'Türkiye'deki Şartlar Devam Ettiği Sürece Beyin Göçü Artacak'
Can Kamiloğlu 01 Ocak 1970
NEW YORK —
Son yıllarda gittikçe artan sayıda Türkiye vatandaşı siyasi ve ekonomik nedenlerden dolayı, daha iyi yaşam koşulları, çalışma, iş kurma, ya da eğitim gibi gerekçelerle başka ülkelere göç ediyor. Bu kişiler arasında çok sayıda akademisyen, doktor, mühendis ve sanatçı gibi nitelikli insan gücü bulunuyor.
Türkiye’yi terk eden akademisyenlerin bilimsel çalışmalarını sürdürmek üzere göç ettiği ülkelerin başında ABD ve Avrupa ülkeleri geliyor. Doç. Dr. Maya Arakon, çalıştığı Süleyman Şah Üniversitesi’nin 2016 yılında Kanun Hükmünde Kararname’yle kapatılmasının ardından Türkiye’nin beyin göçü macerasına adım atanlardan.
Amerika’da halen Ohio eyaletindeki Denison Üniversitesi’nde geçici öğretim görevlisi olarak çalışan siyaset bilimci Arakon, ulusal ve uluslararası terör konusunda Türkiye’de ve Avrupa’da bilinen bir isim. Bir süre köşe yazarlığı da yapan Arakon, aynı zamanda barış akademisyenlerinden de biri ve kendini “bir insan hakları savunucusu” olarak tanımlıyor.
VOA Türkçe, Türkiye’nin son dönemde yaşadığı bu büyük beyin göçünün ardında yatan nedenleri, bu duruma doğrudan maruz kalmış Arakon’a sordu.
VOA: “Neden Amerika’ya geldiniz?”
Maya Arakon: ”Aslında hiçbir şekilde Amerika’ya gelme fikrim yoktu. 15 Temmuz darbe girişimi oldu. O yıllarda erkek arkadaşım olan eşim Türkiye’deydi. Uzun yıllardan beri Amerika’da akademisyen olarak çalışmaktaydı. ‘Benimle Amerika’ya gel. Orayı seversen kalırsın’ dedi. Her şey aniden böyle başladı. Barış akademisyeni olduğum için, insan hakları savunucusu olduğum için zaten daima devletin hedefinde olan bir akademisyendim ben. Yıllardır böyleydi, sadece 2016’dan yılından bahsetmiyorum. Her zaman insan haklarını savunan diğer meslektaşlarım gibi son derece tedirgin bir hayatımız vardı. Dolayısıyla da hepsi bir araya geldi. Darbe girişimi sonrasında da tutuklamalar başlayınca insanlar akın akın kaçmaya başladı. Buraya gelmekteki amacım bir süre kafamı dinlemek ve önümü görmekti. Ben buraya geldikten sonra yoğun olarak tutuklamalar başlayınca her şey değişti. 2016 yılının 8 Ağustos tarihinde Amerika’ya turist olarak geldim. Türkiye’ye dönüş biletimi ise 3 Eylül tarihine aldım. 5 Eylül’de okulun açılmasından iki gün öncesiydi bu. Dönüp okulda görevime devam edeceğimi düşünüyordum. Asla üniversitenin tamamen kapatılacağını düşünmüyordum. Kayyum atarlar, cemaatle ilişkili yönetimi de değiştirirler, okulda da eğitim sürer diye düşünüyordum. Okulların açılmasına bu kadar az bir süre kala öğrencileri mağdur etmezler diye düşünüyordum. Üç hafta sonrasına Türkiye’ye dönüş biletim vardı. Yazlık eşyalarla doldurulmuş küçük bir valizle, parmak arası terliklerle Amerika’ya gelmiştim.”
VOA: ”Geri döndünüz mü?”
