçeklestirilemezlik ölçütü,

yetersizdir çünkü devrimci bir tasarının gerçeklesmesinin, kesin olarak devrim sürecinde

üstesinden gelinebilen ve gelinen karsı güçler ve karsı eğilimler tarafından engellenmesi söz

konusu olabilir. Bu nedenle, spesifik öznel ve nesnel etkenlerin yokluğunu, radikal

dönüsümün gerçeklestirilebilirliğine bir itiraz olarak kurgulamak sorgulanabilirdir. Özellikle,

-ve bu bizim burada ilgili olduğumuz sorundur- teknik açıdan en yüksek derecede gelismis

kapitalist ülkelerde hiçbir devrimci sınıfın tanımlanamaz olusu, Marksizmin ütopik olduğu

anlamına gelmez. Devrimin toplumsal failleri –ve bu ortodoks Marx’tır- yalnızca dönüsüm

sürecinin kendisinde olusur ve sözün gelisi devrimci hareket basladığında devrimci güçlerin

orada hazır olduğu bir durum beklenilemez. Fakat kanımca, akılcı uygulanımlarının üretim

güçlerinin varolan örgütlenmesi tarafından önlenmesine rağmen dönüsümün maddi ve

zihinsel güçleri teknik açıdan el altında olduğunda, olanaklı gerçeklesme için geçerli bir ölçüt

vardır. Ve bu anlamda, inanıyorum ki bugün gerçekten bir ütopyanın sonundan söz edebiliriz.

Özgür bir toplumun gerçeklesmesi için çalıstırılabilecek tüm maddi ve zihinsel güçler

el altındadır. Onların bu amaç için kullanılmıyor olusu, varolan toplumun kendi kurtulus

potansiyeline karsı toptan seferberliğine mal edilecektir. Fakat bu durum, hiçbir biçimde,

radikal dönüsüm düsüncesinin kendisini bir ütopya haline getirmez.

Yoksulluğun ve sefaletin kaldırılması, yabancılasmanın kaldırılması ve “artık baskı”

olarak alandırdığım seyin kaldırılması olduğu ölçüde, tanımladığım anlamda olanaklıdır.

Burjuva iktisadında bile açlık ve sefaletin kaldırılmasının simdiden teknik açıdan varolan

üretici güçlerle olanaklı olduğunu ve bugün olmakta olanın baskıcı bir toplumun küresel

politikasına bağlanması gerektiğini yadsıyacak ciddi bir bilim insanı ya da arastırmacı

neredeyse yoktur. Fakat bunda anlasma içinde olmamıza rağmen biz hala yoksulluğun,

sefaletin ve emeğin kaldırılması için bu teknik olasılığın dahil edilmesi hakkında yeteri kadar

açık değiliz. Dahil etme, bu tarihsel teknik olasılıkların önceki tarihle bir süreklilikten çok bir

kopusu, olumlu devam edisinden çok yadsınmasını, ilerlemeden çok farklılığı isaret eden

biçimlerde kavranılmasıdır. Bunlar, insansal varolusun bir boyutunun maddi temelin bu

yanından kurtulusunu, gereksinimlerin dönüsümünü isaret ederler.

Tehlikede olan, yalnızca kuram olarak değil fakat aynı zamanda bir varolus biçimi

olarak yeni bir insan kuramı düsüncesidir: özgürlük için yasamsal bir gereksinimin ve

