ÜTOPYANIN SONU
Herbert Marcuse - Çev. Doğan Barıs Kılınç 01 Ocak 1970
Bugün, somut dünyanın, insan yasamının her formu, teknik ve doğal çevrenin her
dönüsümü bir olasılıktır ve bu olasılığın yörüngesi tarihseldir. Bugün, dünyayı cehenneme
çevirme yeteneğine sahibiz ve bu yolda da iyi gidiyoruz. Ayrıca, onu, cehennemin karsıtına
çevirme yeteneğindeyiz de. Bu, ütopyanın sonu yani belirli sosyo-tarihsel olasılıklardan
vazgeçme anlamında ütopya kavramını kullanan fikirler ve kuramların çürütülmesi anlamına
gelecektir. Bu, insansal bir toplum ve onun çevresi için yeni olasılıkların artık eskinin devamı
olarak ya da onlarla aynı tarihsel süreklilikte bile varolarak düsünülemeyeceği anlamında
tarihin sonu olarak da anlasılabilir. Daha doğrusu, bu olasılıklar tarihsel süreklilik ile bir
kopmayı varsayar; özgür bir toplum ve hala özgür olmayan toplumlar arasında, Marx’a göre
tüm önceki tarihi insanlığın tarih öncesi haline getiren niteliksel bir farklılığı varsayar.
Fakat Marx’ın bile ilerleme sürekliliği kavramına hala fazlasıyla bağlı kaldığına, onun
sosyalizm düsüncesinin bile, beklenen kapitalizmin kesin yadsınmasını henüz temsil
etmeyebileceğine ya da artık temsil etmediğine inanıyorum. Yani bugün ütopyanın sonu
kavramı, en azından yeni bir sosyalizm tanımını tartısma zorunluluğunu isaret eder. Bu
tartısma, Marksçı sosyalizm kavramının kararlı öğelerinin, üretim güçlerinin gelisiminde
simdi eskimis bir asamaya ait olup olmadığı sorusuna dayalı olacaktır. Bu eskimislik,
kanımca, en açık biçimde özgürlükler alanı ve zorunluluklar alanı arasındaki ayrımda ifade
edilir. Buna göre, özgürlükler alanı ancak zorunluluklar alanının ötesinde düsünülebilir ve
varolabilir. Bu ayrım, zorunluluklar alanının, Marx’ın dediği gibi, içerisinde
gerçeklestirilebilecek tek seyin, emeğin olanaklı olduğu ölçüde akılsal olarak örgütlenmesi ve
olanaklı olduğu ölçüde azaltılması anlamına gelen bir yabancılasmıs emek alanı anlamında
kaldığını ima eder. Fakat bu, zorunluluklar alanında-alanının emeği olarak kalır ve dolayısıyla
özgür değildir. Özgür ve özgür olmayan toplum arasındaki niteliksel farklılığın bir
göstergesini sunan yeni olasılıklardan birisi özgürlükler alanının zorunluluklar alanı içerisinde
görünmesine izin vermektir –emeğin içinde, sadece emeğin ötesinde değil. Bu spekülatif
düsünceye cazip bir biçim vermek için, sosyalizm yolununun ütopyadan bilime değil,
bilimden ütopyaya ilerleyebilme olasılığı ile yüzlesmemiz gerektiğini söyleyeceğim.
Ütopya tarihsel bir kavramdır. Olanaksız olduğu düsünülen toplumsal değisim
tasarılarına göndermede bulunur. Hangi nedenlerle olanaksız? Alısıldık ütopya tartısmasında,
verili bir toplumsal durumun öznel ve nesnel etkenleri dönüsümün yolunu kapadığında –
toplumsal durumun sözde olgunlasmayısı- yeni bir toplum tasarısını gerçeklestirmenin
olanaksızlığı söz konusudur. Fransız Devrimi sırasındaki komünist tasarılar ve belki en
yüksek derecede gelismis kapitalist ülkelerdeki sosyalizm, bunların her ikisi de gerçeklesmeyi
olanaksız kılıyor görünen öznel ve nesnel etkenlerin sahici ya da sözde yokluğunun
örnekleridir.