Arakon: ”Hayır o şartlarda ve o zaman dönemezdim. Çünkü her şey bir anda değişiverdi. Benim cemaatle ne yaşam biçimi ne siyasi görüş ne de organik olarak hiç bir alakam yoktu o bakımdan çok rahattım. Sadece ekmek parası için onların okullarında çalışıyordum. Açıkçası çalışırken onlardan bana yönelik bir dini baskı filan hissetmedim. Hiç karışmadılar diyebilirim. Vicdanen de çok rahattım. Benim burada tatil için geldiğim süreçte Türkiye’de şartlar aniden değişti. Bir süre sonra tutuklanmalar başladı. Cemaatle alakalı alakasız herkesi birden tutuklamaya başladılar. Cemaate hiç bir zaman sempati duymayan son derece demokrat diye adlandırdığımız insanları da tutukladılar. İş bu duruma gelince ben de bir süre daha dönmeme kararı aldım. Üç haftalığına geldiğim Amerika’da öylece kalıverdim. Sonra Kasım ayında Türkiye’ye gidip annemi gördüm, evimi boşaltıp eşyalarımı bir depoya koydum. Bazı ufak tefek eşyalarımı toplayıp bir kaç bavulla yeniden Amerika’ya geldim. Bir süre sonra da erkek arkadaşımla evlendim, bir bebeğimiz oldu. Bir kızımız oldu.”
VOA: ”Daha sonra bir daha Türkiye’ye hiç gittiniz mi?”
Arakon: “O dönemlerde Türkiye’ye gidip gelmek konusunda gerçekten karar almak çok zordu. Farklı kesimlerden darbe girişimiyle, cemaatle de hiç alakasız kişiler de tutuklanıyordu. Bunlardan biri de ben olabilirdim. Türkiye’ye gidip gelmek oldukça risk doluydu. Annem 85 yaşındaydı ve bir torunu olmuştu ama o hiç görmemişti. Mutlaka gidip göstermek zorundaydım. Annemin bebeğimi görmeden göçüp gideceğini düşünmek bile beni deli ediyordu. Böyle bir şey olsa asla kendimi toplayamazdım. Kendimi affetmezdim. Böyle bir şeyi yaşarsam ömür boyu kendime işkence edecektim. Ne olursa olsun anneme bebeğimi göstermeye kararlıydım. Gözümü karartım ve 2018 yılında bebeğimi de yanıma alıp anneme torununu göstermek için Türkiye’ye gittim. Kısa bir süre sonrada yeniden buraya geldim.”
VOA: ”Amerika’daki hayata alıştınız mı?”
Arakon: “Hayır ben kendimi Amerika’ya ait hissetmiyorum. Benim oradaki evimdeki tüm eşyalarım bir depoda duruyor. Hiçbir şeyi alamadım. Her şeyimi Türkiye’de bıraktım. Burada bana ait hiç bir şey yok. Kendimi tam bir köksüzlük ve hafızasızlık ortamında hissediyorum. Böyle bir ortamda yeniden hayat kurmaya çalışıyorum. Böyle bir durumda savruluyorsunuz. Koskoca bir kıta ülkede tek başınasınız. Siz hiç kimseyi tanımıyorsunuz. Hiç kimse de sizi. Yalnızlık büyük bir boşluk ve hep aklınızda ülkeniz var. Kendinizi bu ülkedeki tüm olumlu şartlara rağmen buraya ait olamam duygunuz ağır basıyor. Benim Türkiye’de ve Avrupa’da çok uzun yıllar uğraş verdikten sonra bir ismim vardı. Onu burada kimse bilmiyor tabi ki. Kendinizi burada yeniden göstermeye çalışıyorsunuz burada. Ben şimdi burada sıfırdan kendimi ispat etmek zorundayım. 25 yaşındayken bunu yapabiliyordum. 40 yaşından sonra çok zor oluyor. Bir aileniz var, bir bebeğiniz var. Farklı bir çok kaygı giriyor işin içine. Gurbet başka bir şey. Anılarınızın olduğu bir yer değil burası. Anılarınız Türkiye’de. Sizi siz yapan ne varsa Türkiye’de. Sadece özlediğiniz o klişe şeyler, rakı kebap değil mesele. Bir yerde yürüyüp bir deniz havasını içinize çekmek bile sizi mutlu edebilen bir şeyken sizi siz yapan birçok şeyden mahrum eden bir yerde hayat kurmaya çalışıyorsunuz.”
VOA: “Türkiye’yi özlüyor musunuz?”