özgürlüğün yasamsal gereksinimlerinin –artık kıtlık ve yabancılasmıs emek zorunluluğuna

dayanmayan ve onlarla sınırlanmayan bir özgürlüğün- baslangıcı ve gelisimi. Niteliksel

açıdan yeni insansal gereksinimlerin gelisimi, biyolojik bir zorunluluk olarak ortaya çıkar; ve

bunlar, biyolojik anlamda gereksinimlerdir. Çünkü gelismis kapitalist ülkelerdeki manipüle

edilmis nüfusun büyük bir bölümü arasında özgürlük gereksinimi yasamsal, zorunlu bir

gereksinim olarak varolmaz ya da artık varolmaz. Bu yasamsal gereksinimlerle beraber, yeni

insan kuramı, simdiye kadar Batı uygarlığı tarihini karakterize etmis olan Yahudi-Hıristiyan

ahlakın mirasçısı ve yadsınması olarak yeni bir ahlakın baslangıcını da ima eder. Kesin

olarak, baskıcı bir toplumu bireylerin kendilerinde tekrar tekrar yeniden üreten, bu baskıcı

toplumda gelistirilen ve tatmin edilen gereksinimlerin sürekliliğidir. Bireyler, baskıcı toplumu

devrim boyunca bile sürüp giden gereksinimlerinde yeniden üretirler ve simdiye kadar özgür

bir toplumun nicelikten niteliğe sıçrama yolunu kapamıs olan kesinlikle bu sürekliliktir. Bu

düsünce, insansal gereksinimlerin tarihsel bir karaktere sahip olduğunu ima eder. Cinsellik de

dahil tüm insansal gereksinimler hayvansal dünyanın ötesinde durur. Onlar tarihsel olarak

belirlenir ve tarihsel olarak değisebilirdir. Kendilerinde zaten baskı tasıyan bu gereksinimlerin

sürekliliğinden kopus, niteliksel farklılığa sıçrama, katıksız bir bulus olmayıp üretici güçlerin

kendilerinin gelisiminde mevcuttur. Bu gelisim, kendi potansiyellerinin hakkını vermek için

gerçekten yeni yasamsal gereksinimler talep ettiği bir düzeye ulasmıstır.

Nicelikten niteliğe bu sıçramayı olanaklı kılan üretici güçlerin eğilimleri nelerdir?

Hepsinden öte, tahakkümün tekniklesmesi, tahakkümün temeline zarar verir. Üretim

sürecindeki (maddi üretim süreci) fiziksel emek gücünün ilerleyen azalısı ve artan ölçüde

zihnsel emeğin onun yerini alması, toplumsal açıdan zorunlu emeği teknisyenler, bilim

insanları, mühendisler vb. sınıfında toplar. Bu, yabancılasmıs emekten olası kurtulusu akla

getirir. Elbette bu yalnızca bir eğilimler, fakat kapitalist toplumun gelisiminde ve süregiden

varolusunda temellenen eğilimler sorunudur. Eğer kapitalizm, üretici güçlerin ve onların

örgütlenmesinin bu yeni olasılıklarını sömürmekte basarılı olmazsa, emeğin üreticiliği kar

oranının gerektirdiği düzeyin altına düsecektir. Ve eğer kapitalizm, bu gerekliliği önemsemez

ve ne olursa olsun otomasyona devam ederse, kendi iç sınırı ile karsılasacaktır: mübadele

toplumunun sürdürülmesi için artıdeğer kaynakları gittikçe azalacaktır.

Marx, Grundrisse’de, toplumsal açıdan zorunlu emeğin tam otomasyonunun

kapitalizmin korunması ile bağdasmaz olduğunu gösterdi. Otomasyon, onun aracılığıyla

zorunlu fiziksel emeğin, yabancılasmıs emeğin, maddi üretim sürecinden daha büyük bir

ölçüde çekildiği bu eğilimin yalnızca bir parolasıdır. Bu eğilim, eğer kapitalist üretimin

engellerinden özgürlesirse, üretici güçlerle yaratıcı bir deneyime yol açacaktır. Yoksulluğun

kaldırılmasıyla bu eğilim, insansal ve insansal olmayan doğanın potansiyelleriyle oyunun

toplumsal emeğin içeriği olacağı anlamına gelir. Üretici imgelem, maddi üretici güçlerin

benzer gelisimi temelinde özgür bir insansal varolus olasılıklarının özgürce taslağını çizen

somut olarak biçimlendirilmis üretici güç olacaktır. Bu teknik olasılıkların, baskının

olasılıkları olmaması için, fakat özgürlestici islevlerini yerine getirebilmeleri için, özgürlestici

ve tatmin edici gereksinimler tarafından sürdürülmeleri ve yönlendirilmeleri gerekir.