Bununla birlikte, bir toplumsal dönüsüm tasarısının gerçeklestirilemez olduğu
düsünülebilir çünkü belirli bilimsel açıdan kurulu yasalara, biyolojik yasalara, fizik yasalara
ters düser; örneğin, eski sonsuz gençlik düsüncesi ya da varsayılan bir altın çağa dönüs
düsüncesi gibi tasarılar. Dnanıyorum ki, simdi yalnızca bu ikinci anlamda, yani bir toplumsal
değisim tasarısı gerçek doğa yasaları ile ters düstüğünde, ütopyadan söz edebiliriz. Kesin
anlamda, yalnızca böylesi bir tasarı ütopiktir, yani tarihin ötesindedir –fakat bu “tarihdısılık”
bile tarihsel bir sınıra sahiptir.
Diğer tasarılar grubu, öznel ve nesnel etkenlerin yokluğu nedeniyle olanaksızlığın söz
konusu olduğu yerde, olsa olsa yalnızca “geçici olarak” gerçeklestirilemez olarak
adlandırılabilir. Karl Manheim’ın böylesi tasarılar için gerçeklestirilemezlik ölçütü, ilk olarak,
örneğin gerçeklestirilemezliğin kendisini yalnızca olgudan sonra göstermesi gibi çok basit
nedenlerden dolayı yetersizdir. Ve kendisini tarihte gerçeklesmemis olarak göstermis
olduğundan, bir toplumsal dönüsüm tasarısının gerçeklestirilemez olarak adlandırılması
sasırtıcı değildir. Dkinci olarak, bununla birlikte, bu anlamdaki gerçeklestirilemezlik ölçütü,
yetersizdir çünkü devrimci bir tasarının gerçeklesmesinin, kesin olarak devrim sürecinde
üstesinden gelinebilen ve gelinen karsı güçler ve karsı eğilimler tarafından engellenmesi söz
konusu olabilir. Bu nedenle, spesifik öznel ve nesnel etkenlerin yokluğunu, radikal
dönüsümün gerçeklestirilebilirliğine bir itiraz olarak kurgulamak sorgulanabilirdir. Özellikle,
-ve bu bizim burada ilgili olduğumuz sorundur- teknik açıdan en yüksek derecede gelismis
kapitalist ülkelerde hiçbir devrimci sınıfın tanımlanamaz olusu, Marksizmin ütopik olduğu
anlamına gelmez. Devrimin toplumsal failleri –ve bu ortodoks Marx’tır- yalnızca dönüsüm
sürecinin kendisinde olusur ve sözün gelisi devrimci hareket basladığında devrimci güçlerin
orada hazır olduğu bir durum beklenilemez. Fakat kanımca, akılcı uygulanımlarının üretim
güçlerinin varolan örgütlenmesi tarafından önlenmesine rağmen dönüsümün maddi ve
zihinsel güçleri teknik açıdan el altında olduğunda, olanaklı gerçeklesme için geçerli bir ölçüt
vardır. Ve bu anlamda, inanıyorum ki bugün gerçekten bir ütopyanın sonundan söz edebiliriz.
Özgür bir toplumun gerçeklesmesi için çalıstırılabilecek tüm maddi ve zihinsel güçler
el altındadır. Onların bu amaç için kullanılmıyor olusu, varolan toplumun kendi kurtulus
potansiyeline karsı toptan seferberliğine mal edilecektir. Fakat bu durum, hiçbir biçimde,
radikal dönüsüm düsüncesinin kendisini bir ütopya haline getirmez.
Yoksulluğun ve sefaletin kaldırılması, yabancılasmanın kaldırılması ve “artık baskı”
olarak alandırdığım seyin kaldırılması olduğu ölçüde, tanımladığım anlamda olanaklıdır.
Burjuva iktisadında bile açlık ve sefaletin kaldırılmasının simdiden teknik açıdan varolan
üretici güçlerle olanaklı olduğunu ve bugün olmakta olanın baskıcı bir toplumun küresel
politikasına bağlanması gerektiğini yadsıyacak ciddi bir bilim insanı ya da arastırmacı
neredeyse yoktur. Fakat bunda anlasma içinde olmamıza rağmen biz hala yoksulluğun,
sefaletin ve emeğin kaldırılması için bu teknik olasılığın dahil edilmesi hakkında yeteri kadar
açık değiliz. Dahil etme, bu tarihsel teknik olasılıkların önceki tarihle bir süreklilikten çok bir
kopusu, olumlu devam edisinden çok yadsınmasını, ilerlemeden çok farklılığı isaret eden
biçimlerde kavranılmasıdır. Bunlar, insansal varolusun bir boyutunun maddi temelin bu
yanından kurtulusunu, gereksinimlerin dönüsümünü isaret ederler.