Arakon: “Türkiye’yi seviyorum ve özlüyorum. Ben her zaman ülkem için elimden geleni yapmaya çalıştım. İşin en düşündürücü yanı ne biliyor musunuz? Post-doktoramı da Fransa’da yaptım. Doktoramı bitirdiğim zaman NATO’nun üst düzey yönetiminden bana bir iş teklifi geldi. ‘Sizinle birlikte çalışmak istiyoruz’ dediler. Ben o zaman bana NATO’dan gelen bu üst düzey iş teklifini kabul etmedim. Ülkemde benim gibi çok öğrenci var, onlara faydalı olup bir şeyler öğretmeliyim. Bu yüzden Türkiye’ye geri dönmek istiyorum diyerek bu müthiş iş teklifini kabul etmedim. Beni yetiştiren toprak Türkiye, ben meyvemi oraya vermek istiyorum dedim ve ülkeme bana verdiklerini geri vermek adına geri döndüm. Eğer o zaman bu teklifi kabul etseydim çok parlak NATO kariyerim olabilirdi. Çok para kazanıp uluslararası bir kariyer yapabilirdim. Akademisyenlik geliri ve getirisi son derece az bir meslektir çok fedakarlık isteyen bir meslektir. Özelliklede bu mesleği Türkiye’de yaparsanız diğer ülkelere göre kıyasladığınızda son derece düşük gelir elde edersiniz. Ben tercihimi Türkiye’den yana kullandım ancak son gelinen durumda benim gibi ülkesine fayda sağlamak için geri dönen bir çok akademisyen işlerinden oldu. Fırlatılıp atıldık yani. Faydalı olmak için koşarak ülkenize geliyorsunuz sonra fırlatıp atıyorlar sizi. Türkiye sizi atıyor, dışlıyor. İşte insan bunu asla kabullenemiyor. Çok ağır bir şey bu ve bu durumu yaşayan bir çok akademisyen arkadaşım var. Peki niye? Büyük bir haksızlığa uğradığımız için. Ülkenizde size yaşam alanı bırakılmadığı için. İş alanı bırakılmadığı için. İş güvencesi yok. Gencecik akademisyenler öldürülüyor. Akademisyenler tehdit ediliyor. Biz bu tehditleri Türkiye’deki meslek hayatımızda yaşadık. Geçtiğimiz ay kopya çeken bir öğrenciyi yakaladığı için bir akademisyen öldürüldü. Eğitim sistemini vakıf üniversiteleri aracılığıyla tamamen müşteri temelli bir sisteme çevirdiler. Parayı veren diplomayı alır dediler. Sonrasında da üniversite eğitiminde seviye bu hale geldi. Gidebilen gitti, kalmak isteyip de ülkesi tarafından fırlatıp atılan benim gibi bir çok akademisyen gitmek zorunda kaldı. Kalanlarda hayat güvenliği, can güvenliği bile olmadan hizmet vermeye çalışıyorlar.”
VOA: "Amerika’da nasıl iş buldunuz?"
Arakon: “Bu ülkede de iş bulmak zor ama ben çok şanslıydım altı ayda geçici de olsa bir iş buldum. Sanırım çalıştığım konuların Amerika’yı da ilgilendirmesi bir iş bulmama yardımcı oldu. Uluslararası ve ulusal terör konularındaki çalışmalarım ve sahada yaptığım bilimsel çalışmalar değerli bulundu. Şimdilik Mayıs ayına kadar aynı üniversitede çalışacağım. Mayıs ayından sonrası ise meçhul. Aslında burada benim için her şey çok sıkıntılı. Eşim Atlanta’da öğretim görevlisi ben Ohio’dayım. Kızım yanımda. Eşimle ancak nadiren hafta sonları ve tatillerde görüşebilecek bir hale geldik. Buraya geldikten sonra tam dört kez ev değiştirdim. Kızım kucağımda elinde bavul oradan oraya yani. Bunları yaşayacak yaşta değiliz hani ben tek başıma olsam tamam da bir de bebek var. Tüm bunlar keyfimi kaçırıyor açıkçası. Yerleşmek ve önümü görmek arzusundayım ama her seferinde hadi kısmet bakalım diyorum. Her şeyde bir hayır vardır diyorum ama bu biraz tabi kendi kendini kandırmak gibi oluyor. Birde tabi işin ekonomik boyutu var. Uzun bir süre eşimin tek maaşıyla yaşamak zorunda kaldık. Türkiye’yi terk eden dolar milyonerleri gittikleri yerlerde tabi ki bu sıkıntıyı yaşamayacaklar ama biz bir taraftan da sonradan istemeden yerleştiğimiz bu ülkelerde birde ekonomik zorluklarla da mücadele etmek zorunda kalıyoruz.”