(Yabancılasmıs) emeği kaldırmak için hiçbir yasamsal gereksinim olmadığında, aksine

emeği sürdürme ve uzatma gereksinimi varolduğunda, hatta bu artık toplumsal açıdan zorunlu

olmadığında; gönül rahatlığıyla nese, mutluluk için yasamsal gereksinim değil de daha çok

olabildiğince sefil bir yasamdaki herseyi kazanma zorunluluğu gereksinimi varolduğunda; bu

yasamsal gereksinimler varolmadığında ya da baskıcı olanlarla boğulduğunda, yalnızca yeni

teknik olasılıkların, gerçekte tahakküm tarafından baskının yeni olasılıkları olması

beklenecektir.

Sibernetik ve bilgisayarların insansal varolusun bütünsel denetimine ne katkıda

bulunabileceğini zaten biliyoruz. Varolan gereksinimlerin gerçekten kararlı yadsınması olan

yeni gereksinimler, ilkin görünüslerini mevcut tahakküm sistemini sürdüren gereksinimlerin

yadsınması ve onların dayalı oldukları değerlerin yadsınması haline getirirler: örneğin,

varolus mücadelesi gereksiniminin yadsınması (sonraki sözde zorunludur ve varolus

mücadelesinin olası kaldırılısından söz eden tüm düsünceler ve fanteziler böylece insansal

varolusun sözde doğal ve toplumsal kosulları ile ters düser); yasamını kazanma

gereksiniminin yadsınması; edimleme ilkesinin, rekabetin yadsınması; yıkımla ayrılmazcasına

bağlı olan savurgan, yıkıcı üreticilik gereksiniminin yadsınması; ve içgüdülerin aldatıcı

baskısı için yasamsal gereksinimin yadsınması. Bu gereksinimler, bugün çoğunluğun

yasamsal bir gereksinimi olmayan barıs için yasamsal, biyolojik gereksinimde, dinginlik

gereksiniminde, yalnız olma, kendisiyle ya kendisinin seçmis olduğu diğerleriyle olma

gereksiniminde, güzel için gereksinimde, “hakedilmemis” mutluluk gereksiniminde

yadsınacaktır –basitçe bireysel gereksinimler formunda değil fakat toplumsal bir üretici güç

olarak, üretici güçlerin doğrultusu ve eğilimi aracılığıyla harekete geçirilebilen toplumsal

gereksinimler olarak.

Bir toplumsal üretici güç biçiminde, bu yeni yasamsal gereksinimler insan yasamının

somut dünyasının bütünsel bir teknik yeniden örgütlenmesini olanaklı kılacaktır ve

inanıyorum ki yeni insansal iliskiler, insanlar arasındaki yeni iliskiler yalnızca böylesi

yeniden örgütlenmis bir dünyada olanaklı olacaktır. Teknik yeniden örgütlenme dediğimde,

yeniden, orada böylesi bir yeniden yapılanmanın kapitalist sanayilesmenin dehsetlerinin

ortadan kaldırılmasından sonra, kapitalist sanayilesme ve ticarilesme terörlerinin kaldırılması,

kentlerin bütünsel yeniden yapılanması ve doğanın yeniden düzenlenmesi anlamına geldiği en

yüksek derecede gelismis kapitalist ülkelere göndermede bulunarak konusuyorum.