Tehlikede olan, yalnızca kuram olarak değil fakat aynı zamanda bir varolus biçimi
olarak yeni bir insan kuramı düsüncesidir: özgürlük için yasamsal bir gereksinimin ve
özgürlüğün yasamsal gereksinimlerinin –artık kıtlık ve yabancılasmıs emek zorunluluğuna
dayanmayan ve onlarla sınırlanmayan bir özgürlüğün- baslangıcı ve gelisimi. Niteliksel
açıdan yeni insansal gereksinimlerin gelisimi, biyolojik bir zorunluluk olarak ortaya çıkar; ve
bunlar, biyolojik anlamda gereksinimlerdir. Çünkü gelismis kapitalist ülkelerdeki manipüle
edilmis nüfusun büyük bir bölümü arasında özgürlük gereksinimi yasamsal, zorunlu bir
gereksinim olarak varolmaz ya da artık varolmaz. Bu yasamsal gereksinimlerle beraber, yeni
insan kuramı, simdiye kadar Batı uygarlığı tarihini karakterize etmis olan Yahudi-Hıristiyan
ahlakın mirasçısı ve yadsınması olarak yeni bir ahlakın baslangıcını da ima eder. Kesin
olarak, baskıcı bir toplumu bireylerin kendilerinde tekrar tekrar yeniden üreten, bu baskıcı
toplumda gelistirilen ve tatmin edilen gereksinimlerin sürekliliğidir. Bireyler, baskıcı toplumu
devrim boyunca bile sürüp giden gereksinimlerinde yeniden üretirler ve simdiye kadar özgür
bir toplumun nicelikten niteliğe sıçrama yolunu kapamıs olan kesinlikle bu sürekliliktir. Bu
düsünce, insansal gereksinimlerin tarihsel bir karaktere sahip olduğunu ima eder. Cinsellik de
dahil tüm insansal gereksinimler hayvansal dünyanın ötesinde durur. Onlar tarihsel olarak
belirlenir ve tarihsel olarak değisebilirdir. Kendilerinde zaten baskı tasıyan bu gereksinimlerin
sürekliliğinden kopus, niteliksel farklılığa sıçrama, katıksız bir bulus olmayıp üretici güçlerin
kendilerinin gelisiminde mevcuttur. Bu gelisim, kendi potansiyellerinin hakkını vermek için
gerçekten yeni yasamsal gereksinimler talep ettiği bir düzeye ulasmıstır.
Nicelikten niteliğe bu sıçramayı olanaklı kılan üretici güçlerin eğilimleri nelerdir?
Hepsinden öte, tahakkümün tekniklesmesi, tahakkümün temeline zarar verir. Üretim
sürecindeki (maddi üretim süreci) fiziksel emek gücünün ilerleyen azalısı ve artan ölçüde
zihnsel emeğin onun yerini alması, toplumsal açıdan zorunlu emeği teknisyenler, bilim
insanları, mühendisler vb. sınıfında toplar. Bu, yabancılasmıs emekten olası kurtulusu akla
getirir. Elbette bu yalnızca bir eğilimler, fakat kapitalist toplumun gelisiminde ve süregiden
varolusunda temellenen eğilimler sorunudur. Eğer kapitalizm, üretici güçlerin ve onların
örgütlenmesinin bu yeni olasılıklarını sömürmekte basarılı olmazsa, emeğin üreticiliği kar
oranının gerektirdiği düzeyin altına düsecektir. Ve eğer kapitalizm, bu gerekliliği önemsemez
ve ne olursa olsun otomasyona devam ederse, kendi iç sınırı ile karsılasacaktır: mübadele
toplumunun sürdürülmesi için artıdeğer kaynakları gittikçe azalacaktır.