VOA: “Neden Türkiye’yi terk ediyorlar?”
Arakon: “Düşünün, Türkiye’yi şu an dolar milyonerleri bile terk etmek istiyorsa ülkemizin geldiği durum çok vahimdir. Ülkeye çok çok kırgınım. Türkiye’de öyle veya böyle bir düzenimiz vardı. Hepimizin bir hayatı vardı. Şimdi her birimiz bir taraflara savrulduk, hepimiz. Türkiye’deki haberlere bakıyorum Sanayi ve Teknoloji Bakanı Varank, ’Yıllardır yetişmiş insan kaynağımızı bir beyin göçüyle maalesef kaybediyoruz’ demiş. Hükümet de ne kadar büyük bir beyin göçünün olduğunun farkında. Bilmiyorum bunu ne kadar önemsiyorlardır ama bu gidişle Türkiye çok zor duruma düşer. Göçen sadece akademisyenler değil, eğitim düzeyi yüksek insanlar, iş insanları, sanatçılar gidebilen herkes gidiyor. Herkes çok sevdiği vatanını terk etmek zorunda kalıyor. Özel sektörde rahat bir şekilde çalışan bir arkadaşım daha bugün Avrupa’dan benimle bir resim paylaştı. İşini bırakıp, karısını çocuğunu yanına alıp Avrupa’ya yerleşiyormuş. Bu gün uçtular, gittiler. Bir çok insan çocuklarımız için burada gelecek yok diye endişeleniyor. Türkiye’nin hızla başka bir yere savrulduklarını gördükleri için ülkeyi terk ediyorlar. Bazıları mal varlıklarının tamamını satıp Türkiye’yi terk ediyor. Çok yüksek bir beyin göçü var. Bütün bunları Türkiye’den çıkartırsanız Türkiye’ye ne kalacak? Kalan insanları kim eğitecek? Çocukları kim eğitecek? Üniversitede dersleri kim sürdürecek? Doktorlar terk ediyor mesela. Ülkedeki hastaneler kim hizmet verecek? Ülkedeki şiddette artış var. Kadına yönelik şiddette artış var. Çocuklara yönelik şiddette artış var. Altı yaşındaki çocuğunu ödevini yapamadığı için döverek öldüren bir baba var. Kendi öz evladını bu kadar nefretle dövecek kadar bu insanları bu öfke tutulmasına dönüştürecek şey nedir? Bir çok kişi canavarlara dönüşmüş vaziyette. Türkiye’de müthiş bir şekilde öfke artıyor, şiddet artıyor. İnsanlar Türkiye’yi terk ediyor çünkü çocukları bu insanlarla okula gidecekler. Böyle bir toplumda çocuk büyütülmez. Bir çok eğitimli ve düzgün eğitimli akademisyen ülkeyi terk etti. Büyük bir çoğunlukta ülkeyi terk etmek için fırsat arıyor. Onlardan boşalan yerlere kadrolaşarak doldurulan ve hiç bir şekilde layık oldukları için değil birilerini tanıdıkları için o mevkilere getirilen, gerçek bilimsellikten tamamen uzak safsatalarla kafaları dolduran bir takım öğretim elemanları konuldu üniversitelere. İnsanlar çocuklarının bunlardan eğitim almasını istemiyorlar.”
VOA: “Türkiye’deki gelinen son durum nedir sizce?”
