« Ana Sayfa »      « İlkelerimiz »

BAŞBUĞ TÜRKEŞ

ELMALILI HAMDİ YAZIR MEÂLİ

İrfan YÜCEL

Alparslan TÜRKEŞ

Alparslan TÜRKEŞ

Seyid Ahmed ARVASÎ

Ayhan TUĞCUGİL

M. Metin KAPLAN

Namık Kemal ZEYBEK

Prof. Dr. İBRAHİM TELLİOĞLU

04 Şub

2019

Selâhattin Ertürk

Prof. Dr. Necmeddin Sefercioğlu 01 Ocak 1970

O’nun bütün benliğini saran, O’na büyük coşkular veren duygu vatan ve millet sevgisidir. Bunu hemen hemen bütün şiirlerinde bulur, okurken siz de yaşarsınız. Çünkü O’na göre, “vatan aşkıyla yananların bağrında artık cehennem ateşinin yakabileceği bir zerre kalmamıştır”

....

Şehvetle kanımı emerken toprak,

Gerçi yazıldı adıma tarihte kaç altın yaprak.

Gerçi kurtardım canımla

Vatanı, milleti,

Çektim bir bayrak gibi

Ülkeme hürriyeti.

Lâkin hani nerde?

İpek gömlekli ve altın gözlüklü efendiler,

İri tüylü hayvan derisi giyen

Süslü bebeklerse eğer millet;

Heyhat! Yeter artık,

Yeter artık gördüğüm rezalet!

Benim kanun, benim devlet, benim millet!

Adalet istiyorum. Adalet, adalet!

mısraları, şairimizin “Mehmetçiğin İsyanı” adlı uzun şiirinin son bölümüdür. 121 mısradan oluşan bu şiiri Selâhattin Ertürk, 1940’lı yılların başında yazmış ve dâvetsiz olarak katıldığı Ankara Palas salonlarındaki baloda, bu mısralarda tanımlanan nitelikteki davetlilerin şaşkın ve hayret yüklü bakışları altında okumuştu. Gür sesiyle çok güzel şiir okuyan bu genç şairi sonuna kadar dinliyen davetliler hiçbir tepki gösterememişler; o ise, elini kolunu sallayarak balodan ayrılmıştı. O yıllarda resmî bir baloda, böylesine isyan haykıran bir şiiri hem de izinsiz okumak, çok büyük cesaret gerektiren bir işti. Zamanın yöneticileri, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi öğrencisi olduğunu belirledikleri bu genç şairin “çılgın cesaret”ini hoşgörü ile karşılamış, geleceğini karartacak işlemlere gerek görmemişlerdi.

Selâhattin Ertürk 1923 yılında, Eskişehir’e bağlı Mihalıççık ilçesinin Güneş köyünde doğmuştu. İlk öğrenimini Mihalıççık’ta, orta öğretimini Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladıktan sonra, 1947’de Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Hasanoğlan Köy Enstitüsü ile Kars ve Konya liselerinde Felsefe öğretmenliği yaptı. Fakülte öğrenciliği ve öğretmenlik dönemlerinde Türkçülük çalışmalarına aktif olarak katıldı ve bu ülkünün önde gelen yazar ve şairlerinden biri oldu. Orkun (1950-1952) ve öteki Türkçü dergilerde yayınlanan yazı ve şiirleri, Türk Milliyetçiler Derneği’nin Kars ve Konya şubelerindeki çalışmaları ile o dönem gençliğinin yetişmesine önemli katkılarda bulundu. Burs kazanarak 1953 yılında gittiği Amerika Birleşik Devletleri’nde “master” ve “doktora” yaptı ve bir süre öğretim üyeliğinde bulundu. Türkiye’ye dönüp bir süre Millî Eğitim Bakanlığı Test ve Değerlendirme Biriminde, ardından da Gazi Eğitim Enstitüsü’nde görev yaptıktan sonra, 1963-1964 yıllarında, yeniden -bir yıl için- A.B.D.’ne giderek Chicago Üniversitesi’nde “doktora ötesi öğrenim” gördü. Yurda temelli olarak döndükten sonra Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bölümü’ne asistan oldu. 1966’da doçentliğe, 1973’te profesörlüğe yükselen Ertürk, bu bölümün gelişmesine, öğretim üyesi ve “bölüm başkanı” olarak değerli katkı ve hizmetlerde bulundu. Bu dönemde, bir süre hafıza kaybına sebep olan bir rahatsızlık da geçiren Ertürk, 6 Şubat 1988’de, geçirdiği kalp ameliyatı sırasında fani hayata veda etti.