Umuyorum ki, kapitalist sanayilesmenin dehsetlerinin ortadan kaldırılmasından bahsederken

teknolojinin arkasında romantik bir durgunluğu desteklemiyor olduğum açıktır. Tersine,

teknoloji ve sanayilesmenin potansiyel özgürlesme kutsamalarının, kapitalist sanayilesme ve

kapitalist teknoloji ortadan kaldırılana dek gerçek ve görünür olmaya bile baslamayacağına

inanıyorum.

Özgürlüğün burada bahsettiğim nitelikleri, sosyalizm üzerine son düsüncelerde

simdiye kadar yeteri kadar dikkat çekmemis niteliklerdir. Solda bile, sosyalizm kavramı,

gereğinden fazla, üretici güçlerin gelismesi, emeğin üreticiliğini artırma çerçevesinde ele

alınmıstır –bilimsel sosyalizm düsüncesinin gelistirildiği üreticilik düzeyinde yalnızca

gerekçelendirilmemis değil ama zorunlu, fakat bugün en azından tartısmaya tabi olan bir sey.

Bugün hiçbir engelleme olmaksızın, tuhaf görünse bile, özgür bir toplum olarak sosyalist

toplum ile varolan toplum arasındaki niteliksel farklılığı tartısmamız ve tanımlamamız

gerekiyor. Ve eğer, belki de sosyalist toplumdaki niteliksel farklılığı gösterebilen bir kavram

arıyorsak, estetik-erotik boyutun neredeyse kendiliğinden akla, en azından benim aklıma

geldiği yer kesinlikle burasıdır. Burada “estetik kavramı” orijinal anlamında, yani duyuların

duyarlılığı formunda ve insansal yasamın somut dünyası formunda alınmaktadır. Kavram bu

sekilde alındığında, sanat ve teknolojinin birlesmesini ve çalısma ve oyunun birlesmesini

tasarlar. Fourier’in çalısmasının, avante-garde sol kanat entelijansiya arasında yeniden güncel

olması rastlantı değildir. Marx ve Engels’in kendilerinin de kabul ettiği gibi, Fourier özgür ve

özgür olmayan toplum arasındaki niteliksel farlılığı açık hale getiren tek kisidir. Ve o,

Marx’ın yaptığı gibi çalısmanın oyun olduğu olanaklı bir toplumdan, toplumsal açıdan

zorunlu emeğin insanların özgürlesmis, gerçek gereksinimleri ile uyum halinde

örgütlenebildiği bir toplumdan söz ederken korkuya kapılmadı.

Sonuç olarak daha ileri bir gözlem yapmama izin verin. Marx’a borçlu olan elestirel

kuram eğer sadece varolan iliskileri gelistirmekle yetinmek istemiyorsa, kendisini burada

yalnızca zalim bir biçimde gösterilmis olan özgürlüğün uç olasılıkları, niteliksel farlılık

skandalı içerisine yerlestirmelidir. Marksizm, insanların simdiye kadar hiçbir yerde varolusa

geçmemis olarak bilincinde olduğu ve farkına vardığı bir biçimde özgürlüğü tanımlama

riskine girmelidir. Ve kesin olarak, sözde ütopik olasılıklar bütünüyle ütopik olmaktan çok

varolanın belirli sosyo-tarihsel yadsınması olduğundan, eğer kendimizi ve baskalarını bu

olasılıklar ve onları engelleyen ve reddeden güçler hakkında bilinçli hale getireceksek, çok

reel ve çok yararcı bir muhalefete gereksinimimiz olacaktır. Tüm yanılsamalardan ve ayrıca

tüm bozgunculuklardan bağımsız bir muhalefet gerekmektedir çünkü saf varolusu ile

bozgunculuk, özgürlük olasılığını statükoya feda etmektedir.

Marcuse, Herbert (1970). “The End of Utopia”, Five Lectures içinde, Boston: Beacon

Press. Sayfa, 62-69.

Ziyaret -> Toplam : 125,23 M - Bugn : 118943

ulkucudunya@ulkucudunya.com