Arakon: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın toplumu dönüştürme çabası, zorla dönüşme çabası geri tepmeye başladı. Türkiye’de yapılan son araştırmalarda ateistlerin oranının arttığı belirtiliyor. Hakikaten şaşkınlığa uğradım. Türkiye’de ateistlerin sayısının artması çok ciddi bir değişimdir. Bu kadar dine, dindarlığa zorlanan, sofuluğa zorlanan bir ülkede ateist oranın artması bu baskıların insanlarda geri teptiğini gösteriyor. Türkiye için yeni toplumsal proje lazım. Toplumsal projede üretmede Türkiye başarısız oldu. CHP Türkiye için modern toplumsal bir proje yaratamadı. Bu konuda çok başarısız oldu. Tepeden zorlayarak modern bir Türkiye yaratılamaz. Aşağıdan, tabandan gelmesi lazım. Muhalefetteki CHP’nin maalesef bu konuda çok ciddi hataları oldu. Cumhuriyetin başlangıcında halkı eğitmek için köy enstitüleri vardı ve çok başarılı bir girişimdi. Şimdi ülkede nerdeyse kütüphane bile yok. Türkiye’de herhangi bir kültürel yatırım yok. Türkiye, nefret ve kinle yönetilir bir hale geldi. Kendisini dindar sanıp Müslümanlığı bilmeyenler var. Bu kötülük, bu çirkinlik, bu nefret nasıl giderilecek. Türkiye’de karşısındakinin iyiliğini değil kötülüğünü isteyen bir toplum yaratıldı. Kötücül bir toplum. Bu dönüşüm ne ara oldu? Biz hep bu halde miydik? Ne ara toplum olarak bu kadar kötücül olduk? Bu kokuşmuşluk sadece bu iktidar gitse de ortadan kalkmayacak. Çok uzun zaman alacak. Bunu ortadan kaldırmak için toplumsal proje gerekiyor. Artık o toplumsal projeyi gerçekleştirecek insanlar da yok. Ülkeden beyin göçüyle birlikte dünyaya dağıldılar. Benim AK Parti iktidarın gördüğüm bir şey var, kabalık ve estetikten uzaklık. Batı kültüründen gelen ve Batı kültürüne yönelik her şeye bir aşağılama var. İnsanları aşağılama var. Cumhuriyet değerlerinin hepsini yok etmeye çalışma var. Muhafazakarlık adı altında bütün Osmanlı’dan kalma bütün zarif ve güzel olan her şeyi de yok ettiler. Bu muhafazakarlık filan değil. Açık açık vandalizm. Bir kültürün dayatılması var ki bunu kültür olarak bile adlandıramayız. İnsanlar eğitim alamamalarının hıncını eğitimli alan insanlardan çıkartıyorlar. Ben orta sınıf bir aileden geliyorum. Hayatım boyunca hep burslarla okudum. Kaliteli bir ailem var. Hem annem hem babam emekçiydi. Kültürlü insanlardı. Tüm ekonomik imkansızlıklar kendilerini var etmiş insanlardı. Şimdi sen benden benim ne şartlarda ne zorluklar altında eğitim aldığımı bilmeden nasıl benden bu kadar nefret ediyorsun. Niye senin eğitim alamayışının acısını benden çıkartıyorsun. Niye senin kültürel faaliyetlere ulaşamadığının hesabını benden soruyorsun. Git devletinden sor. Fırsat eşitliği yaratmamak benim suçum değil ki. Topluma bu bilincin gelmesi lazım. Türkiye’nin en temel sorunu eğitim. Eğitimde fırsat eşitliği yok ama bu bizim suçumuz değil. Fırsat eşitliği olmadığı için okumamış biri eğitimli birini nasıl suçlayabilir? Benim suçum değil ki. Devletin suçu. Fırsat eşitliğini ortadan kaldırırsanız olacağı budur. Türkiye’nin şartları böyle devam ettiği takdirde beyin göçü artacak. Gidebilen gidecek.”
VOA: “Hangi şartlarda Türkiye’ye geri dönersiniz?”
Arakon: “Bülbülü altın kafese koymuşlar yine vatanım demiş. Bilimsel bir özgürlük sağlandığında dönerim. Şu anda Türkiye öyle bir hale geldi ki eğer öğrenci sizi sevmiyorsa sizi ihbar ediyor ve sizin hakkınızda soruşturma açılıyor. Bir sürü meslektaşımızın hakkında öğrenci ihbarları nedeniyle soruşturma açıldı. Çoğunun gerekçesi de akademisyenlerin siyasi propaganda yaptıkları iddiası. Bütün bunların nedeni de hocanın öğrenciye kötü not vermesi. Böyle bir şey olabilir mi? Bir ara iktidar Türkiye’ye geri dönecek bilim insanlarına çok maaşlar vereceklerin söylemişti. Sadece iyi maaş vermek yetmez ki. Ders anlatırken kendine oto sansür uygulayacaksan kendine, özgür bilim ortamı olmayacaksa nasıl eğitim vereceksin? Baştan sona bu eğitim sisteminin değişmesi lazım. Kısa vadede dönmek ister miyim? Tabii dönmek isterim. Özgür bir akademik ortam sağlansın dönerim. Bütün akademisyenlerin istediği tek şey budur. "