Şairimiz, şiir yazmaya orta okul öğrencisi iken başlamıştı. İlk şiir kitapçığını da, bir lise öğrencisi olduğu dönemde, Zamane Kızları adıyla yayınlamıştı. İkinci kitabını ise, Osman Yüksel ile birlikte, Türk ve Tanrı (1944) adı ile yayınladı. Bunları Mehmetçiğin İsyanı (1946) izledi. Daha sonra hamasî ve Türkçü şiirlerini, birkaç basımı yapılan Kükreyiş (1952), öteki şiirlerini de Özleyiş (1962) adlı kitaplarında topladı. Bütün şiirlerini bir arada sunan Gönlümce adlı şiir kitabı ise 1975 yılında yayınlandı. Daha önce Türkçü dergilerde “Hikmet Damlaları” başlığı altında yayınladığı özdeyiş denemeleri de Tecellî (1962) adıyla çıkarıldı. Selâhattin Ertürk’ün ilmî çalışmalarının verimi olan makale ve kitapları üzerinde, konumuz şairliği olduğu için, durmuyoruz. O, dergilerde yayınlanan şiirlerinde şiir kitaplarında genellikle “Hocaoğlu Selâhattin Ertürk” imzasını kullanmıştır. Şiir kitapları, kendisinin şiir yazmayı, A.B.D’ye ikinci kez gittiği 1963’e kadar sürdürdüğünü gösteriyor. Bu şiirlerin 1953’e, yani Amerika’ya ilk gidişine kadar olanı hamasî ağırlıklıdır. 1953-1963 arasında ise ailesine, yakınlarına ilişkin şiirler yazmış, “özleyiş”lerini dile getirmiştir. 1963’ten sonra şiirle uğraşmaya zaman bulamadığı anlaşılıyor.

Selâhattin Ertürk’ün Çınaraltı, Tanrıdağı, Orkun, Özleyiş, Aras, Türkeli, Ocak gibi Türkçü dergilerde de yayınlanmış olan hamasî şiirlerinde vatan, millet, bayrak sevgisi, kahramanlık duyguları, tutsak Türk illerine ve topluluklarına özlem canlı biçimlerde yansıtılır. Bunlar zevkle okunur ve şairinin başarısını kanıtlar. Bu şiirlerin büyük bir bölümü hece vezniyle yazılmıştır. Yazımızın başında verdiğimiz örnekte olduğu gibi, serbest vezinle yazılmış şiirleri de vardır.

O’nun bütün benliğini saran, O’na büyük coşkular veren duygu vatan ve millet sevgisidir. Bunu hemen hemen bütün şiirlerinde bulur, okurken siz de yaşarsınız. Çünkü O’na göre, “vatan aşkıyla yananların bağrında artık cehennem ateşinin yakabileceği bir zerre kalmamıştır”;

Aşkınla yiğitler yanar, yakılır,

Derdin bile seve seve çekilir.

Şen yurdu Türklerin, tüten ocağı,

Ata armağanı, ana kucağı

(Vatan Sevgisi)

Tutuşuyor kanım, aşktan mıdır bu?

Alev mi, bayrak mı, al kan mıdır bu?

Gönlümün baş tacı vatan mıdır bu?

Ülkü ateşiyle ben dağlanmışım,

Sevdalanmışım hey! Sevdalanmışım.

.....

Ne boyun eğerim zorlu düşmana,

Ne yürekte korku ölümden yana.

Adanmış varlığım, canım vatana,

Ben de Mecnun olmuşum, ben de yanmışım.

Sevdalanmışım hey! Sevdalanmışım!

(Sevdalanmışım)

Biziz; ıstıraptan doğan insanlar,

Biziz; bilinmeyen “Türk’e kurban”lar,

Bir ömür boyunca, bin ömür kadar

Hak için, Türk için üzülen biziz.

(Gene Bize Dair)

Türklüğün simgesi olan şanlı bayrağımız, Selâhattin Ertürk’ün asla ihmal edemeyeceği bir varlıktır:

Erkinlik duygusu, Türklük sevgisi,

Geçmiş yüzyılların bitmez övgüsü,

Savaşlar angısı, barışlar süsü,

Aşkımdır köpüren böyle, yel değil;

Alev parçasıdır bayrak, gül değil.

(Bayrak)

Azmimizi direk ettik sana,

Duygumuzu rüzgâr,

Dünyalar durdukça durmaya,

Dalgalanmaya hakkın var.

(Dalgalanmaya Hakkın Var)

O’na göre “gerçek kahramanlar felâket yağmuru altında başkaları için saadet çiçekleri toplayanlardır.”

Kılıç paslanıyor kında,

Durmuyor arslan yelelim.

Gösterin, vatan uğrunda

Delelim, dağlar delelim.

....

Küheylanlar kanatlıdır.

Koç yiğitler inatlıdır.

Yaşamadan da tatlıdır;

Ölelim, mertçe ölelim.

(Koçaklama)

Selâhattin Ertürk’ü heyecanlandıran bir konu da Türkiye dışındaki Türk dünyasıdır. Kurtuluşlarını görmeye ömrünün yetmediği tutsak Türkler ve tutsak Türk illeri için yaş dökmekten ve kurtarılabilecekleri bir “ihtilâl” beklemekten kendini alamaz:

Adı söylenemez olmuş dillerde,

Kırk milyon, kırk milyon, gözü yollarda!