Marx, Grundrisse’de, toplumsal açıdan zorunlu emeğin tam otomasyonunun
kapitalizmin korunması ile bağdasmaz olduğunu gösterdi. Otomasyon, onun aracılığıyla
zorunlu fiziksel emeğin, yabancılasmıs emeğin, maddi üretim sürecinden daha büyük bir
ölçüde çekildiği bu eğilimin yalnızca bir parolasıdır. Bu eğilim, eğer kapitalist üretimin
engellerinden özgürlesirse, üretici güçlerle yaratıcı bir deneyime yol açacaktır. Yoksulluğun
kaldırılmasıyla bu eğilim, insansal ve insansal olmayan doğanın potansiyelleriyle oyunun
toplumsal emeğin içeriği olacağı anlamına gelir. Üretici imgelem, maddi üretici güçlerin
benzer gelisimi temelinde özgür bir insansal varolus olasılıklarının özgürce taslağını çizen
somut olarak biçimlendirilmis üretici güç olacaktır. Bu teknik olasılıkların, baskının
olasılıkları olmaması için, fakat özgürlestici islevlerini yerine getirebilmeleri için, özgürlestici
ve tatmin edici gereksinimler tarafından sürdürülmeleri ve yönlendirilmeleri gerekir.
(Yabancılasmıs) emeği kaldırmak için hiçbir yasamsal gereksinim olmadığında, aksine
emeği sürdürme ve uzatma gereksinimi varolduğunda, hatta bu artık toplumsal açıdan zorunlu
olmadığında; gönül rahatlığıyla nese, mutluluk için yasamsal gereksinim değil de daha çok
olabildiğince sefil bir yasamdaki herseyi kazanma zorunluluğu gereksinimi varolduğunda; bu
yasamsal gereksinimler varolmadığında ya da baskıcı olanlarla boğulduğunda, yalnızca yeni
teknik olasılıkların, gerçekte tahakküm tarafından baskının yeni olasılıkları olması
beklenecektir.
Sibernetik ve bilgisayarların insansal varolusun bütünsel denetimine ne katkıda
bulunabileceğini zaten biliyoruz. Varolan gereksinimlerin gerçekten kararlı yadsınması olan
yeni gereksinimler, ilkin görünüslerini mevcut tahakküm sistemini sürdüren gereksinimlerin
yadsınması ve onların dayalı oldukları değerlerin yadsınması haline getirirler: örneğin,
varolus mücadelesi gereksiniminin yadsınması (sonraki sözde zorunludur ve varolus
mücadelesinin olası kaldırılısından söz eden tüm düsünceler ve fanteziler böylece insansal
varolusun sözde doğal ve toplumsal kosulları ile ters düser); yasamını kazanma
gereksiniminin yadsınması; edimleme ilkesinin, rekabetin yadsınması; yıkımla ayrılmazcasına
bağlı olan savurgan, yıkıcı üreticilik gereksiniminin yadsınması; ve içgüdülerin aldatıcı
baskısı için yasamsal gereksinimin yadsınması. Bu gereksinimler, bugün çoğunluğun
yasamsal bir gereksinimi olmayan barıs için yasamsal, biyolojik gereksinimde, dinginlik
gereksiniminde, yalnız olma, kendisiyle ya kendisinin seçmis olduğu diğerleriyle olma
gereksiniminde, güzel için gereksinimde, “hakedilmemis” mutluluk gereksiniminde
yadsınacaktır –basitçe bireysel gereksinimler formunda değil fakat toplumsal bir üretici güç
olarak, üretici güçlerin doğrultusu ve eğilimi aracılığıyla harekete geçirilebilen toplumsal
gereksinimler olarak.
Bir toplumsal üretici güç biçiminde, bu yeni yasamsal gereksinimler insan yasamının
somut dünyasının bütünsel bir teknik yeniden örgütlenmesini olanaklı kılacaktır ve
inanıyorum ki yeni insansal iliskiler, insanlar arasındaki yeni iliskiler yalnızca böylesi
yeniden örgütlenmis bir dünyada olanaklı olacaktır. Teknik yeniden örgütlenme dediğimde,
yeniden, orada böylesi bir yeniden yapılanmanın kapitalist sanayilesmenin dehsetlerinin
ortadan kaldırılmasından sonra, kapitalist sanayilesme ve ticarilesme terörlerinin kaldırılması,
kentlerin bütünsel yeniden yapılanması ve doğanın yeniden düzenlenmesi anlamına geldiği en
yüksek derecede gelismis kapitalist ülkelere göndermede bulunarak konusuyorum.