Bozkurdum, öz yurdum kalmış ellerde.

Başımdan büyük dert çekiyorum.

Kan dökemiyorum, yaş döküyorum.

(Yaş Döküyorum)

Ne zamana kadar sürecek bu hâl?

Deme, Hocaoğlu, “Yakındır zeval!”

Seni bekliyoruz, büyük ihtilâl;

Düşman elindeki yurtlar bizimdir.

(Dadaloğlu’nun sazıyla)

O’nu “Davul Zurna Sesleri” de bir yandan mest, bir yandan yerinde duramaz eder:

Davul zurna sesleri ne muazzam bir beste,

Türkün büyüklüğünün heybeti var bu seste.

.....

Bu havada devleri titretecek bir heybet var,

Bu havada bir millet, koskoca bir millet var!

Selâhattin Ertürk’ü Konya Lisesi Felsefe öğretmeni olduğu sıralarda tanımıştım. Güzel konuşan, güzel şiir okuyan, mağrur görünüşlü bir genç adamdı. Ankara’ya geldiği zamanlarda görüşüyorduk. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki uzunca ikameti araya özlem koydu. Türkiye’ye dönüşünden sonra, seyrek de olsa görüşebildik. A.B.D.’ye ikinci gidişinde ise, 1964 yazında Chicago’da buluşmak, kendisi ve ailesi ile bir hafta görüşmek kısmet oldu. Türkiye’ye temelli dönüşünden sonra ise, seyrek de olsa zaman zaman görüşebiliyorduk. Bana karşı daima dost, daima yakın olduğunu söyleyebilirim. Fakat, nedense, bu son dönemde o Türkçülüğe ve galiba Türkçülere mesafeli oldu; Türkçüler de ondan uzak kaldılar. Sanki O’nun Türkçülükten uzaklaştığı, ayrıldığı yolunda bir kanaat hâkim oldu. Fakat, bana göre, o ülküsünden ayrılmadı; ancak akademik çalışmaları ve konumu kendisini böyle davranmaya yöneltti. Gurbette iken vatanını ve milletini aslâ unutmadı ve elde ettiği bütün imkânları bir yana iterek yurda döndü. Bu konuyla ilgili bir anım da var;

Amerika’ya ilk gidişinin son yıllarında orada öğretim üyeliği yapıyor, iyi de kazanıyordu. O günlerde bir ziyaret için A.B.D.’ne giden ve orada kendisi ile de görüşen Prof. Dr. Osman Ersoy hocam, “Madem ki iyi kazanıyorsun, kal burada” demiş. O da “Döneceğim, çünkü memleketimin, milletimin benim gibi yetişmiş insanlara ihtiyacı var” cevabını vermiş. Bir süre sonra yurda döndü. O’na bir türlü doktora eğitimini yaptığı, uzmanlığına uygun bir görev vermediler. Amerika’ya ikinci gidişindeki Chicago buluşmamızda, benim Osman Ersoy Hoca’dan da duyduğum bu olayı anlatmış ve “Osman’ın bana söylediği gibi ‘memleketin bana ihtiyacı olmadığı’nı artık anladım, fakat benim memleketime ve milletime ihtiyacım var” demiş ve burs süresinin sonunda yeniden Türkiye’ye dönmüştü. Bu, O’nun hiç küllenmediğine inandığım vatan ve millet sevgisinin bir göstergesi idi.

Tanrı O’nu yarlıgasın!..

-----

"HİKMET DAMLALARI"NDAN

-----

Yaldızlı sözler çerçevesinde kurtların; fakat fiiliyatta kurt kanıyla beslenen köpeklerin itibarda olduğunu unutmayalım.



Vatan sevgisi, idealistin ruhunda kımıldayan hançer; oportünistin elinde bayraktır



Vatan aşkıyla yanmışların bağrında artık Cehennem ateşinin yakabileceği bir zerre kalmamıştır.



Dilberler elinde bir meş’ale olmak istemeyen gönlüm, bâri ülkü yollarını aydınlatan bir mum olabilseydi.



İnsanı ıztırap denen büyük mürebbinin kucağına ulaştırdığı için, aşkın indimde büyük bir değeri vardır.



Grupla şafağı farkedemeyecek insanların sayısı tahminlerimizin çok üstündedir.



İnsanlar arzularını gerçekleştirebildikleri nisbette değil; dizginleyebildikleri nisbette mes’utturlar.



Bir işi yapmadan düşünmek, başarı kapısını; düşüncesizce yaptıktan sonra düşünmek ise üzüntü kapısını zorlamaktır.



Tatmin edildikçe maddemizin, mahrumiyetler ortasında bocaladıkça ruhumuzun adamı oluruz.

-----

Selâhattin ERTÜRK

Ziyaret -> Toplam : 125,35 M - Bugn : 110149

ulkucudunya@ulkucudunya.com