Umuyorum ki, kapitalist sanayilesmenin dehsetlerinin ortadan kaldırılmasından bahsederken
teknolojinin arkasında romantik bir durgunluğu desteklemiyor olduğum açıktır. Tersine,
teknoloji ve sanayilesmenin potansiyel özgürlesme kutsamalarının, kapitalist sanayilesme ve
kapitalist teknoloji ortadan kaldırılana dek gerçek ve görünür olmaya bile baslamayacağına
inanıyorum.
Özgürlüğün burada bahsettiğim nitelikleri, sosyalizm üzerine son düsüncelerde
simdiye kadar yeteri kadar dikkat çekmemis niteliklerdir. Solda bile, sosyalizm kavramı,
gereğinden fazla, üretici güçlerin gelismesi, emeğin üreticiliğini artırma çerçevesinde ele
alınmıstır –bilimsel sosyalizm düsüncesinin gelistirildiği üreticilik düzeyinde yalnızca
gerekçelendirilmemis değil ama zorunlu, fakat bugün en azından tartısmaya tabi olan bir sey.
Bugün hiçbir engelleme olmaksızın, tuhaf görünse bile, özgür bir toplum olarak sosyalist
toplum ile varolan toplum arasındaki niteliksel farklılığı tartısmamız ve tanımlamamız
gerekiyor. Ve eğer, belki de sosyalist toplumdaki niteliksel farklılığı gösterebilen bir kavram
arıyorsak, estetik-erotik boyutun neredeyse kendiliğinden akla, en azından benim aklıma
geldiği yer kesinlikle burasıdır. Burada “estetik kavramı” orijinal anlamında, yani duyuların
duyarlılığı formunda ve insansal yasamın somut dünyası formunda alınmaktadır. Kavram bu
sekilde alındığında, sanat ve teknolojinin birlesmesini ve çalısma ve oyunun birlesmesini
tasarlar. Fourier’in çalısmasının, avante-garde sol kanat entelijansiya arasında yeniden güncel
olması rastlantı değildir. Marx ve Engels’in kendilerinin de kabul ettiği gibi, Fourier özgür ve
özgür olmayan toplum arasındaki niteliksel farlılığı açık hale getiren tek kisidir. Ve o,
Marx’ın yaptığı gibi çalısmanın oyun olduğu olanaklı bir toplumdan, toplumsal açıdan
zorunlu emeğin insanların özgürlesmis, gerçek gereksinimleri ile uyum halinde
örgütlenebildiği bir toplumdan söz ederken korkuya kapılmadı.
Sonuç olarak daha ileri bir gözlem yapmama izin verin. Marx’a borçlu olan elestirel
kuram eğer sadece varolan iliskileri gelistirmekle yetinmek istemiyorsa, kendisini burada
yalnızca zalim bir biçimde gösterilmis olan özgürlüğün uç olasılıkları, niteliksel farlılık
skandalı içerisine yerlestirmelidir. Marksizm, insanların simdiye kadar hiçbir yerde varolusa
geçmemis olarak bilincinde olduğu ve farkına vardığı bir biçimde özgürlüğü tanımlama
riskine girmelidir. Ve kesin olarak, sözde ütopik olasılıklar bütünüyle ütopik olmaktan çok
varolanın belirli sosyo-tarihsel yadsınması olduğundan, eğer kendimizi ve baskalarını bu
olasılıklar ve onları engelleyen ve reddeden güçler hakkında bilinçli hale getireceksek, çok
reel ve çok yararcı bir muhalefete gereksinimimiz olacaktır. Tüm yanılsamalardan ve ayrıca
tüm bozgunculuklardan bağımsız bir muhalefet gerekmektedir çünkü saf varolusu ile
bozgunculuk, özgürlük olasılığını statükoya feda etmektedir.
Marcuse, Herbert (1970). “The End of Utopia”, Five Lectures içinde, Boston: Beacon
Press. Sayfa, 62-69.